ÖSYS tercihi yapacak adaylar için: Devletin bulamadığı kadrolar





2012-ÖSYS tercih işlemleri, 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayacak ve 3 Ağustos 2012 tarihi saat 17.00’de sona erecektir. Bir çok üniversite tercih robotları ile adaylara yardımcı olmaya çalışmaktadır. Memurlar.net olarak, bölüm tercih ederken kamu kurumlarında istihdamı düşünen adaylar için, Devletin temininde zorluk çektiği kadroları yayımlıyoruz.

Aşağıdaki istatistik, KPSS tercih işlemlerinde boş kalan kadrolar ile 50 puanın altında yerleştirme yapılan kadrolardır. Bu kadrolar bir anlamda Devletin temininde zorluk çektiği kadrolardır.
Her kadronun karşısında, o kadroya başvurma imkanı tanından bölüm mezuniyetleri yer almaktadır. Adylar ÖSYS tercihi işlemlerinde bu bölümlere bakarak değerlendirme yapabilir.
Genel bir tespit yapacak olursak, genel olartak tüm sağlık kadrolarında büyük bir ihtiyaç bulunmaktadır. Sağlık personeli alımı ihtiyacı devam edeceği için sağlıkla ilgili bölümlere yerleşecek olanların 5 yıl sonra da olsa, kamuda istihdam edilebileceğini düşünüyoruz.
Ayrıca mekatronik, meteoroloji mühendisliği, insan kaynakları, personel yönetimi, emlak ve emalk yönetimi, psikoloji, sosyal hizmetler, beslenme ve diyetetik, yazılım mühendisliği, elektrik mühendisliği, acil yardım ve afet yönetimi, mimarlık gibi bölüm mezunlarının kamuda istihdamında zorluk yaşanmıştır.

Kamu kurumlarının almak istediği ama yeterince mezun olmadığı için boş kalan kadroları görmek için tıklayınız.

UZAYDA YAŞAYAN TEK CANLI...




Dondurucu soğuk ve öldürücü ışınlar nedeniyle hiçbir canlının yaşayamadığı uzayda bir tek o yaşıyor.
Bilim adamları uzay boşluğunda dondurucu soğuk ve öldürücü ultraviyole ışınları nedeniyle hiçbir canlının yaşayamayacağını ileri sürüyordu.

Ancak bir kurtçuk bilimadamlarını şaşırttı. Ayı kurtçuğu adlı bir canlı uzay boşluğunda 10 gün boyunca yaşamayı başardı. Kurtçuklar 10 gün sonunda tekrar dünya ortamına taşındığında, yaşamaya ve yeniden üremeye devam ettiler.

Current Biology adlı bilim dergisinde yer alan habere göre 1 milimetre büyüklüğünde olan kurtçukların uzay boşluğunda yaşamayı başarması bilimadamlarını şaşkına çevirdi. Uzmanlar kurtçukların bunu nasıl başardığını bulmaya çalışıyor ancak olay gizemini koruyor. Bu kurtçuklar dünyada nemli bölgelerde ve denizde üreyebiliyor. Kurtçukların başka bir türü de karada yaşamayı başardı.

Araştırmalar halen devam ediyor.





AKADEMİK FİZİK 2012 AMBLEMİ

AKADEMİK FİZİK


Elektromanyetik Işınım









Elektromanyetik ışınım, elektromanyetik dalga ya da elektromıknatıssal ışın (genellikle EM radyasyon veya EMI olarak kısaltılır) bir vakum veya maddede kendi kendine yayılan dalgalar formunu alan bir olgudur. Elektromanyetik dalgalar, yüklü bir parçacığın ivmeli hareketi sonucu oluşan, birbirine dik elektrik ve manyetik alan bileşeni bulunan ve bu iki alanın oluşturduğu düzleme dik doğrultuda yayılan, yayılmaları için ortam gerekmeyen, boşlukta c ışık hızı ile yayılan enine dalgalardır. Elektromanyetik dalgalar, frekansına göre değişik tiplerde sınıflandırılmıştır. Bu tipler sırasıyla (artan frekansa ve azalan dalga boyuna göre)
Radyo dalgaları
Mikrodalgalar
Terahertz ışınımı
Kızılötesi ışınım
Görünür ışık
Morötesi ışınım
X-ışınları ve
Gama ışınlarıdır.
Çeşitli organizmaların gözleri bu ışınların sadece küçük bir frekans aralığındaki ışınları algılayabilir. Buna “ışık” ya da “görülebilir tayf” denir.

Teori

Elektromanyetik dalga kavramı ilk olarak James Clerk Maxwell tarafından ortaya atılmış ardından Heinrich Hertz tarafından doğrulanmıştır. Maxwell elektrik ve manyetik alanların dalga benzeri yapılarını ve simetrilerini açığa çıkaran alan dalga formu denklemleri elde etmiştir. Maxwell, ışığın ölçülen hızının, dalga denklemlerinden çıkan EM dalgaları hızları ile çakışık olmasından dolayı ışığı da bir elektromanyetik dalga olarak kabul etmiştir. Maxwell’in denklemlerine göre, hareketsiz bir elektrik yükü etrafında bir elektrik alan oluşturur. İvmeli hareket eden bir elektrik yüküyse oluşturduğu elektrik alana ek olarak manyetik alan oluşturur. Bu alanlar birbirlerine dik olarak salınırla ve EMI oluşur..

Özellikler 
EMI fiziğinin adı elektrodinamiktir. Elektromanyetizma, elektrodinamik teorisi ile ilişkili bir fiziksel olaydır. Elektrik ve manyetik alanlar süperpozisyon ilkesine uygun olduklarından, herhangi bir parçacık ya da zamana bağlı elektrik ya da manyetik alan aynı yerdeki mevcut alanlara vektör alan oldukları için vektörel olarak toplanırlar. Örneğin bir atom yapısı üzerinde seyahat halindeki bir EM dalgası yapının atomları içinde salınım indükler, böylece kendi EM dalgalarını yaymalarına sebep olur. Bu özellikler kırılma ve kırınım gibi çeşitli olaylara neden olur. Kırılma, bir dalganın bir ortamdan yoğunluğu farklı başka bir ortama geçerken hızını ve yönünü değiştirmesidir. Ortamın kırılma indisi kırılma derecesini belirler ve Snell yasası ile özetlenmiştir.
Işık da bir salınım olduğundan, vakum gibi doğrusal ortamda statik elektrik ya da manyetik alan boyunca seyahat etmekten etkilenmez. Ancak bazı kristaller gibi doğrusal olmayan ortamlarda ışık ve statik elektrik ve manyetik alanlar arasında Faraday etkisi ve Kerr etkisi gibi etkileşimler görülebilir.
Elektromanyetik ışımaların ortak özellikleri şunlardır;
Birbirine dik elektrik ve manyetik alandan oluşurlar.
Boşlukta düz bir doğrultuda yayılırlar.
Hızları ışık hızına (2,99792458 × 108 m/s) eşittir.
Geçtikleri ortama; frekanslarıyla doğru orantılı, dalga boylarıyla ters orantılı olmak üzere enerji aktarırlar
Enerjileri; maddeyi geçerken, yutulma ve saçılma nedeniyle azalır, boşlukta ise uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak azalır.

