MATEMATİK DEHASINDAN YENİ FORMÜL!



Daha önce Matematikte "7,12 ve 13 ile bölünebilme formüllerini" bulan, Denizli Acıpayam Anadolu Lisesi Matematik Öğretmeni Ethem Deynek, bu kez de 14 ile Bölünebilme formülünü buldu. 

Deynek, yeni geliştirdiği formüle "Deynek 14’lüsü" adını verdiğini söyledi. Bilinen 14 ile bölünebilme kuralının “2 ve 7 ile tam bölünen sayılar 14 ile de tam bölünür” şeklinde olduğunu, şimdiye kadar kullanılan bu kuralının 14 ile tam bölünen sayılarda kullanıldığını söyledi.

Deynek, ” bir sayının 14 ile bölümünden kalan sayı nasıl bulunacak ve bu kalan sayı kaç olacak? 1 mi, 2mi, 3 mü, 4 mü ...12 mi, yoksa 13 mü? İşte şimdiye kadar kullanılan mevcut 14 ile bölünebilme formülü bu soruya cevap veremiyordu.” Deynek 14’lüsü” formülü ile artık bu sorun çözülecek.Bir sayının 14 ile bölümünden elde edilen kalan rahatlıkla bulunabilecek.” şeklinde ifade etti.

Matematik alanında yeni formüller bulabilmenin güç olmasına rağmen,geride bıraktığımız yıllarda 4 tane formül bulmanın mutluluğunu yaşadığını, Türk matematikçilerin ismini tüm dünyaya duyurabilmenin tek gayesi olduğunu söyleyen Deynek; önümüzdeki süreçte yeni formül buluşlarının devamının geleceğinin de müjdesini verdi.


Başarıları konuşulmaya başlanan Deynek'in formülleri matematik kitaplarına girmesi bekleniyor.

İşte Ethem Deynek'in 12 bölünme formülü:



“abcdefg ” sayısının 12 ile bölünüp bölünemediğini saptamak için aşağıdaki yöntem uygulanır.


Sağdan başlanarak birler ve onlar basamağındaki rakamların üzerine sırasıyla “1 ile 2” rakamları yazıldıktan sonra, geriye kalan diğer basamaklardaki rakamlar üzerine de sırasıyla 4, 8, 4, 8, 4, 8, . . . rakamları yazılır ve yine sağdan başlanarak sayının rakamları +, -, + , - , ... şeklinde işaretlenir



Yukarıdaki tabloya göre; aşağıdaki matematiksel işlem yapılır.


1.g ─ 2.f + 4.e ─8.d + 4.c ─ 8.b + 4.a işleminin sonucu 0 veya 12 nin katı ise abcdefg sayısı 12 ile tam bölünebilir.
Eğer sonuç 0 veya 12 nin katı değilse, sayı 12 ile tam bölünmüyor demektir. Kalanı bulabilmek için çıkan sonucun (mod 12) deki değeri kalanı verir.


Yukarıda verilen 12 ile bölünebilme kuralına “DEYNEK 12’ lisi” denir.


Örnek 1: 1341578 sayısını inceleyelim




1.8─2.7 + 4.5─8.1 + 4.4─8.3 + 4.1


= 8 ─14 + 20─8 + 16─24 + 4


= 2
1341578 sayısı 12 ile tam bölünemez. 1341578 sayısı 12 ile bölündüğünde 2 kalanını verir.


Örnek 2: 560424 sayısını inceleyelim




1.4─2.2+4.4─8.0+4.6─8.5


=4─4+16─0+24─40


= 0


Sonuç 0 çıktığı için 560424 sayısı 12 ile tam bölünür.


Örnek 3: 23759 sayısını inceleyelim





1.9─2.5+4.7─8.3+4.2


= 9─10+28─24+ 8


= 11


23759 sayısı 12 ile tam bölünmez. 23759 sayısı 12 ile bölündüğünde 11 kalanını verir.

NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER


Fotoğraf: NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER

Ağrı Dağı ile Cudi Dağı, Türkiye’nin bir gizem perdesiyle örtülü olan yegâne dağları değildir. Nemrut Dağı bizleri bir diğer muamma karşısından hayretler içinde bırakır: Nemrut Dağının zirvesinde, Greko-Pers tanrılar ile bir Tanrıçayı kapsayan bir açık hava panteonunun çevrelediği, taş bloklardan yapılma, piramit biçimindeki bir höyüğün oluşturduğu bir Mabet yükselmek
tedir.

Nemrut Dağı, İ.Ö.1.yüzyıl ile İ.S.1.yüzyıl arasında, Commagene Krallığının sınırları içinde yer alıyordu. Commagene Krallığı, Antitoroslar ile Fırat arasındaki bereketli toprakları kapsıyordu. Batıda Kilikya’ya, kuzey sınırında ise Kapadokya’ya kadar uzanıyordu. Başkenti bugün Adıyaman’ın Samsat ilçesi olarak bildiğimiz Samosata’ydı. Günümüzde Türkiye’nin güneydoğusunda kalan bu bölgede, Gaziantep, Adıyaman ve Maraş illeri yer alır. Commagene, İ.Ö.80 yıllarına kadar Selecuid Krallığına bağlı bir bölgeyken, Selecuid Sülalesinin iç savaşları sırasında, Commagene valisi 1.Mithradates Kallinikos tarafından bağımsız bir krallık haline getirilmiştir. Daha sonra 1. Mithradates Kallinikos’un oğlu 1.Antiochos Epiphanes’in hükümranlığı(?i.ö.61–62) sırasında krallık gelişmiştir. Tam bir yüzyıl sonra İ.S.72 de, Roma İmparatoru Vespasian, Commagene bölgesini Roma’ya bağlamış ve Roma’nın Suriye eyaletine katmıştı.

1.Antiochos’un döneminde, Commagene Krallığı, güçlü komşuları olan, batıdaki Roma İmparatorluğu ile doğudaki Part Devletlerinin dikkatini çekti. Bu krallığın maddi zenginliğinden ya da askeri gücünden değil de, Commagene sınırları dâhilinde ortaya çıkan gizemli ve etkili bir unsurdan kaynaklanıyordu. Sadece süper-güç niteliğindeki komşularının işgalci arzularına karşı, 1.Antiochos için koruyucu bir kalkan oluşturmakla ve ölümünden sonra da bu ufacık krallığın o patırtılı dönemde yüzyıl gibi uzun bir süre boyunca ayakta kalmasını sağlamakla kalmayıp, üstelik doğrudan Roma Âlemini etkilemiş olan bu unsur acaba neydi? Bu sorunun cevabı, Commagene’nin Kutsal Dağı olan Nemrut Dağında aranmalıdır.

2150m. Yüksekliğindeki Nemrut Dağı, Adıyaman yakınlarıdaki Eski Kâhta köyü civarında, Antitoroslar’ın bir parçasını oluşturan Ankar Dağları üzerinde yer alır. Nemrut’un tepesine tırmanmak bütün bir günü alır. Çünkü Nemrut’un katırları dahi tökezletebilecek ve binicilerinin sakatlanmasına yol açabilecek türden bir arazisi vardır. Bu tırmanışın sonunda aniden ortaya çıkan zirve, insan elinden çıkmış olan tepe noktası ve yığma taştan yapılmış olan bir höyüğün eteklerinde duran heybetli heykelleriyle insanı şaşırtır.

Nemrut’ta bulunan yazıları etüt eden arkeologlar, bu Mabedi Nemrud’un tepesinde tesis eden kişinin, 1.Antiochos olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu yazılara göre,1.Antiochos, baba tarafından kadim İran Kralı Darius’un(?İ.Ö.550–485) soyundan ve anne tarafından da, Makedonya Kralı Büyük İskender’in(i.ö.356–323)soyundan gelmişti. Dolayısıyla, 1. Antichos, Kadim İran ve Grek kökenli kültürel unsurları Anadolu potasında harmanlayan bir melez kültür tesis ediyordu. 1.Antiochos’un hükümranlığını böyle bir Greko-Pers temele dayandırmakla ne gibi bir amaç güdebileceğini az sonra göreceğiz.

Bir yandan Connetticut’taki Doğu Araştırmaları Amerikan Okulu’ndan Bn. Theresa Goell, öte yandan, Almanya’daki Münster Üniversitesinden Prof. Friedrich Karl Dörner, Commagene kalıntıları üzerinde düzenli araştırmalar yürütmüş olan iki arkeologdur. Bn. Goell,1953 ile 1960 ların ikinci yarısı arasında, Nemrut Dağından bir dizi inceleme ve kazı yapmıştır. Bu arkeolojik çalışmalar sırasında, araştırma ekibi, son derece ağır ve amansız şartlar altında çalışmak zorunda kalıyor, sağlıklarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Zirveye tırmanışın hiç ara verilmeden tamamlanması gerekiyordu; çıkış sırasında sığınacak hiçbir yer yoktu. Tepede sıcaklık gündüzleri 50 dereceden fazla, geceleri ise 1 dereceden azdı. Sık sık rastlanılan yağmur ve dolu sağanakları, ayılar ve yaban kedileri de ayrı birer tehlike teşkil ediyordu. Her halükarda, çalışmaya koyularak, tepeyi kırıntılardan temizlemeye çabaladılar. Bu iş tahta kızaklar kullanıyorlardı. Temizleme faaliyetlerinden sonra, kalıntıları bir araya getirerek, etüt ettiler. Dev heykellerin yere düşmüş olan başlarını yerde bırakmak zorunda kalmışlar, sadece orijinal sıralarına göre bir düzene sokmakla yetinmişlerdi. Sıra höyüğe geldiğinde, çalışmalarını durdurdular: bütün yapabildikleri, höyüğün altındaki kaya tabakasına ulaşacak şekilde hendekler kazmak olmuştu. Sanki buranın doğal bekçiliğini yapan dağın yanı sıra, höyük de kendi kendisinin bekçisi gibiydi.

50 metre yüksekliğindeki ve 150 metre çapındaki bu büyük, batı, kuzey ve doğu yönlerinde yer alan ve kayadan oyularak yapılmış olan, kademeli üç teras ile çevrilidir. Çok garip bir yapısı olan bu höyük, Mısır Piramitlerine benzer ama gene de bir piramit değildir. Koni biçimindeki bu höyük, yumruk büyüklüğündeki taş blokların üst üste yığılmasıyla inşa edilmiştir. Görünüşe göre tabanında bir temel olmaksızın, yaklaşık iki bin yıldır birçok depreme, donma ve erime fenomenine göğüs germiştir. Bu dahi başlı başına bir olaydır. Ne var ki, bu höyüğün insanı en çok hayrete düşüren yanı, sırrını korumada gösterdiği eşsiz yetenektir: taş yığın o şekilde yığılmıştır ki, hiç kimse, bu taş öbeğinin içine girip, altında saklı olan her ne ise, onu bulamaz.

Höyüğe zorla girmeye kalkışıldığı anda, bir grup taş yerinden oynayacak, aşağı yuvarlanacak ve girmeye çalışan kişiyi ezecektir. Taşların aşağı yuvarlanmasını önlemek imkânsız olacaktır; hiçbir duvar, çit ya da başka herhangi bir destek, taşların muazzam ağırlığına dayanamayacaktır. Dahası sırın bu yığının neresinde yattığını bilemeyeceğimizden, çabaların sürekli olarak boşa çıkması da söz konusudur. Sır bu yığma taştan höyüğün içindeki herhangi bir yerde yerleşik olabileceği gibi, taş yığınının dibinde ve hatta yığının altında, zemindeki kaya tabakasına oyulmuş olan bir odacığa yerleştirilmiş bir halde bulunabilir. Böyle olduğunu varsaysak dahi, söz konusu oyuğa ulaşmak için, dağın zirvesini oluşturan kayalık tepede bir tünel açmak gerekecektir ki, bu da imkânsız bir iş gibi görünmektedir

Arkeologlar da anlamışlardır ki, Nemrut Dağı höyüğüne ne yukarıdan nüfuz edilebilmekte ne de aşağıdan girilebilmektedir. Nemrut Dağının sırrını açığa çıkarmak için geriye tek bir yol kalmaktadır; bu da, yığını oluşturan taşları teker teker yerinden almaktır! Böyleyken işlemin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap vermek pek kolay olmasa gerek. Aşikâr olan iki sorun vardır: muhtemel bir taş kaymasını önlemek için, işlemin, yığının tepesinden başlaması gerekir. Ve taşlar yerinden alındıktan sonra, tepede yığacak yer olmadığından, dağdan aşağı yuvarlanmaları gerekecektir. Belki de, taşları oradan kaldırmanın tek yolu, höyüğün üzerinde havada asılı durabilen bir araç kullanmaktır!

Bazı arkeologlar, elektrikli ya da manyetik cihazlar kullanmak suretiyle, yığında sondaj yapmayı teklif etmişlerdir. Elektrikle sondaj metodunda, toprağa, aralarından bir akım geçirilen iki elektrot sokulur. Yere gömülü herhangi bir gizli yapının bulunduğu yerde, akım, daha yüksek bir dirençle karşılaşacaktır. Bir potansiyometrenin, araştırılan bölge dâhilinde tespit ettiği direnç miktarları grafiğe dönüştürülür ve böylece, gömülü olan herhangi bir yapının şekli çizilebilir. Höyük içinde gömülü duran objeler de, manyetik entansite değişimlerini ince olarak ölçen bir proton manyetometresi kullanılarak tespit edilebilir. Herhangi bir metal eşya ya da pişirilmiş topraktan çanak, çömlek, manyetik alanda değişimler meydana getirecektir. Böylece insan eliyle yapılmış olan her ne varsa, bu tür eşyaların kendi manyetik alanları olduğundan, bu metotla keşfedilebilir.

Ancak bu tür cihazlardan yararlanmak istediğimiz takdirde, göz önünde bulundurmamız gereken bir husus vardır. Gize’deki Büyük Piramitle ilgili olarak yürütülen araştırmalardan biliyoruz ki, piramit biçimindeki yapılar, mahiyeti bilinmeyen ve bu tür sondaj çalışmalarını etkisiz kılan enerji desenleri oluşturmaktadır.

Anlaıldığına göre, 1. Antiochos, sadece zamanındaki talancılara karşı değil, geleceğinin teknik donanımlı davetsiz misafirleri olan arkeologlar ve bilimsel araştırmacılara karşıda tedbir almıştı. Bu, Gize’deki mevcut olan benzer durumu akla getirmektedir. Sadece Büyük Piramit değil, Sfenks de, sırlarını modern araştırmacılara açmazlar. Şunu unutmamalıyız ki, Sfenks’in taban kısmını örten kumlar bir tarihte kaldırılmış olmasına rağmen bugün yeniden oluşan aynı kum örtüsü, Sfenks’in tabanına ulaşma çabalarını önleyerek, Sfenks’in bazı tradisyonlar ile kehanetlere göre, Altın Çağın başlangıcından ortaya çıkarılacak olan sırrını korumaktadır. Nemrut Dağının sırrı da, acaba, Gize sırlarının açığa çıkışıyla aynı zamanda gün ışığına çıkarak, Yeni Çağın açılışını beşeriyete bildirmek üzere mi beklemektedir? Ve belki de bu sırrın ortaya çıkarılışı, uzak bir gelecekte olmayıp, hızla yaklaşmaktadır.

Nemrut Dağı sırrını çok iyi korusa dahi ve o, bu sırrı açıklamak için hazır olmadıkça, bunu zorlayarak açığa çıkarmamız imkânsız dahi olsa, Nemrut Dağı Mabedinin bir bütün olarak işlevinin ne olduğunu bulabilecek kadar bilgiye sahibiz.

Bunu yapabilmek için önce mabedin görüntüsünü tamamlayalım:

Tepeye, güneybatı yamacına tırmanan ve üç farklı seviyede olmak üzere höyüğün çevresinde yerleşik olan teraslardan en aşağıdakine, yani batı terasına ulaşan ’tören yolu’ izlenerek çıkılır. Batı terasından da, batıdan dolanan dar geçiş izlenerek kuzey terasına ulaşılır. Kuzey terası, batı terasını, höyüğün kuzeydoğusunda yer alan doğu terası ile irtibatlandırır. Kuzeydoğu yamacından tırmanan bir başka yol olan propylae hoolos’un ulaştığı doğu terası, batı terasının tam karşısına rastlar ve böylece bir eksen oluşturur.

İşte hem doğu hem de batı teraslarında bulunan objeler, Mabed’in öteki ilginç yanını oluştururlar: bunlar Greko-Pers tanrıları ile bir Tanrıçanın oturmuş haldeki dev figürleri ve devasa aslan ve kartal heykelleridir. Arkaları höyüğe dönük olan bu dev heykellerin sayısı 25’i bulur. Kaideleri üzerinde yaklaşık 10 m.ye erişirler. Zamanla, depremlerden ve iklim koşullarından ötürü, tüm heykellerin kafaları yere düşmüştür. Geriye, başı terinde olan sadece bir tek heykel kalmıştı ki, o da Bereket Tanrıçası Fortuna’yı temsil ediyordu. Ne yazık ki 1964 de bu heykele de bir yıldırım çarpınca, düşük başlar galerisi tamamlanmış oldu.

Bu iki metreye ulaşan etkileyici, yekpare aştan başlar arasında, Zeus-Ahura Mazda’yı, Apollo-Mithras’ı, Hreagles-Artagnes’i, Fortuna’yı ve 1. Antiochos’un kendisini temsil eden örnekleri görüyoruz. Bunların arasında görülen aslan ve kartal başları için, Daniken,’Kanıtlara Göre’ adlı kitabında, “ kartallar ve aslanlar, güzel bir taş işçiliği ile ikişer kez temsil edilmişlerdir. Dağın daha aşağılarında, bir kayaya bir öküz resmi oyulmuştur”diyor. Daha sonra da bu hayvanlara, yani aslan, kartal ve boğaya Eski Ahit’in Ezekiel 1/10. bölümünde, Ezekiel Peygamberin bu hayvanların yüzleri ile bir beşer yüzünü gördüğünden bahsettiği yerde rastlamış olduğunu söylüyor. Ne var ki, buhayvanlar, Ezekiele özgü değildirler; diğer birçok kaynakta da ortaya çıkarlar. Örneğin, Yuhanna, onlarda, İncil’in vahiy 4/7 bölümünde bahseder. ‘Dünya’adı verilen 21 no’lu Tarot kartının köşelerinde, aynı hayvanlar ile bir beşerin resimlerini görürüz.

Aslında, bu hayvanlar, Nemrut Dağı’nın yakınındaki bir başka yerde de ortaya çıkarlar. Nemrut Dağı eteklerinde kurulmuş olan Commagene kenti Arsameia’nın 10 km. kadar güneybatısında, bir başka höyük daha vardır. Karakuş Tepesi denilen bu höyüğün güney yanından, her birinin tepesinde bir hayvan heykeli bulunan üç sütun yer alır. Ve temsil edilen hayvanlar, gene, boğa, aslan ve kartaldır! Üstelik bu üç sütun, üzerlerindeki heykellerle birlikte, Nemrut Dağı’nın tepesinden de görünmektedirler

C.G. Jung’unkitaplarında bu hayvanların anlamının açıkça ifade edildiği bir bölüm vardır: “…Alşimideki Güneş ejder, aslan ve kartaldan hünsa’ya dönüşümün çeşitli etaplarından geçer. Mithraik kartallar, aslanlar ve güneş habercileri, inisiyasyon derecelerini nasıl belirtiyorsa, bu etapların her biri de, yeni bir anlayış, bilgelik ve inisiyasyon derecesini temsil eder..”

Peki Mme. Blavatsky’nin Kutsal Havyalar dediği, Mithraik inisiyasyonla ilgili bu hayvanların heykellerine Nemrut Dağı’nda neden rastlıyoruz acaba? Çünkü bu kutsal dağ, Mithraik Misterlerin canlandırıldığı bir inisiyasyon mahli olmalıydı. Dolayısıyla, Nemrut Dağı Mabedi’nin timi, Kadim Mısır Misterlerinin sahneye konduğu, inisiyasyon adaylarının belirli inisiyasyon kademelerinden geçerek bu Misterlere inisiye oldukları Büyük Piramitle aynı işlevi görüyordu.

Mithras kimdi ve Mithraik Misterler neydi? Mme. Blavatsky’e göre, adı günümüz Farsçasında ‘güneş’ve ‘sevgi’ anlamına gelen ‘ Mihr’ kelimesiyle ilgili olan Mithras Bordj adındaki bir dağın oğluydu. Tradisyonlar, Mithras’ın, bu dağdan parlak bir ışın halinde neşrolduğunu anlatırlar: Mithras, “ Bilgelik Güneşinin daimi yoldaşıydı.” Kısacası Üstad Djwhal Khul’un belirttiği üzre, Mithras İdarece Mekanizmanın Boğa Burcu Çağ’ında beşeriyete gönderdiği Dünya Öğretmeni’ydi.