Dalga parçacık ikililiği 
Ana madde: Dalga parçacık ikiliği
EMI hem dalga hem de parçacık özellikleri taşır . Her iki karakteristik çok sayıda deney ile onaylanmıştır. EM ışınım nispeten geniş zaman ölçeklerinde ve büyük mesafelerde incelendiğinde dalga karakteristiği daha belirgin, küçük zaman ölçeklerinde ve mesafelerde parçacık karakteristiği daha belirgindir. Örneğin EMI madde tarafından emildiğinde ve ilgili dalga boyunun küpü başına 1 den az foton düştüğünde parçacık benzeri özellikler daha açıktır. Işık emilimi durumunda düzensiz enerji birikimini deneysel gözlemlemek zor değildir. Açıkçası bu gözlemler tek başına ışığın parçacık davranışına kanıt değildir, o maddenin kuantum niteliğini yansıtır.
Tek fotonun kendi kendine parazitlenmesi gibi, aynı deneyde elektromanyetik dalgaların hem dalga hem de parçacık niteliklerinin ortaya çıktığı durumlar vardır. Gerçek tekil-foton deneyleri (kuantum optik duyarlılıkta) bugün lisans düzeyinde yapılabilmektedir. Bir tek foton girişimölçer üzerinden gönderildiğinde, her iki patikayı da izleyerek, dalgalar gibi kendisi ile etkileşir, karışır ancak ışıl çoğaltıcı ile ya da benzer hassas algılayıcılar ile ancak bir kez tespit edilebilir.

Dalga modeli
Işığın doğasının önemli bir yönü frekansıdır. Bir dalganın frekansı salınım hızıdır ve Hertz birimi ile ölçülendirilir. Bir Hertz saniyede bir salınıma eşittir. Işık genelde, toplamı bileşke dalgayı veren frekanslar tayfına sahiptir. Farklı frekanslar farklı kırılma açılarına maruz kalır.
Bir dalga peşi sıra tepelerden ve çukurlardan oluşur. İki çukur ya da tepe noktası arası mesafe dalga boyunu verir. Elektromanyetik tayf dalgaları boylarına göre sınıflandırılır, bina büyüklüğündeki radyo dalgalarından atom çekirdeği büyüklüğünde gamma ışınlarına kadar. Frekans şu denkleme göre dalga boyuna ters orantılıdır:

Denkleme göre, “v” dalga hızı (vakum ortamda hız “c” olur), “f” frekans, “λ” ise dalga boyudur. Dalgalar değişik ortamlar arasından geçerken hızları değişir ama frekansları aynı kalır. Girişim, iki ya da daha fazla dalganın çakışması sonucu yeni bir dalga şekli oluşmasıdır. Eğer alanlar aynı yönde bileşenler içeriyorsa yapıcı girişim, ayrı yönlerde ise yıkıcı girişim]] yaparlar. Elektromanyetik dalga enerjisi bazen “ışıyan enerji” olarak adlandırılır.

Parçacık Modeli 
Elektromanyetik ışınımın foton denen farklı enerji paketleri (kuanta) olarak parçacık benzeri özellikleri vardır. Dalganın frekansı dalganın enerjisi ile doğru orantılıdır. Çünkü fotonlar enerji taşıyıcıları olarak davranırlar, yüklü parçacıklar tarafından yayılır ve soğurulurlar. Foton başına enerji Planck-Einstein denklemi ile hesaplanır:

Burada “E” enerjiyi, “h” Planck sabitini, “f” ise frekansı temsil eder. Bu foton-enerji ifadesi ortalama enerjisi Planck yayılım yasasını elde etmek için kullanılan daha genel bir elektromanyetik osilatörün enerji seviyelerinin belirli bir durumudur. Bu enerji seviyesinin düşük sıcaklıkta eşdağılım prensibi ile tahmin edilenden kesin bir farkla ayrıldığı gösterilebilir. Bu eşdağılım hatası düşük sıcaklıklardaki kuantum etkisinden dolayıdır.
Bir foton bir atom tarafından soğurulduğunda bir elektronunu uyararak onu daha yüksek onu daha yüksek bir enerji seviyesine çıkartır. Eğer enerji yeterince yüksekse yüksek enerji seviyesine zıplayan elektron çekirdeğin pozitif çekiminden kurtulup atomdan kurtulabilir, buna fotoelektrik etki denir. Tersine bir elektron daha düşük enerji seviyesine indiğinde enerji farkı kadar foton yayar. Her element, atomların içindeki elektronların enerji seviyeleri ayrı olduğundan, kendi frekansında yayar ve soğurur.
Bütün bu etkiler birlikte yayılım ve soğurma tayfını açıklar. Soğurma tayfında koyu bantlar karışık ortamdaki atomların değişik frekanstaki ışığı soğurmasından kaynaklanmaktadır. Işığın geçtiği ortamın bileşimi soğurma tayfının yapısını belirler. Örneğin uzak bir yıldızın yaydığı ışıktaki koyu bantlar yıldızın atmosferindeki atomlardan kaynaklanır. Bu bantlar atom içinde izin verilen enerji seviyelerine karşılık gelir. Benzer bir durum yayım için de oluşur. Elektronlar daha düşük enerji seviyelerine indiklerinde bu düşüşü temsil eden bir tayf yayılır. Bu durum, bulutsu yayılım tayfında kendini gösterir. Bugün bilim adamları bu durumu yıldızların hangi elementlerden oluştuklarını bulmak için kullanmaktadırlar. Ayrıca aynı durum tayfın kırmızıya kayma (redshift) yönteminde kullanılarak yıldızların uzaklıklarını hesaplamada kullanılır.

Yayılma Hızı 
Ana madde: Işık hızı
İvmelenen herhangi bir elektrik yükü ya da herhangi bir değişen manyetik alan EMI üretir. Herhangi bir kablo (ya da anten gibi herhangi bir iletken) alternatif akım ilettiğinde, elektromanyetik ışınım akımla aynı frekansta yayılır. Kuantum seviyesinde ise elektromanyetik ışınım yüklü parçacığın dalga paketi dalgalandığında ya da ivmelendiğinde oluşur. Durağan haldeki yüklü parçacıklar hareket etmez ama bu hallerin birbirleriyle çakışması (süper pozisyonu) yüklü parçacığın kuantum halleri arasında ışınımsal geçiş (radiative transition) durumuna sebep olur.
Elektro manyetik ışınım koşullara bağlı olarak dalga ya da parçacık davranışı gösterir. Dalga durumunda ışınım hızı (ışık hızı), dalga boyu ve frekansı ile karakterize edilir. Parçacık olarak ele alındığında (foton), her parçacığın dalganın frekansı ile ilişkili enerjisi vardır. Bu enerji Planck’ın E=hf ilişkisinden bulunur. Burada “E” fotonun enerjisi, h=6.626 x 10-34 Js ise Planck sabitidir, “f” ise dalganın frekansını simgeler.
Bir kurala koşullar ne olursa olsun uyulur: vakum içindeki EM ışınım gözlemciye göre, gözlemcinin hızı ne olursa olsun, her zaman ışık hızında yol alır. (Bu gözlem Albert Einstein’ın özel görelilik kuramını geliştirmesini sağlamıştır.) Bir ortamda (vakum dışında), hız faktörü ve kırılma indisi frekansa ve uygulamaya bağlı olarak dikkate alınır. Her ikisi de vakumda hızlanan bir ortamın hız oranıdır.

Elektromanyetik tayf 

Ana madde: Elektromanyetik tayf
EM dalgalar dalga boylarına göre radyo dalgaları, mikrodalga, kızılötesi, görünür ışık, morötesi, X-ray ve Gama ışını olarak ayrılırlar.

EMI nın maddeyle etkileşimi

EMI nın maddeyle etkileşimi üç şekilde olur: yansıma, soğurma ve maddeyi geçebilme (aktarma) . Bu etkileşimi EMI nın dalga boyları belirler. Radya dalgaları, radyo antenleriyle alınabilir. Mikrodalgalar bazı maddeleri ısıtabilmektedir. Görülebilir ışık, görme hücrelerini (çubuk ve koni) etkileyecek boyuttadır. Morötesi ışın ve X ışını ise atom ve atom altı parçacıklarla etkileşir.
Görülebilir ışık fotonu maddeye çarptığında madde uyarılır ve foton, maddenin moleküler yapısına göre değişen diğer bir ışık fotonu şeklinde yansıtılır. Bir madde, günışığında eğer kırmızı görülüyorsa, bu madde gün ışığındaki kırmızı dışında tüm görülebilir ışık fotonlarını soğurur, yalnınca uzun dalga boylu olan kırmızı ışığı yansıtır.
Görülebilir ışığı geçiren maddeler saydam (transparent), yarı geçirgen maddeler translusent, geçirmeyen maddeler ise opak olarak adlandırılır. Radyolojide kullanılan tanısal amaçlı X-ışınını fazla geçiren vücut yapıları (akciğerler, yağ dokusu gibi) radyolusent, az geçiren vücut yapıları (kemik, kalsifikasyon gibi) ise radyoopaktır.







Ay Olmasaydı?






Ay Olmasaydı?karşılık havada oksijen miktarı şimdikinden kat be kat yoğun olurdu.


Ay olmasaydı batıdan ve doğudan esecek şiddetli rüzgârlar okyanusların şu andaki kadar sakin kalmasına izin vermezdi.

Buna bağlı olarak bitkiler boyuna büyüyemeyecek yani ağaçlar olmayacaktı. Bitkiler şiddetli rüzgâr nedeniyle yere yapışık olarak büyüyeceklerdi.

Hayvanlar daha kısa ve güçlü bir yapıda olacaktı. Kaplumbağalar gibi korunaklı bir yapıya ihtiyaç duyacaklardır. Oksijen fazla olacağı için metabolizmaları çok hızlı işleyecekti. Bu da dünyanın olağan evriminin çok daha fazla hızlanmasına yol açacaktı.

Ay’ın olmaması beraberinde sonu gelmeyecek bir kuraklık ve buzul çağını getirecekti. Buzul çağında kuraklıkla yaşayan insanoğlunun evrimi de bugünkü gibi olmayacaktı.

Kuvvetli rüzgârlar nedeniyle insanlar duyma yetisine sahip olmayacaklardı. Dolayısıyla konuşmak yerine işaretlerle anlaşmaya çalışacaklardı. Bu da yetenek ve zekâ gibi kavramların gelişimini büyük oranda etkileyecekti.

ay


HİÇ BİR ŞEY TESADÜF DEĞİLDİR!








Nükleer Fizik (Çekirdek Fiziği) Nedir?


Çekirdek fiziği veya nükleer fizik fiziğin atomun çekirdeğini inceleyen dalıdır. Başlıca 3 amacı vardır:
  1. Temel parçacıkları (proton ve nötron) ve etkileşimlerini incelemek
  2. Çekirdek özelliklerini sınıflandırmak, değerlendirmek
  3. Teknolojik gelişmeler sağlamak
Atom çekirdeğini ve temel tanecikleri, aralarındaki etkileşimler açısından, düşük enerjiler alanında inceleyen fizik dalıdır (çekirdek fiziği de denir). Nükleer fizik, İkinci Dünya savaşının sonundan beri çok büyük bir gelişme gösterdi. 
Nükleer fizik, doğal bir radyoaktif kaynaktan çıkan a tanecikleriyle (helyum çekirdekleri) azot çekirdeklerinin bombardıman edilerek yapay dönüşümün (transmütasyon) gerçekleştirilmesinden sonra XX. yy’ın başlarında doğdu. Ama doğal kaynaklardan yayınlanan taneciklerin enerjisinin yetersiz kaldığı çok çabuk ortaya kondu ve fizikçiler, 1930′dan başlayarak bu tanecikleri doğrudan doğruya oluşturmaya ve hızlandırmaya yöneldiler. İlk doğrusal hızlandırıcı 1931′de gerçekleştirildi, ama bilginlere yüksek enerji dönemini açan, E. O. Lawrence’in kurduğu siklotron oldu


Atom tanecikleri, A kütle sayılarına göre hafif tanecikler (döton) ve ağır tanecikler (uranyum 235′in ya da bölünebilen başka elementlerin çekirdek fisyonlarının parçaları) olarak sınıflandırılmışlardır. Bu taneciklerin ya da “mermiler”in (projektil) maddeyle etkileşimi çeşitli görünümler alır. Tanecik, hedef oluşturan atomlardan biri üstünden sıçrayabilir; bu esnek şok ancak çarpan taneciğin, yani merminin hızı yeterince küçükse meydana gelebilir. Megaelektronvolta yakın daha yüksek enerjiler için tanecik, atomu uyarır ya da iyonlaştırır; bu durumda şok elektron düzeyinde yer alır. Merminin enerjisi daha da büyükse, elektron bulutundan geçerek, çekirdeğin yakınma kadar ulaşır; böylece, iletilen enerjilere göre birçok olay meydana gelebilir. Pozitif olarak yüklü tanecik, aynı yükü taşıyan çekirdek tarafından itilebilir: Bu durumda esnek şok söz konusudur. Daha yüksek enerjili tanecik, çekirdeğin içine sızıp, nükleonlardan biri üstünden sıçrayabilir; o zaman nükleer bir esnek şok söz konusu olur. Tanecik çekirdeğin içine sızdıktan sonra yakalanabilir; bu durumda şok esnek değildir. Bununla birlikte, bu son olay nükleer çekim kuvvetlerinin etkisinin zayıflığı yüzünden seyrek olur. Gene de meydana geldiği zaman, bileşik bir çekirdek elde edilir; bu da parçalanır.
Demek ki hızı yeterli büyüklükte olan bir tanecik, enerjisini, uyarılma ve iyonlaşmayla yitirmeye başlar. Birçok atomla aynı anda etkileşen tanecik, nükleer şok durumu dışında hemen hemen düz bir yörünge çizer. İyonlaştırıcı gücü yavaş yavaş azalırken atomik ve nükleer şok olasılığı artar; aldığı yolun sonunda böyle şoklardan kaynaklanan bazı sapmalar gözlenir.

Elektronların 
Maddeyle Etkileşmesi
Elektronların davranışı atom taneciklerininkine benzer. En önemli fark, kütlelerin büyüklük düzeylerinden kaynaklanır. Atomların dış elektronlarının etkileşimleri en sık raslanan olaylardır; ayrıca, şokların yol açtığı enerji azalmalarından dolayı “mermi” elektron önemli sapmalar gösterir. Yörüngeler artık, düz değildirler; elektronlar çevreye saçılırlar. Elektronların durdurulmasına yalnızca şoklar değil, enerji ışıması da yol açar: Gerçekten, hareket halindeki bir yük, ışınım biçiminde enerji yitirir ve tanecik ne kadar yüksek bir hızla hareket ederse ve kütlesi ne kadar küçükse, bu yitim o kadar büyük olur. Bu olay elektronlar söz konusu olduğunda çok önemli olmakla birlikte, öbür temel atom tanecikleri için göz önüne alınmayacak kadar önemsizdir. Pozitif elektronun, yani pozitonun konumunun özellikleri, negatif elektronunkilere tümüyle benzerdir ama, negatif elektronlar bol olduğundan, bir pozitif elektronla, oluşma olasılığı çok kuvvetli olan bir negatif elektronun bir etki olmadan ve kolaylıkla ortadan kalkması söz konusudur.