Mithras kültüne özgü Kadim Misterler, Mithraik Misterlerdi: “Sabasia, bazı tanrıların şerefine Misterlerin sahneye konduğu, Mithaik Misterlerin bir çeşitlemesi olan periyodik bir bayramdı. Beşeri ırkın tüm evrimi, bu misterlerde canlandırılırdı… Sabasia, kökeni tarih için hala daha meçhul olan… Çok uzak bir geçmişten gelen en eski kutsal bayramlardan biridir.”

Celsus… Yedi kapısı olan ve tepesinde, daima kapalı duran sekizinci kapının yer aldığı bir yaratılış merdiveninden bahseder. Kadim İran’daki Mithras’ın misterleri böle açıklanır…”

“… Celsus, Kadim İranlılar arasında ve Mithraik misterlerde rastlanan, yedi kapı ile tepede yer alan sekizinci bir kapısı daha olan bir merdivene ilişkin bir fikirden söz eder. Birinci kapı, Satürn’ü temsil ediyordu ve kurşunla ilgiliydi ve diğer kapılar da belirli bir planet ile madene tekabül ederek böylece devam ediyordu. Yedinci kapı altındı ve güneşi belirliyordu. Ayrıca, her birine ait renklerden de bahsedilir. Bir merdiven, canın geçişini, animae transitus’u temsil eder. Sekizinci kapı sabit yıldızların seviyesine tekabül eder.”

İnisiyasyon adayı için, Celsus’un anlattığı bu kapılar, Mithraik inisiyasyon derecelerini belirlemekteydi. Bu yedili inisiyasyon, iki grup halinde düzenlenmişti. Hizmetkârlar denilen alt grup, sembolik adlarıyla şu derecelerden oluşuyordu:

1 - Karga
2 - Griffin ya da Damat
3 - Asker ya da Savaşçı

İştirakçılar denilen üst grup, sembolik adlar taşıyan şu kademeleri kapsıyordu:

4 - Aslan
5 - İranlı
6 - Güneş’in Elçisi ya da Güneş Kahramanı
7 - Kartal

İşte işritakçıların dört kademesinin Kutsal Hayvanlarla temsil edildiğini açıkça görebiliriz. Ezekiel ile Yuhanna’nın Kutsal Havanlardan bahsetmelerinin sebebi de budur. Çünkü her ikisi de böyle yüksek inisiyelere gösterilen arşetipik bir vizyonu deneyimlemekteydi. Rudolf Steiner, Mithraik Misterlerin, fizik dünya üzerinde canlandırılmalarının yanı sıra, astral âlemde(24) de deneyimlenebileceklerini söylemektedir: “…şimdi Mithras Mabedlerinden birine girelim. Bu mabedlerde, Tali Misterle katılanlar için sembolik bir olgu canlandırılırdı. Asli Misterlere katılanlar ise, aynı olayları, astral âlemdeki gerçek hadiseler şeklinde izleyebilirlerdi.”

21 no’lu Tarot kartı da, Mithraik inisiyasyonla ilgiliydi: “Dünya kartında görülen resim, muhtemelen halka takdim edilen inisiyeyi belirliyordu. İnisiye, Mithras’ın kendisi gibi giyinmiştir. Mithraik terminolojide, inisiye artık pater yani baba olarak mütalaa edilirdi.”
Kutsal Hayvanlardan biri olan boğa, Boğa Burcu Çağı’nı temsil eden Mithras kültünde, kurban edilen hayvan rolünü üstlenmişti. Tali misterlerin ana sahnesi, İlahi Varlık Mithras tarafından sembolik Boğanın kurban edilmesini kapsıyordu.

Mme. Blavatsky’nin de belirttiği gibi, 2000 yıl önce Nemrut Dağında sahneye konan Mithraik Misterlerin kökeni, aslında çok uzak bir geçmişe dayanıyordu-ve bu husus, tüm Kadim Misterler için geçerlidir. Mithraik Misterler, temsil edildiklerinde, beşeri ırkların evrimi, Güneş Sistemi’nin yedi kutsal planeti, beşeriyetin evrim yolu, değişik hayat planları, vb. konular hakkında bilgi veriyorlardı. Ve ilgili tüm ayinler, “yedi kapısı ve üzerinde, daima kapalı duran bir de sekizinci kapısı olan bir merdiven”in üzerinde yapılırdı.

Tepede daima kapalı olan bir kapı vardır: işte bu husus, Nemrut Dağı höyüğünün muammasını yarı yarıya çözmektedir. Çünkü söz konusu’ daima kapalı duran kapı’ bu Mithraik inisiyasyon mahallinin tam tepesinde tesis edilen ve içine girilemeyen konik taş yığınından başka neyi belirleyebilir ki!

İnisiyasyon merdiveninin geriye kalan kısmını, merasim yolu ile kademeli üç terası izleyen bir tırmanış oluşturmaktadır. Nemrut Dağında, Mabedin işlevine ilişkin herhangi bir araştırma yapılmamış olduğundan, yedi kapı hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Ancak arkeologların kayıtlarında geçen iki kalıntı, doğrudan 2.ve 7. kapılarla ilgilidir. Bunlardan biri hem aslan kafası hem de kartal kanatları taşıyan ve böylece ikinci inisiyasyon derecesine tekabül eden Griffin sembolünü somutlaştıran bir heykel kalıntısıdır. Öte yandan, kuzey terasından bugün ancak yıkıntı halinde olan, 80m. Uzunluğunda ve 3m. Yüksekliğinde bir sur bulunuyordu. Bu surun ortasında, bir rampaya açılan bir giriş vardı. İşte bu girişte devasa bir kartal heykelinin bekçilik yaptığını görüyoruz. Nihai inisiyasyon derecesinin sembolü olan Kartal tarafından korunan bu giriş, muhakkak ki Mithraik Misterlerin yedinci kapısını oluşturuyordu.

Andrew Tomas, bilim ve özelikle de astronomiyle Asli Misterler arasından bir yakın ilişki olduğunu söyler. Bu olgu, Mihras kültünün M isterleri için de geçerlidir. Nemrut Dağında, dünyanın her yanındaki astrologlarca özenle üzerine eğilinmesi gereken bir obje vardır. Bu, batı terasında duran ve bugün bilinen en eski zayiçe, astrolojik çizelge olduğu söylenen br aslan kabartmasıdır. Bu kabarma, astronomik semboller taşır üzerindeki aslanın boyu 2,40m. Yüksekliği de 1,75 m. dir aslanın bedenide işlenmiş olan ve Aslan Burcunu temsil eden 19 adet sekiz-ışınlı yıldız vardır. Aslanın üzerinde görülen üç tane 16-ışınlı şekil ise, Jüpiter, Merkür ve Merih gezegenlerini göstermektedir. Ayrıca, ay da, aslanın yelesinden sarkan bir hilal ile resmedilmiştir. Amerika’daki Brown Üniversitesinden Prof.Otto Puchstein, bu kabartmanın üzerindeki yazıtları inceleyen ve buna uygun olarak zayiçeyi okuyan ilk kişi olmuştur. Prof. Puchstein’e göre 1.Antiochos, Aslan Burcundandı ve temsil edilen planetler, Aslan Burcunda kavuşum halindeydiler. O çağda böyle bir kavuşuma tekabül eden tarih,

İ.Ö.61 ya da 62 yıllarında 7 Temmuz günüydü. Bu, 1. Antiochos’un, Commagene Krallığının tahtına geçtiği tarihti.

Sırayla; tören yolu, batı terası, höyük, doğu terası ve propylae holos üzerinden geçen ve güçlü bir şekilde vurgulanmış olan eksenin de astronomik bir anlamı olması ihtimali vardır. Mithras kültüne göre can, dünyadaki eprövlerine, Yenge Burcu Kapısında geçerek girer ve sonra bu eprövler dünyasından Oğlak Burcu Kapısından çıkarak gider. Dolayısıyla, Nemrut Dağı üzerinde yer alan ve bir ucundan inisiyasyon adaylarının Mabete girdiği ve öteki ucundan İnsiyelerin Mabetten çıktığı bu eksenin, yılın belirli zamanlarında, Yengeç ve Oğlak takımyıldızlarının göklerde ortaya çıktığı iki karşıt yöne işaret ediyor olması çok muhtemeldir.

Aslında, Mithraik Misterlerin Kutsal Hayvanları da astrolojik bir anlam taşırlar. Mme.Blavatsky’e göre, Kutsal Hayvanlar, “fiziki ve maddi açıdan,büyük güneş tanrısının, sözgelimi maiyetini ya da kortejini oluşturan dört takımyıldızına tekabül ederler, ve kış gündönümü sırasında, Burçlar Kuşağının dört ana yöne bakan bölümlerini işgal ederler.” burçlar Kuşağının bu takım yıldızları, Aslan Burcu; Boğa Burcu; Kova Burcu yani Melek-İnsan;ve Akrep Burcu yani Kartaldır.

Bütün bu enformasyonun ışığı altında, artık, 1.Antiochos’un maddi ve manevi başarılarının net bit görüntüsünü ortaya koyabiliriz. Tarih kitaplarında okuduğumuza göre, 1.Antiochos, İ.Ö.66 yılında çıkan Mithradatik Savaş sırasında önceleri, Romalı General

Pompey’in(i.ö.106–48)karşısında yer almışsa da, daha sonra taraf değiştirmiş ve hatta İ.Ö.49 yılında Romada meydana gelen iç savaşta Pompey’i desteklemiştir. Ve Romalı general de,1. Antiochos’u tahta çıkarmış ve Suriye ile Filistin’i Roma’ya ilhak etmesine rağmen,1.Antiochos’un Commagene’yi yönetmesine izin vermiştir. Peki, bu iki muhtemel düşman, acaba ne sebepten ötürü birbirinin hararetli destekleyicileri haline gelmişlerdi? Aslında bu, Roma ile Commagene arasında ortaya çıkan bir yakınlığa bağlı olmayıp tamamıyla kişisel seviyede meydana gelmişti. Nitekim Pompey’in ölümünden sonra,1.Antiochos, Romalılara karşı Partlarla anlaşmış ve Romalılar da, Commagene’yi ilk fırsatta ilhak etmeye yönelik arzularını açığa vurmuşlar. Yukarıdaki sorunun cevabı, şimdiye kadar çözülememiş olan bir muamanın çözümünü de beraberinde getirebilir. Bu muamma, Mithras kültünün Roma birlikleri arasında yayılışıyla ilgilidir. Yani, Mithraizm’in Romaya aşağı yukarı hangi tarihte ve nereden gittiğini ve sadece Roma ordusunun subaylarıyla askerlerine hitap ettiğini bilmemize rağmen, bunun tam olarak nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz.