Fotonların 
Maddeyle Etkileşmesi
Nükleer fizikte, kullanılan fotonlar, özellikle X ve Y ışınlarına denk düşerler. Fotonun özellikleri başka taneciklerden tümüyle farklıdır (kütlesiz ve yüksüz); madde içinden geçerken de davranışı aynı böyledir. Özellikle, foton yükünün sıfır olması nedeniyle, çekirdek tarafından elektrostatik itilmeye uğramaz, Y ışınlan çok daha fazla içe sızıcı ve az iyonlaştırıcıdırlar. Esnek bir şok sırasında foton, enerjisinin bir bölümünü çarpan taneciğe verebilir, böylece fotonla bütünleşen dalganın frekansında bir azalma olur: Bu, hedef olan tanecik, dışta az bağımlı bir elektron olduğu zaman çok önem taşıyan Compton olayıdır.
Foton, enerjisinin tümünü de yitirebilir ve atomun aşağı düzeydeki elektronlarının etkisiyle yok olabilir. Fotoelektrik olay söz konusu olduğunda, çarpan tanecik atomdan dışarı atılır. Y ışınları da bir çekirdeğin yakınında farklı biçimde yok olabilirler: Y fotonu ortadan kaybolur ve kütlesi sıfır olmayan tanecik oluşumu yoluyla özdekleşme (somutlaşma) gerçekleşir. Genel durumda bir foton demetinin soğurulması,aynı anda meydana gelebilen, bu çeşitli etkileşimlerin sonucudur.Böyle ışımaların dozunun ayarlanması, özellikle bunların dokular üstündeki etkilerini araştıran biyoloji ve röntgen uzmanları için önemlidir.

Nötronların Maddeyle Etkileşmesi
Nötronun elektrik yükünün bulunmaması, elektrostaiik kökenli bir etkileşme olasılığını ortadan kaldırır. Foton gibi nötronun da durdurulması, dolayısıyla da ortaya çıkarılması güçtür.Nötron-çekirdek etkileşmesi, yalnızca nötronun yörünge değişimi yoluyla esnek bir çarpışmayla ya da enerji alışverişi yoluyla esnek olmayan bir çarpışmayla sınırlanabilir. Elektronlarla nötronların kütlelerinin oransızlığı (çok farklı olması), böyle çarpışmalar sırasında çok hafif enerji alışverişine yol açar. Buna karşılık,nükleer çarpışmalar, yapay bir Y yayınımıyla birlikte bir çekirdek uyarılmasına,ya da gerçek bir nükleer tepkimeye (dönüşüm) neden olabiir: Nötron soğurulur, daha sonra da çekirdek parçalanır. Bu “mermiler” özellikle fisyon tepkimeleri sırasında kullanılır. Yukarda ortaya konmuş olan sonuçlar istatistik hesaplara ve kuvantum mekaniğinin ilkelerine dayanan matematiksel bir araştırmayla desteklenir.
Bu araştırmalar günümüzde, farklı hızlandırıcılarda, giderek duyarlı deneylere gereksinim gösterilerek sürdürülür. Uygulamaların bütünü, nükleer kimya ile ilgili açıklamalara konu oluşturur.


alıntıdır




ÇEVREMİZE SAHİP ÇIKALIM GERİ DÖNÜŞÜM HAKKINDA BİLGİLENELİM




RADYASYON (hz. ABDULLAHOĞLU)






Radyasyon veya Işınım, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji yayımı ya da aktarımıdır. "Radyoaktif maddelerin alfa, beta, gama gibi ışınları yayması"na veya "Uzayda yayılan herhangi bir elektromanyetik ışını meydana getiren unsurların tamamı"na da Radyasyon denir. Bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere radyoaktif madde ("ışınımsal madde") denir.

Tarihçesi


Batıya göre 1896' da Fransız fizikçi Henri Becquerel ilk olarak uranyum tuzunun görünmez ışınlar yaydığını farketmiştir. İki sene sonra Marie Curie ve eşi Pierre Curie uranyum ile deney yaparken benzer ışınlara rastlamışlardır. Bu deneyde polonyum ve radyum oluştuğunu görmüşlerdir ve bu iki elementi ilk keşfedenler olmuşlardır. Polonyum ve özellikle radyum'un daha fazla ışın yaydıklarını gözlemişlerdir.

Zararsız radyasyon


Alfa, Beta ve Gama ışınları elektromanyetik spektrumun en üstünde yer alır, insan sağlığına zararı tartışılmaz ve bir sonraki başlıkta incelenmiştir. Bunun hemen altındaki X ışınlarının da insan sağlığına zararlı olduğu bilinir. X ışınlarının altındaki UV (Morötesi) bölgesi de, cilt kanserleri başta olmak üzere birçok zarar verir. Ozon tabakasındaki deliklerden kaynaklanan; güneşin kanser yapıcı etkisi budur.
UV bandının hemen altında görünür ışık bölgesi vardır. Direkt olarak göze (retinaya) ve çok yüksek şiddette uygulanmadığı sürece bir zararı bilinmemektedir, Tam aksine çevremizi görebilmek için görünür ışığa ihtiyacımız vardır. Görünür ışığın "Zararsız ışınım" sınıfına girdiği söylenebilir.
Görünür ışığın altında, "ısınmamızı" sağlayan IR (Infra Red-Kızılötesi) bandı vardır. IR bandında radyasyon yapan kaynaklara örnek olarak mangal, kömür sobası, kalorifer peteği, Elektrikli IR ısıtıcılar verilebilir. IR bandı da ikiye ayrılır. Üst IR bölgesindeki kızıl ışık veren elektrikli IR ısıtıcılar Mangal, Alt IR bölgesindekiler ise Kalorifer peteği ve ışık vermeyen elektrikli ısıtıcılar gibi kaynaklardır. IR bandındaki ışınımın da zararsız olduğu kabul edilir.
IR bölgesinin altında mikrodalga ve radyo dalgaları bulunur. Bu banttaki elektromanyetik radyasyon kaynaklarına Cep telefonu, Baz istasyonlar, Mikrodalga ısıtıcılar örnek verilebilir. Bu kaynakların yakın ve yüksek güçte olması, IR gibi vücutta ısınmaya sebep olur. Ancak bu ısınma deriye değil, vücudun derinliklerine işleyebildiğinden hem hissedilmesi zordur, hem de bu aşırı ısınma insana zararlı olabilir. Tam kesin olmamakla birlikte, bu tür ısınmanın kanserojen etkilerinin olabileceğini düşünen bilim çevreleri vardır. Ancak gücün çok yüksek, mesafenin de çok yakın olması durumunda IR'de olduğu gibi yanma (pişme) belirtileri derhal görülür. Örneğin bir cep telefonunun çıplak antenine parmağınızla (sıkmadan) hafifçe dokunursanız parmağınızda yanık oluşabilir.
Baz istasyonlarının ve Cep telefonlarının zararları son zamanların popüler konularındandır. Bir cep telefonunun gücü yaklaşık olarak 4 Watt kadar iken, Bir baz istasyonunun gücü 50 Watt'ın üstünde, Bir mikrodalga fırının ise 700-1000 watt arasındadır. Ancak bu kaynaktan uzaklaştıkça vücuda düşen radyasyon enerjisi karesel olarak azaldığından örneğin elimizde tutup kulağımıza koyduğumuz bir cep telefonu vücudumuza, birkaç metre uzaktaki bir baz istasyonundan ya da birkaç on metre uzaktaki (kapağı tamamen açık) bir mikrodalga fırından daha fazla ısı enerjisi oluışturacaktır. Bu yüzden cep telefonu ile konuşurken kulaklık kullanılması ya da görüşmenin mümkün mertebe kısa tutulması gerekir.