Mithraik kült, Roma’ya Pompey’in zamanında ulaşmıştı. Ve o devirde, yani İ.Ö.1.yüzyılda Roma dünyası ile Part imparatorluğu arasında yer alan ve Commagene’nin dâhil olduğu devletlerde genellikle Mithras’a ibadet ediyordu. Dolayısıyla, bir askeri deha olan Pompey’in bu bölgelere düzenlediği seferler sırasında Mithraizm’le karşılaştıktan sonra, Mithraizm gibi Cenkçi bir kültün Roma birlikleri için son derece uygun bir inanç sistemi olduğuna hükmetmiş olması çok muhtemeldir-ve nitekim Pompey haklı çıkmıştır. Ve Pompey’i etkileyen, Mihraik inanca ve inisiyatik uygulamalarına ilgi duymasını sağlayan ve onu bu inancın yüceliği ve etkinliği hakkında ikna eden kişi 1.Antiochos olabilir. Şu ya da bu şekilde, bu iki şahıs bir tür centilmenlik anlaşması yapmış olsalar gerek:1.Antiochos’un Roma Birlikleri’nin subayları için inisiyasyon Mabedini sağlamasına karşılık, Pompey’in de, 1.Antiochos’un hükümranlığı ile Commagene’nin bağımsızlığına dokunulmayacağına dair söz vermiş olabileceğine dair bir hipotezi öne sürebiliriz.

Bu tezi destekleyen çok önemli bir nokta vardır: Nemrut Dağı panteonundaki Tanrıların, Greko-pers karakterde, yani iki farklı kültürü uzlaştırıcı mahiyette olduklarını belirtmiştik. Yakışıklı çehreler ve asil ifadeler taşıyan bu Mithraik İlahlar taşlara işlenirken, bir yandan Grekler’e ait yüz ifadeleri verilmiş, öte yandan da Kadim İranlılara ait taç ve başlıklar giydirilmiştir. Kısacası Kadim İran kökenli bu Mithraik Tanrılar, Nemrut Dağı üzerinde Grekleştirilmişlerdir. Anlaşıldığına göre, Mithras kültünün Roma dünyasına yayılışını izlemeye çalışmış olan araştırmacıların zihinlerini meşgul eden başlıca sorun, bu kültün, Anadolu’da Greklerin yaşadığı bölgelerden nasıl geçtiğinin açıklanması olmuştur. Çünkü Grekler, Kadim İran Tanrısı Mithras’ın amansız düşmanlarıydılar. İşte, Grek bölgesinden geçişi sağlayacak olan yegâne metot, Mihraik Panteonun Grekleştirilmesi olsa gerekti.

1.Antiochos’un, böylece, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı ataların soyundan gelmiş olduğunu iddia etmek suretiyle, yayacağı kültün uygulanımını üzerine inşa edebileceği sağlam bir temel tesis ettiği aşikârdır. Dolayısıyla, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı atalarını, Nemrut Dağında gözler önüne sermiştir. Doğu terasında, hem kuzey hem de güney cephelerde olmak üzere, taş levhalar dikilidir. Bu levhalarda, sırasıyla, Kadim İranlı ve Makedonyalı atalarını gösteren kabartmalar vardır.

Nemrut Dağında yer alan bir başka unsur da yukarıdaki terinin lehinde bir kanıt sağlamaktadır: Mithras kültüne Kadim İran’dan Roma’ya gelişi sırasında, uğradığı değişikliklerden biri olarak, bir tür vaftiz uygulaması da eklenmişti. Nemrut Dağında, tepeden inerek, aşağıdaki bir vadide akan bir kaynağa ulaşan bir patika vardır. Bu, muhtemelen vaftiz uygulamasının daha o zamandan, Nemrut Dağında yapılan inisiyasyon törenlerinin bir parçası haline geldiğini ve böylece de, orada inisiye olan Romalı askerlerce hemen benimsendiğini göstermektedir.

Mithraik inancın Roma İmparatorluğuna yayılışının Batı Dünyasını derin bir şekilde etkilemiş olduğunu görüyoruz. C.G.Jung’un bu konudaki sözleri insanı düşündürüyor:

“Anadolu’nun fethinden sonra Roma Asyalı oldu; Avrupa Asya’dan etkilenmişti ve bu gün dahi etkilenmektedir. Kilikya’dan, Roma birliklerinin dini olan Mithraik kült gelmiş ve Mısırdan sislerle kaplı İngiltere’ye kadar yayılmıştır.”

Hatta Hıristiyanlık ortaya çıkmış olmasaydı, Mithraizmin şimdi Avrupa dini olacağı dahi ileri sürülmüştür. Colin Wilson, Mithras’tan , “… Hz. İsa ile birçok ortak yanı olan ve daha sonraki yüzyıllarda, kültü, Romada neredeyse, Hıristiyanlığın yerini alan bir Kurtarıcı olarak bahseder.”

1.Antiochos’un son derece önemli ve etkili bir tarihi şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir inisiyasyon merkezi tesis etmek ve zamanının en önde gelen askeri gücünü temsil eden bir İmparatorlukta belirli bir kültü yaymak. Ve böylece, yüzyıllar boyunca Batıyı etkilemek gibi devasa bir işin altından başarıyla çıkmasının sadece tek bir açıklaması olabilir:1.Antiochos, bir İlahi Kraldı; Tanrıların, yani beşeri ırkın evrimini sevk ve idare eden Yüce Güçlerin, Onlar adına bir İlahi Misyonu yürüten bir Elçisiydi.


Mme. Blavatsky, “göksel mekânlarından inen ve Dünyada hükmeden Tanrılar, der, '' beşeriyete, Astronomiyi, Mimarlığı ve bize kadar gelmiş olan diğer bütün bilimleri öğretmişlerdir. Bu Varlıklar, önce Tanrılar ve Yaratıcılar olarak ortaya çıkarlar; sonra, gelişmeye başlayan beşerle karışıp birleşirler ve en nihayet İlahi Krallar ve Yöneticiler olarak zuhur ederler. Ne var ki, bu gerçek giderek unutulmuştur.”

Diğer birçok İlahi Kral gib 1.Antiochos da, bize, İlahi vazifesi ile ilgili olarak Yüce Güçlerle yaptığı akde dair kanıtlar bırakmıştır: Bunlar, hem batı hem de doğu teraslarında yer alan kabartmalardan oluşur. Batı terasında duran ve gayet iyi korunmuş olan kabartmalar 1. Antiochos’u bazı İlahlarla el sıkışırken göstermektedir: Antiochos ve Mithras Apollo; Antiochos ve Ahura Mazda-Zeus; Antiochos ve Artagnes-Heracles gibi.

Geriye dönüp de. Nemrut Dağının yapay uç noktası olan höyüğün gizemini düşündüğümüzde, Antiochos’un Misyonunu yöneten İlahi Güçlerin, Mabedin gerçek kurucuları olup olmadığına dair bir soru gelmektedir aklımıza. Bu sorunun cevabı muhakkak ki olumludur: Rudolf Steiner,

…Mithras kültü… Dünyaya, oluşturulduğu yer olan göklerden getirilmiştir diye yazar(36). Aksi halde, aşağıda ifade edilen türden sorular, ortaya çıkmaz ve Nemrut Dağı Mabedini kökenini bir muamma haline getiremezlerdi:

1 - Taşlık bir arazi boyunca dik ve zorlu bir tırmanışın ve çok sınırlı bir çalışma sahasının söz konusu olduğu Nemrut Dağının tepesinden o dev heykeller nasıl yapılmış ve höyüğün taşları nasıl yığılmışı? Özelikle, içine girmek için bir atılımda dahi bulunamadığımız böyle bir höyüğün taşlarını yığmada kullanılan metot gerçek bir muamma oluşturmaktadır. Sanki taşlar höyüğün tabanından doruğuna kadar teker teker yerleştirilerek değil de, daha ziyade, uçan bir araç vasıtasıyla yukarıdan boşaltılmak suretiyle yığılmış gibidir

2 - Nemrutun zirvesi, nasıl oluyor da düzlenmiş bir plato şeklinde ortaya çıkıyor? Dalar ısmarlama tepelerle son bulmazlar; tabi, dorukları kasten o şekilde biçimlendirilmemişse

3 - Höyük aslında ne zaman inşa edilmiştir? Çünkü höyüğün İ.Ö.1.yüzyılda inşa edilmiş olduğundan emin olamayız. Mabedin geri kalan kısmı onun çevresine tesis edilirken, höyüğün kendisi hali hazırda mevcut olabilirdi

Bu soruların doğru cevapları ancak Nemrut Dağının inşaatçıları olan Yüce İlahi Güçler istediği zaman verilebilir ve höyük de ancak o vakit açılabilir, daha önce değil.

Dünya uzayda yer alırken herhangi bir kozmik olay meydana geldiğinde, üzerinde yol aldığı spiralin hangi noktasında bu olay meydana gelmişse o noktada bu olayın bir kaydı, belirli bir form halinde, Dünyaya bırakılır. Bir gün, Dünyaya spiralin hangi noktasındayken ne gibi işaretler bırakıldığı öğrenildiğinde, bu işaretlerin o noktalarda hangi kozmik olayı belirlediği de açığa çıkacaktır. Dünya, bu kozmosun bir Laboratuarı olduğundan, kozmosun tüm önemli olayları bu laboratuarda kayda geçirilir ve gene, dünya laboratuarında alınan maddi ve manevi sonuçlar kozmosun her yanında uygulanırlar. Aynen yeni buluna bir ilacın dünyanın her yanında kullanılması gibi.

( Türkiye Gizemleri - Bilim Araştırma Merkezi )

Ağrı Dağı ile Cudi Dağı, Türkiye’nin bir gizem perdesiyle örtülü olan yegâne dağları değildir. Nemrut Dağı bizleri bir diğer muamma karşısından hayretler içinde bırakır: Nemrut Dağının zirvesinde, Greko-Pers tanrılar ile bir Tanrıçayı kapsayan bir açık hava panteonunun çevrelediği, taş bloklardan yapılma, piramit biçimindeki bir höyüğün oluşturduğu bir Mabet yükselmek
tedir.

Nemrut Dağı, İ.Ö.1.yüzyıl ile İ.S.1.yüzyıl arasında, Commagene Krallığının sınırları içinde yer alıyordu. Commagene Krallığı, Antitoroslar ile Fırat arasındaki bereketli toprakları kapsıyordu. Batıda Kilikya’ya, kuzey sınırında ise Kapadokya’ya kadar uzanıyordu. Başkenti bugün Adıyaman’ın Samsat ilçesi olarak bildiğimiz Samosata’ydı. Günümüzde Türkiye’nin güneydoğusunda kalan bu bölgede, Gaziantep, Adıyaman ve Maraş illeri yer alır. Commagene, İ.Ö.80 yıllarına kadar Selecuid Krallığına bağlı bir bölgeyken, Selecuid Sülalesinin iç savaşları sırasında, Commagene valisi 1.Mithradates Kallinikos tarafından bağımsız bir krallık haline getirilmiştir. Daha sonra 1. Mithradates Kallinikos’un oğlu 1.Antiochos Epiphanes’in hükümranlığı(?i.ö.61–62) sırasında krallık gelişmiştir. Tam bir yüzyıl sonra İ.S.72 de, Roma İmparatoru Vespasian, Commagene bölgesini Roma’ya bağlamış ve Roma’nın Suriye eyaletine katmıştı.