Radyasyonun zararları


X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik tayfın parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır.Alfa, beta, gama, X ışınları ile kozmik ışınlar ve nötronlar çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçacıklar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması sonucu iyonlaşma olur.
İyonlaşabilen elektromanyetik ışınımları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur.
Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan ışınımsal maddelerin, atmosferik devinimlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona neden olmuştur



20 yıl dayanan ampul piyasada


20 yıl dayanan ampul piyasada



ABD'de 20 yıl dayanan led ampul çevre gününde piyasaya sürüldü.
Enerji tasarrufu alanında önemli gelişme.
Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 yıl ömürlü tasarruflu ampul geliştirildi.
Dünya Çevre Günü'nde Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 yıl ömürlü tasarruflu bir ampul piyasaya sürüldü.
Amerikan Enerji Bakanlığı'nın açtığı yarışmada ödül kazanan LED ampul düşük maliyete karşılık yüksek verimlilik sağlıyor.
Yeni LED ampul klâsik 60 wattlık ampul kadar ışık verip 10 wattlık enerji harcıyor.
60 dolardan piyasaya sürülen ampulün fiyatı, üretici şirketin 10 milyon dolarlık ödülü almasının ardından 10 dolar ucuzlayacak.

Başta Avrupa Birliği üyeleri olmak üzere bir çok ülke 120 yıldır kullanılan 'Edison ampulü' olarak nitelendirilen klâsik ampüllerin yerine aşamalı olarak tasarruflu lamba kullanımını zorunlu hale getiriyor.
LED ampuller elektrik gücünün yüzde 25'ini ışığa dönüştürüyor ve bu sayede yüzde 80'e varan tasarruf sağlıyor.
Yakın bir gelecekte aydınlatma sektörünün tamamen LED sistemlere geçmesi hedefleniyor.









VECİHİ HÜRKUŞ KİMDİR?


VECİHİ HÜRKUŞ KİMDİR?

İlk türk uçağını imal eden, Türk Sivil Havacılık Okulu'nun kurucusu, İlk sivil uçağımız VECİHİ K-XIV ile ilk eğitim ve spor uçağımız VECİHİ K-XV imalatçısı aynı zamanda da ilk sivil havayolu şirketimiz olan Hürkuş Havayollarını'nın kurucusu olan Vecihi Hürkuş, 6 Ocak 1896 tarihinde İstanbul'da doğdu.

1. Dünya Savaşı'na katıldı. Yaralanınca, Yeşilköy Tayyare Mektebi'ne girdi... ve Pilot Astsubay rütbesiyle mezun oldu. Birinci Dünya savaşı sırasında Ruslar'a karşı keşif uçusu yapan Vecihi Bey Ruslar'a esir düştü. Hazar Denizi üzerindeki Nargin adasından yüzerek kaçmayı başaran ve İran üzerinden Erzurum'a kadar yürüyerek yurda dönen Vecihi Bey, Yeşilköy'de bulunan 9. Harp Tayyare Bölüğü'nde görev aldı.

Kurtuluş Savaşı'na katılan Vecihi Bey, özellikle İnönü ve Sakarya savaşı sırasında çok başarılı keşif ve destek uçuşları yaptı ve bir Yunan uçağını düşürdü. Vecihi Bey'e kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ve üç kez takdirname verildi. 1924'te ganimet olarak Yunanlılar'dan ele geçen motorlardan yararlanarak ilk Türk uçağını imal eden Vecihi Bey, 28 Ocak 1925'de "VECİHİ K-VI"adını verdiği uçağını uçurdu.

* Ertem Eğilmez’in yönettiği Gülen Gözler filminde, Vecihi Hürkuş’tan esinlenilerek, Şener Şen tarafından canlandırılan Vecihi karakteri yaratılmıştır.


CERN'deki Türk fizikçi Tanrı Parçacığı'nı anlattı

Herkesin merak ettiği soruları Taha Akyol CERN'de görevli Türk fizikçiye sordu..



Bilim dünyası İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki (CERN) deneye kilitlenmişti. İlk açıklamalara göre Tanrı Parçacığı bulundu. Ancak kafa karışıklığı devam ediyor.
Hürriyet gazetesi yazarı Taha Akyol, CERN’de çalışan Türk fizik Prof'u Gökhan Ünel'e kafaları karıştıran tüm soruları yöneltti.
TANRI parçacığı ya da öbür adıyla Higgs Bozonu denilen atom-altı parçacık sahiden bulundu mu? Bilim tarihinde anlamı nedir? Ne işe yarar? Bu soruları CERN’de çalışan Prof. Gökhan Ünel’e sordum. Mayıs ayında Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile CERN’i ziyaretimizde tanışmıştım (Hürriyet, 24 Mayıs).
California Üniversitesi’nden CERN’e gönderilmiş bir Türk bilim adamı, kendisini “Türk bilim rönesansına” adamış genç bir fizik profesörü... Mesele şu: 13.7 milyaryıl önce ‘big bang’ meydana geldiğinde açığa çıkan akıl almaz enerji nasıl oldu da sonsuz boşluğa ısı ve ışık olarak dağılacağına “kütle” kazandı yani maddeye, galaksilere, yıldızlara dönüştü? Bunu sağlayan atom-altı bir parçacık olmalı diye düşünen bilim adamları CERN’de bu parçacığı araştırıyorlar. “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” (BHÇ) içinde ‘big bang’ ortamı oluşturuluyor ve bu ‘parçacık’ gözlemlenmeye çalışılıyordu. Prof. Ünel, BHÇ’de “Güneş merkezindeki enerjiden yaklaşık 100 bin kat daha fazla” enerji yoğunlaşması sağlanarak bu deneylerin yapıldığını söyledi.

PARÇACIK BULUNDU MU?

Prof. Ünel, iki büyük deneyde de “yeni bir parçacık” görüldüğünü belirterek şunları söyledi: “Bu yeni parçacık aradığımız parçacık mıydı? Yoksa bir algıç hatası ya da üst üste 10 defa tura gelmesi gibi tabiatın bize yaptığı bir istatistik şakası mıydı? Böyle olması ihtimalinin 3 milyonda bir olduğu hesaplandı! Yani kesinlikle yeni bir parçacık bulduk, ama bu nedir henüz tam bilmiyoruz. Higgs parçacığı olabilir...” Bulunan parçacık Higss parçacığının teorik özelliklerine uygun gözüküyor... “Ancak elimizdeki veri ile olası her özelliğe bakamadık. Yapılacak ilk iş daha çok veri toplayıp bu görülen parçacığın gerçekten Higgs olduğundan emin olmak... Higgs parçacığı ise, artık protonu oluşturan temel parçacıklara (kuarklar, elektronlar vb.) kütle kazandıran mekanizmayı anlıyor olacağız...” Anlıyor olacağız da ne olacak?..

BULUŞ NEYE YARAYACAK?

Günlük hayatımızda ne gibi gelişmeler olacak? İşte cevabı: “Pratikte bu ne işe yarar sorusu için çok erken. Biz bugün bir çocuğun doğumunu müjdeledik, ileride hangi mesleği yapacağını şimdiden bilemeyiz! Tersini söyleyen ‘benim torunum ileride başkemancı olacak’ diyen bir dede gibi komik duruma düşer!” Peki bu bulgu temel fizik teorileriyle uyumlu mu, yepyeni bir teori mi doğuyor? “Eğer bulunan parçacık gerçekten Higgs Bozonu ise, bizi buraya kadar getiren kuram olan Standart Model’i doğrular nitelikte olacaktır. Yani temel fizik kuramları, kuantum ve görelilik gibi bilgiler ile uyumlu. Zaten bunlara tamamen zıt bir şey bulmamız mümkün değil. Biz Vatikan değiliz ki önce ‘dünya tepsidir’ veya ‘duruyor’ deyip sonra ‘yok yuvarlakmış, dönüyormuş’ diye devamlı kendimizle çelişelim. Bilimde ilerlemeler adım adım ve her adımdan emin olarak yapılır. Bu yüzden Higgs’i bulduk’ demiyoruz. Aman bizim magazin düşkünü insanımıza gereksiz malzeme vermeyelim.”

EVRENİN TARİHİ

Gökhan Ünel’in gönderdiği “Evrenin tarihi” şemasını biraz sadeleştirerek size de sunuyorum:
- 0 saniye: Büyük Patlama, enerji yoğunluğu sonsuz, çünkü evren nokta kadar.
- 0,-25 tane sıfır
-1 saniye, yani saniyenin trilyonda birinin trilyonda biri: BHÇ’nin ulaşabileceği en yüksek yoğunluk, nokta halindeki evren yaklaşık 300 milyon km’ye genişlemiş.
- 0,00001 saniye: Proton ve nötronlar oluşuyor.
- 3 dakika = 180 saniye: Hidrojen ve helyum gibi hafif çekirdekler oluşuyor.
- 380 000 yıl: Elektronlarla birleşen hafif çekirdekler hidrojen ve helyum atomlarını oluşturuyor.
- 200 milyon yıl: Yıldızlar ve gökadalar oluşuyor.
- 9.2 milyar yıl: Güneş sistemi oluşuyor.
- 10 milyar yıl: Dünya’da hayat başlıyor.
- 13.7 milyar yıl: Bugün...

TEMEL BİLİMLER UYARISI


Prof. Ünel’in Türkiye’de uygulamalı bilimlere büyük önem verilirken temel bilimlerin ihmal edilmesini eleştiren şu uyarısını, YÖK’e ve bilim camiamıza sunuyorum: “Türkiye’de anne-babaların, hatta öğretmenlerin bile ‘oğlum, kızım fizikçi olacak da ne olacak’ demesi, fizik bölümlerinin kapanıp hocaların işten çıkarılması içimi acıtıyor. Mühendislik, ancak biri bin yapabilir; sıfırı bir yapmak ise temel bilimlerin, özellikle de fizikçilerin işidir. Eğer bunu unutursak ülkemiz geri gider.”

TAHA AKYOL

PİRİ REİS VE HARİTA




PİRİ REYİSİN HARİTASINI NASIL AÇIKLAMAMIZ GEREK ?
 


Genel Görünüm
Harita ceylan derisi üzerine çizilmiş, 90 x 60 cm boyutlarındadır. Ortaçağ haritalarından sıkça rastlanan portolan tarzında yapılmıştır, yani enlem ve boylam çizgileri yerine anahtar noktalarda yönleri gösteren pusula gülleri ve bunlardan ışınsal olarak yayılan yön çizgileri vardır. 

Kenarlarda açıklayıcı nitelikte çeşitli notlar vardır. Notların bır kısmı tutsak edilmiş Portekiz ve İspanyol denizcilerin ifadelerine dayalıdır. Notlarda Yeni Dünya'nın yerlileri, hayvanları, bitkileri, madenî zenginlikleri ve diğer ilginç özelliklerine değinilir. Ayrıca, gösterilen yerlerde bulunduğu rivayet edilmiş hayvan veya hayalî yaratıkların resimlerini de gösteren harita, toplam dokuz renkle çizilmiştir. 

Kenar notlarından birinde bu haritanın batıda Kristof Kolomb'un keşfettiği yöreler, doğuda da "Çin, Hint ve Sint" bölgelerini gösterdiğini yazar. Sağ kenardaki notlarının bazıların yarım cümlelerden oluşması bu haritanın daha büyük bir dünya haritasının sol yarısı olduğunu gösterir; öbür yarısı kayıptır. 

Notlardan bir diğerinde "İşbu haritayı Kemal Reisin biraderzadesi unvanile müştehir Pii 9 Mart ile 7 Nisan arasında Geliboluda tahrir eylemiştir''" yazar. Kenar notlardaki bilgilerin bir kısmı Piri Reis'in daha sonra yazdığı Kitab-ı Bahriye'sinde de aynen yer alır.seran



Haritanın kaynakları
Kenar notları bu haritanın, bir kısmı Akdeniz'de ele geçirilmiş İspanyol ve Portekiz gemilerinde bulunmuş olan, yaklaşık 20 haritanın bir birleşimi olduğunu belirtmektedir. Bunların arasında sekiz 'Caferiye' haritası, dört Portekiz haritası, güney Asya'ya ait bir Arap haritası ve Kristof Kolomb'a ait bir Amerika haritası vardır. Caferiye haritaları, çok eskiye dayanan, Abbasi halifelerinden Al-Me'mun Al-Ca'far zamanında kopyalanmış olan, Büyük İskender zamanına ait haritalardır. 

Piri Reis, haritasının Orta Amerika kısmının kaynağının Kristof Kolomb olduguna bu satırlarla belirtir: "Bu isimler ki mezbur cezairde ve kenarlarda kim vardır, Kolonbo komuştur ki anınla malûm oluna. Ve hem Kolonbo ulu müneccim imiş. Mezbur hartide olan bu kenarlar ve cezireler kim vardır, Kolonbonun hartisinden yazılmıştır."

Piri Reis haritasının Kristof Kolomb haritasından kaynaklandığının önemli bir delili, Küba'nın yokluğudur. Kristof Kolomb seyahatnamelerinde Küba'nın bir ada değil, kıtanın uzantısı oldugunu yazmıştır ve Piri Reis haritasında da Küba bu şekilde gösterilir.

Notlarda "Antilya" olarak değinilen Karayipler hakkında çeşitli bilgiler verilir. Bir kenar notunda adı geçen "Izle de Spanya", (günümüzde Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'nin bulunduğu) Hispanyola adasına karşılık geldiği anlaşılabilse de, bu kenar notunun yanındaki adanın şekli Japonya'ya benzemektedir. Macellan'ın seyahatlerinden önceki dönemde Atlas Okyanusu'nun batı kıyısında Asya olduğu kanısı yaygındı. Çin'e varmak amacıyla yola çıkan Kristof Kolomb'un yanına Uzak Doğu Asya haritaları almış oldugu bilinir, bu Kolomb'un Doğu Asya kıyılarını gösteren haritalara kendi keşfettiği yerleri eklemiş olması muhtemeldir. Haritanın bu bölgesindeki pek çok kıyı şekli Asya'nın doğu kıyılarına karşılık gelmektedir. 

Karayipler'in çiziminde Piri Reisin iki haritadan yararlandığı anlaşılabilir. Sancuvano Batisdo adı iki farklı ada için (biri günümüz Porto Riko'sunda bulunan San Juan Bautista, öbürü Küçük Antiller'de yer alan Santa Maria de Guadalupe) kullanılmıştır, ayrıca Virgin Adaları iki kere çizilmiştir. 