1.Antiochos’un döneminde, Commagene Krallığı, güçlü komşuları olan, batıdaki Roma İmparatorluğu ile doğudaki Part Devletlerinin dikkatini çekti. Bu krallığın maddi zenginliğinden ya da askeri gücünden değil de, Commagene sınırları dâhilinde ortaya çıkan gizemli ve etkili bir unsurdan kaynaklanıyordu. Sadece süper-güç niteliğindeki komşularının işgalci arzularına karşı, 1.Antiochos için koruyucu bir kalkan oluşturmakla ve ölümünden sonra da bu ufacık krallığın o patırtılı dönemde yüzyıl gibi uzun bir süre boyunca ayakta kalmasını sağlamakla kalmayıp, üstelik doğrudan Roma Âlemini etkilemiş olan bu unsur acaba neydi? Bu sorunun cevabı, Commagene’nin Kutsal Dağı olan Nemrut Dağında aranmalıdır.

2150m. Yüksekliğindeki Nemrut Dağı, Adıyaman yakınlarıdaki Eski Kâhta köyü civarında, Antitoroslar’ın bir parçasını oluşturan Ankar Dağları üzerinde yer alır. Nemrut’un tepesine tırmanmak bütün bir günü alır. Çünkü Nemrut’un katırları dahi tökezletebilecek ve binicilerinin sakatlanmasına yol açabilecek türden bir arazisi vardır. Bu tırmanışın sonunda aniden ortaya çıkan zirve, insan elinden çıkmış olan tepe noktası ve yığma taştan yapılmış olan bir höyüğün eteklerinde duran heybetli heykelleriyle insanı şaşırtır.

Nemrut’ta bulunan yazıları etüt eden arkeologlar, bu Mabedi Nemrud’un tepesinde tesis eden kişinin, 1.Antiochos olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu yazılara göre,1.Antiochos, baba tarafından kadim İran Kralı Darius’un(?İ.Ö.550–485) soyundan ve anne tarafından da, Makedonya Kralı Büyük İskender’in(i.ö.356–323)soyundan gelmişti. Dolayısıyla, 1. Antichos, Kadim İran ve Grek kökenli kültürel unsurları Anadolu potasında harmanlayan bir melez kültür tesis ediyordu. 1.Antiochos’un hükümranlığını böyle bir Greko-Pers temele dayandırmakla ne gibi bir amaç güdebileceğini az sonra göreceğiz.

Bir yandan Connetticut’taki Doğu Araştırmaları Amerikan Okulu’ndan Bn. Theresa Goell, öte yandan, Almanya’daki Münster Üniversitesinden Prof. Friedrich Karl Dörner, Commagene kalıntıları üzerinde düzenli araştırmalar yürütmüş olan iki arkeologdur. Bn. Goell,1953 ile 1960 ların ikinci yarısı arasında, Nemrut Dağından bir dizi inceleme ve kazı yapmıştır. Bu arkeolojik çalışmalar sırasında, araştırma ekibi, son derece ağır ve amansız şartlar altında çalışmak zorunda kalıyor, sağlıklarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Zirveye tırmanışın hiç ara verilmeden tamamlanması gerekiyordu; çıkış sırasında sığınacak hiçbir yer yoktu. Tepede sıcaklık gündüzleri 50 dereceden fazla, geceleri ise 1 dereceden azdı. Sık sık rastlanılan yağmur ve dolu sağanakları, ayılar ve yaban kedileri de ayrı birer tehlike teşkil ediyordu. Her halükarda, çalışmaya koyularak, tepeyi kırıntılardan temizlemeye çabaladılar. Bu iş tahta kızaklar kullanıyorlardı. Temizleme faaliyetlerinden sonra, kalıntıları bir araya getirerek, etüt ettiler. Dev heykellerin yere düşmüş olan başlarını yerde bırakmak zorunda kalmışlar, sadece orijinal sıralarına göre bir düzene sokmakla yetinmişlerdi. Sıra höyüğe geldiğinde, çalışmalarını durdurdular: bütün yapabildikleri, höyüğün altındaki kaya tabakasına ulaşacak şekilde hendekler kazmak olmuştu. Sanki buranın doğal bekçiliğini yapan dağın yanı sıra, höyük de kendi kendisinin bekçisi gibiydi.

50 metre yüksekliğindeki ve 150 metre çapındaki bu büyük, batı, kuzey ve doğu yönlerinde yer alan ve kayadan oyularak yapılmış olan, kademeli üç teras ile çevrilidir. Çok garip bir yapısı olan bu höyük, Mısır Piramitlerine benzer ama gene de bir piramit değildir. Koni biçimindeki bu höyük, yumruk büyüklüğündeki taş blokların üst üste yığılmasıyla inşa edilmiştir. Görünüşe göre tabanında bir temel olmaksızın, yaklaşık iki bin yıldır birçok depreme, donma ve erime fenomenine göğüs germiştir. Bu dahi başlı başına bir olaydır. Ne var ki, bu höyüğün insanı en çok hayrete düşüren yanı, sırrını korumada gösterdiği eşsiz yetenektir: taş yığın o şekilde yığılmıştır ki, hiç kimse, bu taş öbeğinin içine girip, altında saklı olan her ne ise, onu bulamaz.

Höyüğe zorla girmeye kalkışıldığı anda, bir grup taş yerinden oynayacak, aşağı yuvarlanacak ve girmeye çalışan kişiyi ezecektir. Taşların aşağı yuvarlanmasını önlemek imkânsız olacaktır; hiçbir duvar, çit ya da başka herhangi bir destek, taşların muazzam ağırlığına dayanamayacaktır. Dahası sırın bu yığının neresinde yattığını bilemeyeceğimizden, çabaların sürekli olarak boşa çıkması da söz konusudur. Sır bu yığma taştan höyüğün içindeki herhangi bir yerde yerleşik olabileceği gibi, taş yığınının dibinde ve hatta yığının altında, zemindeki kaya tabakasına oyulmuş olan bir odacığa yerleştirilmiş bir halde bulunabilir. Böyle olduğunu varsaysak dahi, söz konusu oyuğa ulaşmak için, dağın zirvesini oluşturan kayalık tepede bir tünel açmak gerekecektir ki, bu da imkânsız bir iş gibi görünmektedir

Arkeologlar da anlamışlardır ki, Nemrut Dağı höyüğüne ne yukarıdan nüfuz edilebilmekte ne de aşağıdan girilebilmektedir. Nemrut Dağının sırrını açığa çıkarmak için geriye tek bir yol kalmaktadır; bu da, yığını oluşturan taşları teker teker yerinden almaktır! Böyleyken işlemin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap vermek pek kolay olmasa gerek. Aşikâr olan iki sorun vardır: muhtemel bir taş kaymasını önlemek için, işlemin, yığının tepesinden başlaması gerekir. Ve taşlar yerinden alındıktan sonra, tepede yığacak yer olmadığından, dağdan aşağı yuvarlanmaları gerekecektir. Belki de, taşları oradan kaldırmanın tek yolu, höyüğün üzerinde havada asılı durabilen bir araç kullanmaktır!

Bazı arkeologlar, elektrikli ya da manyetik cihazlar kullanmak suretiyle, yığında sondaj yapmayı teklif etmişlerdir. Elektrikle sondaj metodunda, toprağa, aralarından bir akım geçirilen iki elektrot sokulur. Yere gömülü herhangi bir gizli yapının bulunduğu yerde, akım, daha yüksek bir dirençle karşılaşacaktır. Bir potansiyometrenin, araştırılan bölge dâhilinde tespit ettiği direnç miktarları grafiğe dönüştürülür ve böylece, gömülü olan herhangi bir yapının şekli çizilebilir. Höyük içinde gömülü duran objeler de, manyetik entansite değişimlerini ince olarak ölçen bir proton manyetometresi kullanılarak tespit edilebilir. Herhangi bir metal eşya ya da pişirilmiş topraktan çanak, çömlek, manyetik alanda değişimler meydana getirecektir. Böylece insan eliyle yapılmış olan her ne varsa, bu tür eşyaların kendi manyetik alanları olduğundan, bu metotla keşfedilebilir.

Ancak bu tür cihazlardan yararlanmak istediğimiz takdirde, göz önünde bulundurmamız gereken bir husus vardır. Gize’deki Büyük Piramitle ilgili olarak yürütülen araştırmalardan biliyoruz ki, piramit biçimindeki yapılar, mahiyeti bilinmeyen ve bu tür sondaj çalışmalarını etkisiz kılan enerji desenleri oluşturmaktadır.

Anlaıldığına göre, 1. Antiochos, sadece zamanındaki talancılara karşı değil, geleceğinin teknik donanımlı davetsiz misafirleri olan arkeologlar ve bilimsel araştırmacılara karşıda tedbir almıştı. Bu, Gize’deki mevcut olan benzer durumu akla getirmektedir. Sadece Büyük Piramit değil, Sfenks de, sırlarını modern araştırmacılara açmazlar. Şunu unutmamalıyız ki, Sfenks’in taban kısmını örten kumlar bir tarihte kaldırılmış olmasına rağmen bugün yeniden oluşan aynı kum örtüsü, Sfenks’in tabanına ulaşma çabalarını önleyerek, Sfenks’in bazı tradisyonlar ile kehanetlere göre, Altın Çağın başlangıcından ortaya çıkarılacak olan sırrını korumaktadır. Nemrut Dağının sırrı da, acaba, Gize sırlarının açığa çıkışıyla aynı zamanda gün ışığına çıkarak, Yeni Çağın açılışını beşeriyete bildirmek üzere mi beklemektedir? Ve belki de bu sırrın ortaya çıkarılışı, uzak bir gelecekte olmayıp, hızla yaklaşmaktadır.

Nemrut Dağı sırrını çok iyi korusa dahi ve o, bu sırrı açıklamak için hazır olmadıkça, bunu zorlayarak açığa çıkarmamız imkânsız dahi olsa, Nemrut Dağı Mabedinin bir bütün olarak işlevinin ne olduğunu bulabilecek kadar bilgiye sahibiz.

Bunu yapabilmek için önce mabedin görüntüsünü tamamlayalım:

Tepeye, güneybatı yamacına tırmanan ve üç farklı seviyede olmak üzere höyüğün çevresinde yerleşik olan teraslardan en aşağıdakine, yani batı terasına ulaşan ’tören yolu’ izlenerek çıkılır. Batı terasından da, batıdan dolanan dar geçiş izlenerek kuzey terasına ulaşılır. Kuzey terası, batı terasını, höyüğün kuzeydoğusunda yer alan doğu terası ile irtibatlandırır. Kuzeydoğu yamacından tırmanan bir başka yol olan propylae hoolos’un ulaştığı doğu terası, batı terasının tam karşısına rastlar ve böylece bir eksen oluşturur.

İşte hem doğu hem de batı teraslarında bulunan objeler, Mabed’in öteki ilginç yanını oluştururlar: bunlar Greko-Pers tanrıları ile bir Tanrıçanın oturmuş haldeki dev figürleri ve devasa aslan ve kartal heykelleridir. Arkaları höyüğe dönük olan bu dev heykellerin sayısı 25’i bulur. Kaideleri üzerinde yaklaşık 10 m.ye erişirler. Zamanla, depremlerden ve iklim koşullarından ötürü, tüm heykellerin kafaları yere düşmüştür. Geriye, başı terinde olan sadece bir tek heykel kalmıştı ki, o da Bereket Tanrıçası Fortuna’yı temsil ediyordu. Ne yazık ki 1964 de bu heykele de bir yıldırım çarpınca, düşük başlar galerisi tamamlanmış oldu.

Bu iki metreye ulaşan etkileyici, yekpare aştan başlar arasında, Zeus-Ahura Mazda’yı, Apollo-Mithras’ı, Hreagles-Artagnes’i, Fortuna’yı ve 1. Antiochos’un kendisini temsil eden örnekleri görüyoruz. Bunların arasında görülen aslan ve kartal başları için, Daniken,’Kanıtlara Göre’ adlı kitabında, “ kartallar ve aslanlar, güzel bir taş işçiliği ile ikişer kez temsil edilmişlerdir. Dağın daha aşağılarında, bir kayaya bir öküz resmi oyulmuştur”diyor. Daha sonra da bu hayvanlara, yani aslan, kartal ve boğaya Eski Ahit’in Ezekiel 1/10. bölümünde, Ezekiel Peygamberin bu hayvanların yüzleri ile bir beşer yüzünü gördüğünden bahsettiği yerde rastlamış olduğunu söylüyor. Ne var ki, buhayvanlar, Ezekiele özgü değildirler; diğer birçok kaynakta da ortaya çıkarlar. Örneğin, Yuhanna, onlarda, İncil’in vahiy 4/7 bölümünde bahseder. ‘Dünya’adı verilen 21 no’lu Tarot kartının köşelerinde, aynı hayvanlar ile bir beşerin resimlerini görürüz.

Aslında, bu hayvanlar, Nemrut Dağı’nın yakınındaki bir başka yerde de ortaya çıkarlar. Nemrut Dağı eteklerinde kurulmuş olan Commagene kenti Arsameia’nın 10 km. kadar güneybatısında, bir başka höyük daha vardır. Karakuş Tepesi denilen bu höyüğün güney yanından, her birinin tepesinde bir hayvan heykeli bulunan üç sütun yer alır. Ve temsil edilen hayvanlar, gene, boğa, aslan ve kartaldır! Üstelik bu üç sütun, üzerlerindeki heykellerle birlikte, Nemrut Dağı’nın tepesinden de görünmektedirler

C.G. Jung’unkitaplarında bu hayvanların anlamının açıkça ifade edildiği bir bölüm vardır: “…Alşimideki Güneş ejder, aslan ve kartaldan hünsa’ya dönüşümün çeşitli etaplarından geçer. Mithraik kartallar, aslanlar ve güneş habercileri, inisiyasyon derecelerini nasıl belirtiyorsa, bu etapların her biri de, yeni bir anlayış, bilgelik ve inisiyasyon derecesini temsil eder..”

Peki Mme. Blavatsky’nin Kutsal Havyalar dediği, Mithraik inisiyasyonla ilgili bu hayvanların heykellerine Nemrut Dağı’nda neden rastlıyoruz acaba? Çünkü bu kutsal dağ, Mithraik Misterlerin canlandırıldığı bir inisiyasyon mahli olmalıydı. Dolayısıyla, Nemrut Dağı Mabedi’nin timi, Kadim Mısır Misterlerinin sahneye konduğu, inisiyasyon adaylarının belirli inisiyasyon kademelerinden geçerek bu Misterlere inisiye oldukları Büyük Piramitle aynı işlevi görüyordu.

Mithras kimdi ve Mithraik Misterler neydi? Mme. Blavatsky’e göre, adı günümüz Farsçasında ‘güneş’ve ‘sevgi’ anlamına gelen ‘ Mihr’ kelimesiyle ilgili olan Mithras Bordj adındaki bir dağın oğluydu. Tradisyonlar, Mithras’ın, bu dağdan parlak bir ışın halinde neşrolduğunu anlatırlar: Mithras, “ Bilgelik Güneşinin daimi yoldaşıydı.” Kısacası Üstad Djwhal Khul’un belirttiği üzre, Mithras İdarece Mekanizmanın Boğa Burcu Çağ’ında beşeriyete gönderdiği Dünya Öğretmeni’ydi.

Mithras kültüne özgü Kadim Misterler, Mithraik Misterlerdi: “Sabasia, bazı tanrıların şerefine Misterlerin sahneye konduğu, Mithaik Misterlerin bir çeşitlemesi olan periyodik bir bayramdı. Beşeri ırkın tüm evrimi, bu misterlerde canlandırılırdı… Sabasia, kökeni tarih için hala daha meçhul olan… Çok uzak bir geçmişten gelen en eski kutsal bayramlardan biridir.”

Celsus… Yedi kapısı olan ve tepesinde, daima kapalı duran sekizinci kapının yer aldığı bir yaratılış merdiveninden bahseder. Kadim İran’daki Mithras’ın misterleri böle açıklanır…”

“… Celsus, Kadim İranlılar arasında ve Mithraik misterlerde rastlanan, yedi kapı ile tepede yer alan sekizinci bir kapısı daha olan bir merdivene ilişkin bir fikirden söz eder. Birinci kapı, Satürn’ü temsil ediyordu ve kurşunla ilgiliydi ve diğer kapılar da belirli bir planet ile madene tekabül ederek böylece devam ediyordu. Yedinci kapı altındı ve güneşi belirliyordu. Ayrıca, her birine ait renklerden de bahsedilir. Bir merdiven, canın geçişini, animae transitus’u temsil eder. Sekizinci kapı sabit yıldızların seviyesine tekabül eder.”

İnisiyasyon adayı için, Celsus’un anlattığı bu kapılar, Mithraik inisiyasyon derecelerini belirlemekteydi. Bu yedili inisiyasyon, iki grup halinde düzenlenmişti. Hizmetkârlar denilen alt grup, sembolik adlarıyla şu derecelerden oluşuyordu:

1 - Karga
2 - Griffin ya da Damat
3 - Asker ya da Savaşçı

İştirakçılar denilen üst grup, sembolik adlar taşıyan şu kademeleri kapsıyordu:

4 - Aslan
5 - İranlı
6 - Güneş’in Elçisi ya da Güneş Kahramanı
7 - Kartal

İşte işritakçıların dört kademesinin Kutsal Hayvanlarla temsil edildiğini açıkça görebiliriz. Ezekiel ile Yuhanna’nın Kutsal Havanlardan bahsetmelerinin sebebi de budur. Çünkü her ikisi de böyle yüksek inisiyelere gösterilen arşetipik bir vizyonu deneyimlemekteydi. Rudolf Steiner, Mithraik Misterlerin, fizik dünya üzerinde canlandırılmalarının yanı sıra, astral âlemde(24) de deneyimlenebileceklerini söylemektedir: “…şimdi Mithras Mabedlerinden birine girelim. Bu mabedlerde, Tali Misterle katılanlar için sembolik bir olgu canlandırılırdı. Asli Misterlere katılanlar ise, aynı olayları, astral âlemdeki gerçek hadiseler şeklinde izleyebilirlerdi.”

21 no’lu Tarot kartı da, Mithraik inisiyasyonla ilgiliydi: “Dünya kartında görülen resim, muhtemelen halka takdim edilen inisiyeyi belirliyordu. İnisiye, Mithras’ın kendisi gibi giyinmiştir. Mithraik terminolojide, inisiye artık pater yani baba olarak mütalaa edilirdi.”
Kutsal Hayvanlardan biri olan boğa, Boğa Burcu Çağı’nı temsil eden Mithras kültünde, kurban edilen hayvan rolünü üstlenmişti. Tali misterlerin ana sahnesi, İlahi Varlık Mithras tarafından sembolik Boğanın kurban edilmesini kapsıyordu.

Mme. Blavatsky’nin de belirttiği gibi, 2000 yıl önce Nemrut Dağında sahneye konan Mithraik Misterlerin kökeni, aslında çok uzak bir geçmişe dayanıyordu-ve bu husus, tüm Kadim Misterler için geçerlidir. Mithraik Misterler, temsil edildiklerinde, beşeri ırkların evrimi, Güneş Sistemi’nin yedi kutsal planeti, beşeriyetin evrim yolu, değişik hayat planları, vb. konular hakkında bilgi veriyorlardı. Ve ilgili tüm ayinler, “yedi kapısı ve üzerinde, daima kapalı duran bir de sekizinci kapısı olan bir merdiven”in üzerinde yapılırdı.

Tepede daima kapalı olan bir kapı vardır: işte bu husus, Nemrut Dağı höyüğünün muammasını yarı yarıya çözmektedir. Çünkü söz konusu’ daima kapalı duran kapı’ bu Mithraik inisiyasyon mahallinin tam tepesinde tesis edilen ve içine girilemeyen konik taş yığınından başka neyi belirleyebilir ki!

İnisiyasyon merdiveninin geriye kalan kısmını, merasim yolu ile kademeli üç terası izleyen bir tırmanış oluşturmaktadır. Nemrut Dağında, Mabedin işlevine ilişkin herhangi bir araştırma yapılmamış olduğundan, yedi kapı hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Ancak arkeologların kayıtlarında geçen iki kalıntı, doğrudan 2.ve 7. kapılarla ilgilidir. Bunlardan biri hem aslan kafası hem de kartal kanatları taşıyan ve böylece ikinci inisiyasyon derecesine tekabül eden Griffin sembolünü somutlaştıran bir heykel kalıntısıdır. Öte yandan, kuzey terasından bugün ancak yıkıntı halinde olan, 80m. Uzunluğunda ve 3m. Yüksekliğinde bir sur bulunuyordu. Bu surun ortasında, bir rampaya açılan bir giriş vardı. İşte bu girişte devasa bir kartal heykelinin bekçilik yaptığını görüyoruz. Nihai inisiyasyon derecesinin sembolü olan Kartal tarafından korunan bu giriş, muhakkak ki Mithraik Misterlerin yedinci kapısını oluşturuyordu.