Güney Amerika'nın içerlerinde görülen dağlar Caneiro haritasında da görüldüğünden dolayı, Piri Reis'in kaynaklarından biri muhtemelen onun türevlerindendir.

Brezilya kıyıları konusundaki kenar notunda bu kıyıları kazara keşfetmiş Portekiz kaşiflerin ayrıntılı anlatılarından yararlandığını belirtir. Söz konusu kaşif şüphesiz 1500'de Hindistan'a giderken Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral'dir.

Haritadaki bazı yörelerin kaşiflerin Ceneviz'li olduğuna dair övücü ifadeler bulunması, ayrıca Kristof Kolomb'dan onun İtalyanca'da kullanılan adı olan 'Kolombo' olarak bahsetmesi Piri Reis'in Cenevizli kaynaklardan da yararlandığına işaret eder.



Haritanın kaynakları hakkında diğer teoriler
Piri Reis haritası 1960'lı yıllarda bazı bilim ötesi teorilere ilham kaynağı olmuştur. Charles Hapgood, haritada Güney Amerika'nın güney ucundan doğuya doğru olan uzantıyı, 16. yüzyılda henüz varlığı bilinmeyen Antarktika olarak yorumlamıştır. Bu kara parçasının haritada buzlu görünmemesi, Sahra çölünde ise göllerin görünmesi yüzünden Hapgood, Piri Reis'in kullandığı kaynaklar arasındaki bir haritanın, dünyanın onbin yıl önceki, ikliminin günümüzden çok farklı olduğu, bir dönemine ait olduğunu öne sürmüştür. Bu iddiaya göre Piri Reis, tarih öncesi çağlarda yaşamış bir medeniyetten kalma bir haritadan yararlanmıştır. Erich von Daniken ise Tanrıların Arabaları adlı kitabında, Piri Reis haritasındaki bazı şekil bozukluklarını açıklamak için, uzaylı bir medeniyetin uzaydan çektiği dünya fotoğraflarından yararlanılmış olduğunu iddia etmiştir.

Ancak, bu görüşler bilimsel çevrelerderde destek bulmamışlardır. Örneğin, haritada gösterildiği biçimiyle Nijer nehrinin yatağı, Sahra'da olmuş olabilecek göllerden beslenemeyecek kadar yüksek bir irtifadadır. Haritanın pek çok ayrıntısı dünyanın uzaydan görünümüne uymacak derecede hatalıdır. Üstelik, Antarktika teorisiyle çelişkili olarak, Piri Reis'in kendisi, bir notunda haritanın alt kısmındaki kara parçası hakkındaki bilgileri rotalarından çıkıp kaybolmuş Portekizli denizcilerden aldığını, onların dediğine göre o yörenin çok sıcak olduğunu yazar.

Haritada Güney Amerika kıyılarının doğuya doğru dönmesinin bir açıklaması, Güney Amerika'nın doğru çizilmesi halinde haritanın üzerine çizildiği kıymetli ceylan derisinde ona yer kalmayacağıdır. Bu görüşe göre Piri Reis, haritaya bir ekleme yapıp onun güzelliğini bozmaktansa Güney Amerika kıyılarını haritasının alt kısmına kaydırmıştır.


BİLİM DÜNYASI

BU SORUYU BİLENE?



BU SORUYU BİLENE 3 BİN LİRA!





İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödeyeceğini açıkladı. Soru ise, “Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”...

İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödemeyi vaat etti:

“Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”

Bugüne kadar, buharlaşma, ısı yayılımı, aşırı soğutma gibi teoriler öne sürülse de bu konuyla ilgili ikna edici bir kanıt bulunamadı. Kraliyet Kimya Birliği, yaratıcı ve göz alıcı cevapları 30 Temmuz’a kadar “www.hermes2012.org/ice” web sitesine beklediklerini açıkladı.

Aristoteles ve Descartes bile cevaplayamadı

Aristoteles ve Descartes gibi ünlü filozofların bile cevabını bulamadığı problem, 1968 yılında Tanzanyalı üniversite öğrencisi Erato Mpemba’nın, hocası Dennis Osborne’a bu soruyu sormasıyla ünlendi.

‘Mpemba Etkisi’

Osborne, soruya cevap veremedi ve bununla ilgili daha sonra çok ünlü olacak bir makale yayınladı. Bu soru, o zamandan beri ‘Mpemba Etkisi’ olarak adlandırılıyor.

(Vatan)

CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) 4 Temmuz’da tarihî bir gün yaşadı.
 40 yıldır aranan parçacığa dair önemli bir keşif gerçekleşti. Fakat o parçacığın
 Higgs olduğunu söylemek için biraz daha
 zaman gerekiyor. Bilim dünyasının gözü geçen hafta bir kez 
daha Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’deydi. ‘Bir kez daha’ diyoruz
 çünkü Aralık 2011’de de dikkatler aynı yere 
odaklanmıştı. O zaman gelmeyen müjdeli haber bu kez geldi ve fizik dünyası yen
olduğu kadar heyecanlı bir döneme girdi. Belki de önümüzdeki çağın adı 
Higgs olacak.Açık konuşmak gerekirse; 40 yıldır aranan ve teoride maddeye
 kütle kazandırdığı kabul edilen Higgs parçacığı 
deneysel olarak da yüzde 100 olmamakla birlikte tespit edildi.
 CERN’deki bilim insanları, 4 Temmuz’da Higgs olma ihtimali çok
 yüksek yeni bir atomaltı parçacık bulduklarını açıkladı. 126 giga
 elektronvolt (GeV/c2) kütle bölgesinde keşfedilen parçacığın Higgs
 olduğunu kesin olarak söylemek içinse araştırmalar devam edecek.
 Yeni keşfin ne anlama geldiğini CERN’deki ALICE deneyinde çalışan
 bilim adamlarından Dr. Sedat Altınpınar’a sorduk.
-Geçen yılki sonuç biraz endişe içinde açıklanmıştı ve yüzler
 gergindi. Bu kez hem coşku vardı hem de yüzler gülüyordu, 

bunun sebebi ne?

İlginç, yüz ifadelerindeki değişikliği fark etmemiştim; daha coşkulu bir 

ortam olduğu kesin. Geçen sene yeni bir parçacığın kuvvetli işaretleri 
duyurulmuştu; ama bir keşiften bahsetmek için erkendi. Şimdi yeni bir
 parçacığın varlığından bahsetmek için bilimsel yeterlilik sağlandı. Şöyle
 bir benzetmeyle anlatayım: Okyanusta dalga yüksekliğini ölçtüğünüzü
düşünün. Yüzeyde sürekli dalgalanmalar oluyor; ama siz sıradan
 olmayan bir dalganın peşindesiniz. Koca okyanus didik didik edildi 
ve kasım ayında epey büyük bir dalga gözlemlendi. O dalga şimdi
 tsunami oldu ve artık onun sıradan bir dalga olmadığından eminiz. 
Fizikçiler seçilen bir dalganın sıradan dalgalara göre farklılığını sigmalarla 
ölçüyor. Şu anda 5 sigma seviyesine erişildi ve dalganın farklılığı 
kesinleşmiş oldu. Geçen sene 2 küsür sigma vardı. Tekrar sorunuza 

dönecek olursak sigmalar arttıkça, fizikçilerin yüzündeki tebessüm artar.

-O zaman ‘Higgs yılanının’ kuyruğunu yakaladık diyebilir miyiz?


 Yoksa karşımıza başka bir sürüngenin çıkma ihtimali var mı?