Andrew Tomas, bilim ve özelikle de astronomiyle Asli Misterler arasından bir yakın ilişki olduğunu söyler. Bu olgu, Mihras kültünün M isterleri için de geçerlidir. Nemrut Dağında, dünyanın her yanındaki astrologlarca özenle üzerine eğilinmesi gereken bir obje vardır. Bu, batı terasında duran ve bugün bilinen en eski zayiçe, astrolojik çizelge olduğu söylenen br aslan kabartmasıdır. Bu kabarma, astronomik semboller taşır üzerindeki aslanın boyu 2,40m. Yüksekliği de 1,75 m. dir aslanın bedenide işlenmiş olan ve Aslan Burcunu temsil eden 19 adet sekiz-ışınlı yıldız vardır. Aslanın üzerinde görülen üç tane 16-ışınlı şekil ise, Jüpiter, Merkür ve Merih gezegenlerini göstermektedir. Ayrıca, ay da, aslanın yelesinden sarkan bir hilal ile resmedilmiştir. Amerika’daki Brown Üniversitesinden Prof.Otto Puchstein, bu kabartmanın üzerindeki yazıtları inceleyen ve buna uygun olarak zayiçeyi okuyan ilk kişi olmuştur. Prof. Puchstein’e göre 1.Antiochos, Aslan Burcundandı ve temsil edilen planetler, Aslan Burcunda kavuşum halindeydiler. O çağda böyle bir kavuşuma tekabül eden tarih,

İ.Ö.61 ya da 62 yıllarında 7 Temmuz günüydü. Bu, 1. Antiochos’un, Commagene Krallığının tahtına geçtiği tarihti.

Sırayla; tören yolu, batı terası, höyük, doğu terası ve propylae holos üzerinden geçen ve güçlü bir şekilde vurgulanmış olan eksenin de astronomik bir anlamı olması ihtimali vardır. Mithras kültüne göre can, dünyadaki eprövlerine, Yenge Burcu Kapısında geçerek girer ve sonra bu eprövler dünyasından Oğlak Burcu Kapısından çıkarak gider. Dolayısıyla, Nemrut Dağı üzerinde yer alan ve bir ucundan inisiyasyon adaylarının Mabete girdiği ve öteki ucundan İnsiyelerin Mabetten çıktığı bu eksenin, yılın belirli zamanlarında, Yengeç ve Oğlak takımyıldızlarının göklerde ortaya çıktığı iki karşıt yöne işaret ediyor olması çok muhtemeldir.

Aslında, Mithraik Misterlerin Kutsal Hayvanları da astrolojik bir anlam taşırlar. Mme.Blavatsky’e göre, Kutsal Hayvanlar, “fiziki ve maddi açıdan,büyük güneş tanrısının, sözgelimi maiyetini ya da kortejini oluşturan dört takımyıldızına tekabül ederler, ve kış gündönümü sırasında, Burçlar Kuşağının dört ana yöne bakan bölümlerini işgal ederler.” burçlar Kuşağının bu takım yıldızları, Aslan Burcu; Boğa Burcu; Kova Burcu yani Melek-İnsan;ve Akrep Burcu yani Kartaldır.

Bütün bu enformasyonun ışığı altında, artık, 1.Antiochos’un maddi ve manevi başarılarının net bit görüntüsünü ortaya koyabiliriz. Tarih kitaplarında okuduğumuza göre, 1.Antiochos, İ.Ö.66 yılında çıkan Mithradatik Savaş sırasında önceleri, Romalı General

Pompey’in(i.ö.106–48)karşısında yer almışsa da, daha sonra taraf değiştirmiş ve hatta İ.Ö.49 yılında Romada meydana gelen iç savaşta Pompey’i desteklemiştir. Ve Romalı general de,1. Antiochos’u tahta çıkarmış ve Suriye ile Filistin’i Roma’ya ilhak etmesine rağmen,1.Antiochos’un Commagene’yi yönetmesine izin vermiştir. Peki, bu iki muhtemel düşman, acaba ne sebepten ötürü birbirinin hararetli destekleyicileri haline gelmişlerdi? Aslında bu, Roma ile Commagene arasında ortaya çıkan bir yakınlığa bağlı olmayıp tamamıyla kişisel seviyede meydana gelmişti. Nitekim Pompey’in ölümünden sonra,1.Antiochos, Romalılara karşı Partlarla anlaşmış ve Romalılar da, Commagene’yi ilk fırsatta ilhak etmeye yönelik arzularını açığa vurmuşlar. Yukarıdaki sorunun cevabı, şimdiye kadar çözülememiş olan bir muamanın çözümünü de beraberinde getirebilir. Bu muamma, Mithras kültünün Roma birlikleri arasında yayılışıyla ilgilidir. Yani, Mithraizm’in Romaya aşağı yukarı hangi tarihte ve nereden gittiğini ve sadece Roma ordusunun subaylarıyla askerlerine hitap ettiğini bilmemize rağmen, bunun tam olarak nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz.

Mithraik kült, Roma’ya Pompey’in zamanında ulaşmıştı. Ve o devirde, yani İ.Ö.1.yüzyılda Roma dünyası ile Part imparatorluğu arasında yer alan ve Commagene’nin dâhil olduğu devletlerde genellikle Mithras’a ibadet ediyordu. Dolayısıyla, bir askeri deha olan Pompey’in bu bölgelere düzenlediği seferler sırasında Mithraizm’le karşılaştıktan sonra, Mithraizm gibi Cenkçi bir kültün Roma birlikleri için son derece uygun bir inanç sistemi olduğuna hükmetmiş olması çok muhtemeldir-ve nitekim Pompey haklı çıkmıştır. Ve Pompey’i etkileyen, Mihraik inanca ve inisiyatik uygulamalarına ilgi duymasını sağlayan ve onu bu inancın yüceliği ve etkinliği hakkında ikna eden kişi 1.Antiochos olabilir. Şu ya da bu şekilde, bu iki şahıs bir tür centilmenlik anlaşması yapmış olsalar gerek:1.Antiochos’un Roma Birlikleri’nin subayları için inisiyasyon Mabedini sağlamasına karşılık, Pompey’in de, 1.Antiochos’un hükümranlığı ile Commagene’nin bağımsızlığına dokunulmayacağına dair söz vermiş olabileceğine dair bir hipotezi öne sürebiliriz.

Bu tezi destekleyen çok önemli bir nokta vardır: Nemrut Dağı panteonundaki Tanrıların, Greko-pers karakterde, yani iki farklı kültürü uzlaştırıcı mahiyette olduklarını belirtmiştik. Yakışıklı çehreler ve asil ifadeler taşıyan bu Mithraik İlahlar taşlara işlenirken, bir yandan Grekler’e ait yüz ifadeleri verilmiş, öte yandan da Kadim İranlılara ait taç ve başlıklar giydirilmiştir. Kısacası Kadim İran kökenli bu Mithraik Tanrılar, Nemrut Dağı üzerinde Grekleştirilmişlerdir. Anlaşıldığına göre, Mithras kültünün Roma dünyasına yayılışını izlemeye çalışmış olan araştırmacıların zihinlerini meşgul eden başlıca sorun, bu kültün, Anadolu’da Greklerin yaşadığı bölgelerden nasıl geçtiğinin açıklanması olmuştur. Çünkü Grekler, Kadim İran Tanrısı Mithras’ın amansız düşmanlarıydılar. İşte, Grek bölgesinden geçişi sağlayacak olan yegâne metot, Mihraik Panteonun Grekleştirilmesi olsa gerekti.

1.Antiochos’un, böylece, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı ataların soyundan gelmiş olduğunu iddia etmek suretiyle, yayacağı kültün uygulanımını üzerine inşa edebileceği sağlam bir temel tesis ettiği aşikârdır. Dolayısıyla, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı atalarını, Nemrut Dağında gözler önüne sermiştir. Doğu terasında, hem kuzey hem de güney cephelerde olmak üzere, taş levhalar dikilidir. Bu levhalarda, sırasıyla, Kadim İranlı ve Makedonyalı atalarını gösteren kabartmalar vardır.

Nemrut Dağında yer alan bir başka unsur da yukarıdaki terinin lehinde bir kanıt sağlamaktadır: Mithras kültüne Kadim İran’dan Roma’ya gelişi sırasında, uğradığı değişikliklerden biri olarak, bir tür vaftiz uygulaması da eklenmişti. Nemrut Dağında, tepeden inerek, aşağıdaki bir vadide akan bir kaynağa ulaşan bir patika vardır. Bu, muhtemelen vaftiz uygulamasının daha o zamandan, Nemrut Dağında yapılan inisiyasyon törenlerinin bir parçası haline geldiğini ve böylece de, orada inisiye olan Romalı askerlerce hemen benimsendiğini göstermektedir.

Mithraik inancın Roma İmparatorluğuna yayılışının Batı Dünyasını derin bir şekilde etkilemiş olduğunu görüyoruz. C.G.Jung’un bu konudaki sözleri insanı düşündürüyor:

“Anadolu’nun fethinden sonra Roma Asyalı oldu; Avrupa Asya’dan etkilenmişti ve bu gün dahi etkilenmektedir. Kilikya’dan, Roma birliklerinin dini olan Mithraik kült gelmiş ve Mısırdan sislerle kaplı İngiltere’ye kadar yayılmıştır.”

Hatta Hıristiyanlık ortaya çıkmış olmasaydı, Mithraizmin şimdi Avrupa dini olacağı dahi ileri sürülmüştür. Colin Wilson, Mithras’tan , “… Hz. İsa ile birçok ortak yanı olan ve daha sonraki yüzyıllarda, kültü, Romada neredeyse, Hıristiyanlığın yerini alan bir Kurtarıcı olarak bahseder.”

1.Antiochos’un son derece önemli ve etkili bir tarihi şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir inisiyasyon merkezi tesis etmek ve zamanının en önde gelen askeri gücünü temsil eden bir İmparatorlukta belirli bir kültü yaymak. Ve böylece, yüzyıllar boyunca Batıyı etkilemek gibi devasa bir işin altından başarıyla çıkmasının sadece tek bir açıklaması olabilir:1.Antiochos, bir İlahi Kraldı; Tanrıların, yani beşeri ırkın evrimini sevk ve idare eden Yüce Güçlerin, Onlar adına bir İlahi Misyonu yürüten bir Elçisiydi.