Eger bir Higgs parçacığı varsa kuyruğunu yakalamış olabiliriz. 

Süpersimetrik teorilere inanırsak Higgs parçacığı tahtını bir ikizle paylaşmak
 durumunda. İkizlerden birini veya egzotik bir bozon parçacığı da 
görmüş olabiliriz. Bu durumda Standart Model dediğimiz, şu ana kadar
 tabiatı ve temel parcacıklarını çok başarılı şekilde tarif eden teorik
 yapının ötesinde bir fiziğe de kapı açılmış olur. Ancak söylediklerim Higgs’in
 keşfiyle ilgili temkinli bir yaklaşım. Ben CERN direktörü Rolf Heuer’in 
sözlerine katılıyorum: “Bu işten anlamayan biri olarak, bulduğumuzu
 sanıyorum.” Kristof Kolomb gibi, bir kıtanın karşısındayız.
 Amerika mı Asya mı zamanla anlayacağız. Yeni bir kıta gördüğümüz
 kesin. Veya okyanus örneğini kullanırsak tsunamiyi gördük, şimdi

 onu tetikleyen deprem miydi fırtına mıydı, bulmak gerekiyor.

-Bazı gazeteler Higgs parçacığının kesin bulunduğunu, 

bazıları ise yüzde 99,9 oranında yaklaşıldığını yazdı. Doğr

u olan hangisi?

Bu daha önce açıkladığım sigmalarla ilgili bir konu. Takriben söylemek

 gerekirse, 1 sigma yüzde 68’e, 3 sigma yüzde 99’a ve 5 sigma 
yüzde 99,9999’a tekabül ediyor. Matematiği biraz iyi olanlar bunun 
Gauss dağılımıyla ilgili olduğunu anlamıştır. Sözü geçen kesinlik, bir
 parçacığın varlığıyla ilgili, yani yeni bir parçacık gözlemlendiği kesin;
 fakat bunun Higgs olup olmadığı kesinleşmedi. Standart Model, Higgs 
parçacığıyla ilgili kütlesi hariç tüm özellikleriyle ilgili öngörülerde bulunuyor
. Şimdi bu kriterlerin test edilmesi gerekiyor. Eğer bu fiziksel nitelikler

 sağlanırsa, ölçülen parçacığın gerçekten Higgs olduğunu anlayacağız.

-Yüzde yüz kesinlikte bulunması için araştırmaların ne kadar


 süreceğine ilişkin öngörü var mı?

Yüzde yüz hiçbir zaman olmayacaktır. Çünkü okyanus sakin bir su 

değildir, tabiatında hep dalgalı olmak vardır. Higgs parçacığının 
ölçümünde de benzer durum söz konusu. 5 sigmalık güvenirlik fizikçilerin

 üzerinde uzlaştığı bir kabul aslında.

-Higgs parçacığı kütlesiz olduğu için görülmez deniyor, o zaman


 tespit edilen şey ne?

Evet aslında Higgs parçacığı, Higgs mekanizması dediğimiz bir 

konseptin sonucu. Bir anlamda bu mekanizmayla, Antik Yunanlıların
 ortaya attığı esir maddesi konsepti gibi bir şeye dönmüş oluyoruz.
 Bu teoriye göre vakum aslında mutlak bir boşluk değil, bilakis belli
 mekanizmalarla donatılmış bir medyum. Bugün de şunu söylüyoruz:
 Bütün vakum Higgs alanıyla dolu ve tüm parçacıklar niteliklerine göre
 bu medyuma az veya cok yapışıyor. Az etkileşenler küçük, çok etkileşenler
 büyük kütleli oluyor. Medyuma Higgs denizi dersek, bu denizle
 parçacıkların etkileşimi Higgs parçacığı vasıtasıyla oluyor. İlginç
 olan Higgs parçacığının kendisinin de bu denizle etkileşmesi ve 
dolayısıyla kütleli olması. Higgs’in kütlesi olmadığı tezi tam doğru değil.
 Üstelik son ölçülen şey buydu: 126 küsur GeV/c2’lik bir kütle.

 (Bir GeV/c2, hemen hemen bir protonun kütlesine tekabül ediyor.) 

-Bu keşfin ardından fizik biliminin yeni bir çağa gireceğini


 söyleyebilir miyiz?

Evet, hâlâ çözülmesi gereken sorular olmakla beraber bunun bir

 milat olduğunu söyleyebiliriz. Şu anda Standart Model’in içindeki
 temel parçacıkları düşündüğümüzde (Higgs’i bulduğumuzu varsayarsak) 
yapbozun son halkası da yerleşmiş oldu. Standart Model’in yine de
 açıklanması gereken tarafları var. Mesela modelin üretemediği,
 hariçten alması gereken parametreleri var; bunların anlaşılması lazım.
 Higgs parçacığı anlaşıldıkça insanoğlunun hayatına ve uygulamaya

 yönelik yansımaları olacaktır.

-Higgs’in bulunması, evrenin yaratılışı hakkında ne tür


 bilgiler verecek?

Bu önemli bir soru, çünkü bu konuda çıkan haberlere baktığımda 

sapla samanın birbirine karıştığını görüyorum. (İsmet Berkan’ı bu
 açıdan takdir ederim. Fizikçi olmayan birine göre konuya hâkimiyeti var.)
 Higgs mekanizması bugün etrafımızda gördüğümüz kütlenin bir
 kısmını açıklıyor. Yani doğrudan evrenin oluşumuna yönelik bir araştırma
 olmasa da illaki birçok fizik konusu gibi alakası var. Sözlerim yanlış 
anlaşılmasın; elbette Higgs parçacığının kütlesinin kozmolojik sonuçları 
da var. CERN deyince çalışılan tüm konular cağrışım yaptığı için yazılan
 makale ve haberlerde Higgs, evrenin başlangıcı gibi konular birbirine
 giriyor. CERN’deki büyük deneylerden ATLAS ve CMS öncelikli 
olarak kendilerini Higgs konusuna vakfetmiş. LHCb deneyi madde
 antimadde arasındaki asimetriyi araştırıyor. Benim de mensubu
 oldugum ALICE deneyi ise evrenin başlangıç şartlarını inceliyor 

ve Higgs gibi bir önceliği yok.

-40 yıldır aranan parçacığın henüz tam olarak bulunamadığını


 söylüyorsunuz. Araştırma neden bu kadar uzun sürüyor?

Bir önceki sorudan devam etmek gerekirse, zaman zaman Higgs’in

 evrenin başlangıcındaki hususiyetlerini konu ederek
, ‘hızlandırıcıda evrenin başlangıç şartlarındaki enerjiyi üretebilmesi
 gerekir’ diye yazılar okuyorum. Eğer Higgs parçacığının kütlesi
 daha küçük olsaydı belki de çok önceden daha düşük enerjilerde 
çalışan hızlandırıcılarda keşfedilecekti. Buradan soruyla devam edebiliriz.
 Hızlandırıcıların en azından Higgs’in kütlesini oluşturacak kadar bir
 enerji sağlaması gerekiyor. Bunun haricinde bir iki mesele daha var;
 yine okyanus metaforunu kullanırsak çok dalgalı bir ortamda
 tsunamiyi seçmek daha zor. Ayrıca deneylerin kalitesi, hassasiyeti gibi
 konular var. Mevcut deneylerin ilk fikirlerinin 20 küsur sene 
öncesine dayandığı, bunların ciddi fizibilite, detektör, AR-GE’si vs.

 düşünüldüğünde 40 yıl yadırganacak bir zaman değil.


AKSİYON DERGİSİ