Mme. Blavatsky, “göksel mekânlarından inen ve Dünyada hükmeden Tanrılar, der, '' beşeriyete, Astronomiyi, Mimarlığı ve bize kadar gelmiş olan diğer bütün bilimleri öğretmişlerdir. Bu Varlıklar, önce Tanrılar ve Yaratıcılar olarak ortaya çıkarlar; sonra, gelişmeye başlayan beşerle karışıp birleşirler ve en nihayet İlahi Krallar ve Yöneticiler olarak zuhur ederler. Ne var ki, bu gerçek giderek unutulmuştur.”

Diğer birçok İlahi Kral gib 1.Antiochos da, bize, İlahi vazifesi ile ilgili olarak Yüce Güçlerle yaptığı akde dair kanıtlar bırakmıştır: Bunlar, hem batı hem de doğu teraslarında yer alan kabartmalardan oluşur. Batı terasında duran ve gayet iyi korunmuş olan kabartmalar 1. Antiochos’u bazı İlahlarla el sıkışırken göstermektedir: Antiochos ve Mithras Apollo; Antiochos ve Ahura Mazda-Zeus; Antiochos ve Artagnes-Heracles gibi.

Geriye dönüp de. Nemrut Dağının yapay uç noktası olan höyüğün gizemini düşündüğümüzde, Antiochos’un Misyonunu yöneten İlahi Güçlerin, Mabedin gerçek kurucuları olup olmadığına dair bir soru gelmektedir aklımıza. Bu sorunun cevabı muhakkak ki olumludur: Rudolf Steiner,

…Mithras kültü… Dünyaya, oluşturulduğu yer olan göklerden getirilmiştir diye yazar(36). Aksi halde, aşağıda ifade edilen türden sorular, ortaya çıkmaz ve Nemrut Dağı Mabedini kökenini bir muamma haline getiremezlerdi:

1 - Taşlık bir arazi boyunca dik ve zorlu bir tırmanışın ve çok sınırlı bir çalışma sahasının söz konusu olduğu Nemrut Dağının tepesinden o dev heykeller nasıl yapılmış ve höyüğün taşları nasıl yığılmışı? Özelikle, içine girmek için bir atılımda dahi bulunamadığımız böyle bir höyüğün taşlarını yığmada kullanılan metot gerçek bir muamma oluşturmaktadır. Sanki taşlar höyüğün tabanından doruğuna kadar teker teker yerleştirilerek değil de, daha ziyade, uçan bir araç vasıtasıyla yukarıdan boşaltılmak suretiyle yığılmış gibidir

2 - Nemrutun zirvesi, nasıl oluyor da düzlenmiş bir plato şeklinde ortaya çıkıyor? Dalar ısmarlama tepelerle son bulmazlar; tabi, dorukları kasten o şekilde biçimlendirilmemişse

3 - Höyük aslında ne zaman inşa edilmiştir? Çünkü höyüğün İ.Ö.1.yüzyılda inşa edilmiş olduğundan emin olamayız. Mabedin geri kalan kısmı onun çevresine tesis edilirken, höyüğün kendisi hali hazırda mevcut olabilirdi

Bu soruların doğru cevapları ancak Nemrut Dağının inşaatçıları olan Yüce İlahi Güçler istediği zaman verilebilir ve höyük de ancak o vakit açılabilir, daha önce değil.

Dünya uzayda yer alırken herhangi bir kozmik olay meydana geldiğinde, üzerinde yol aldığı spiralin hangi noktasında bu olay meydana gelmişse o noktada bu olayın bir kaydı, belirli bir form halinde, Dünyaya bırakılır. Bir gün, Dünyaya spiralin hangi noktasındayken ne gibi işaretler bırakıldığı öğrenildiğinde, bu işaretlerin o noktalarda hangi kozmik olayı belirlediği de açığa çıkacaktır. Dünya, bu kozmosun bir Laboratuarı olduğundan, kozmosun tüm önemli olayları bu laboratuarda kayda geçirilir ve gene, dünya laboratuarında alınan maddi ve manevi sonuçlar kozmosun her yanında uygulanırlar. Aynen yeni buluna bir ilacın dünyanın her yanında kullanılması gibi.

( Türkiye Gizemleri - Bilim Araştırma Merkezi )

PLANCK DÖNEMİ




Zamanı ve uzayı, hatta her şeyi içeren evren Büyük Patlama ile 13.7±0.2 milyar yıl önce başladı. O zamanlar için, dünyanın güneş yörüngesinde dönmesi ile oluşan "yıl" kavramı olmasa da, bugünkü zaman akışımız ya da alışkanlığımıza göre adlandırmak zorundayız. Büyük Patlamadan hemen sonraki, 10-43 saniye Planck dönemi olarak adlandırılır. Bugün doğada dört temel olarak adlandırdığımız kuvvetlerin hepsi bir arada ve henüz ayrışmamışlar. Daha çok çalkalanıp duran bir köpük olarak ele alınabilir. Sıcaklık 1032 derece. Bir denge içinde her yeri aynı sıcaklıktadır. Madde ve antimadde dengesi madde yönünde bozulur. Sıcak çorba kıvamındaki evren genişlemeye başlar.

Genişleme Dönemi: 10-37 saniye
Evren genişlemeye başlar ve hızlanarak genişlemeye (enflasyon=şişme) devam eder. Ancak, genişleme hızı zaman içinde sabit kalmaz. Evrendeki tüm madde ve enerji biçimleri, daha sonraları ortaya çıkacak olan gökadalar arasında kütleçekimi etkisi ile dışa doğru hareketi kısıtlayan bir fren işlevi görür. Genişleme hızı zamanla aşamalı olarak düşer. Bugüne oranla evren bu dönemde daha hızlı genişliyordu. Genişleme ile birlikte madde yoğunluğu da azalır. Aynı zamanda da genişleme ile evrenin ortalama sıcaklığı da azalır. Yarıçap iki katına çıktığında sıcaklık yarıya düşecektir. Burada bahsedilen genişleme, uzayın kendisindeki genişlemedir. Sıfır hacim yalnızca maddenin sonsuz yoğunlukta olduğu anlamına gelmez, aynı zamanda uzayın hiçbir şeye sıkıştırılmadığı anlamına gelir. Diğer bir ifade ile büyük patlama madde ve enerji kadar, uzayın da kökenidir. Yani, içinde büyük patlamanın olduğu bir uzay yoktur. Aynı şey zaman kavramı içinde geçerlidir. Zamanında bir başlangıcı vardır.
Bu dönemde evren çok sıcaktır. Halen çorba halindedir. Çok sıcak olduğundan madde oluşumuna izin verilmez. Yüksek enerjili fotonlar çarptıkları elektronları protonlardan uzaklaştırdıklarından ve parçacıkların birleşerek kararlı bir hidrojen atomu oluşturması engellenir. Bir atom oluşur oluşmaz hemen yok olur. Var olmaya fırsat bulamaz. Evren genişledikçe soğumaya başladı ve ardından madde oluşumuna izin çıktı. Başlangıçtaki hv=kT denklemi dönemi (her şeyin ışık veya foton olduğu dönem) giderek madde oluşumuna izin verir hale gelir ve enerji maddeye dönüşür: hv=m•c2=E. Bu denklemlerde h Planck sabiti, v frekans, k Boltzmann sabiti, T sıcaklık K, c ışığın boşluktaki hızıdır.

Büyük Birleşik Dönem: 10-35 saniye
Dört temel kuvveti bir arada tutacak enerji 1019 GeV (milyar elektron volt)tur. Enerji genişleme ile azaldıkça kuvvetlerde ayrılırlar. Evrendeki dört temel kuvvet, büyük birleşik kuvvetten her biri ayrılır: önce kütle çekim, güçlü nükleer kuvvet ayrılır. Sıcaklık 1027 derece. Kuarklar ve antikuarkların hâkim olduğu dönemdir. Gözlenebilir evrenin boyutları, 10-35 saniye ile ışık hızının çarpımı sonucu 3•10-25 cm olarak bulunu
Şişme iki katına çıkar: 10-34 saniye
Şişme bu devrede kütleçekim kuvvetine göre inanılmaz derecede güçlüdür. Bir saniyenin yüz trilyon çarpı trilyon çarpı trilyonda biri kadar bir zamanda (10-34 saniye) evren iki kat genişler. Bundan yaklaşık 100 kat zaman sonra evren bir ışık yılına varacak büyüklükte bir ufuk oluşturacak şekilde büyüyecektir.

Sonraki kaderin belli olması: 10-32 saniye
Evrenin temel yapısı ve fiziksel içerikleri bu süre sonunda tamamlanmış süreçlerle belirlenir. Bundan sonrasının maddesel kaderi artık belli olmuştur.
Elektrozayıf dönem: 10-12 saniye
Elektrozayıf kuvvet, zayıf ve elektromanyetik kuvvete ayrılır. Yaklaşık 19.yüzyıla kadar elektrik ve manyetik alanın farklı şeyler olduğu düşünülüyordu. Günümüzde elektromanyetik ve zayıf çekirdek kuvvetlerin tek bir elektrozayıf kuvvet oluşturdukları bilinmektedir. Evrenin başlangıç aşamasındaki bu zamanda her iki kuvvet birbirinden ayrıldı.

Hadron dönemi: 10-6 saniye
Hadronlar atom altı parçacıklardır ve güçlü nükleer kuvvete maruz kalırlar. Kuark ve antikuarklardan oluşurlar. Aracı olan gluonlarla bir arada kalır, birbirlerine yapışır gibi dururlar. Bu dönemde baryonlarla, karşıt baryonlar ufak bir farkla hemen hemen eşit miktardadır. Baryonlar ve karşıt baryonlar birbirlerini yok etmekte ve çok yüksek enerjili gamma fotonları da maddeleşerek "baryon" "karşıt-baryon" oluşturmaktadır.
Lepton dönemi: 1 saniye
Bu çağ pi-mezonlarını bozunması ile başlar. Evrenin yaşı 10 saniye mertebesine ulaşınca elektron ve pozitronların birbirlerini yok. Lepton çağı sonunda serbest nötronlar ve protonlar eşit sayıda bulunur. Nötron ve protonlar birleşirler. Hidrojen, helyum, lityum ve döteryum çekirdekleri oluşur.
Nükleosentez dönemi: 3 dakika
Nükleer aktivite için evren artık çok soğumuştur. Sıcaklık 109 derece. İlk atom çekirdekleri kararlı olarak oluşmaya başladı. Evrenin %75'i hidrojen, %25'i helyum ve eser miktarda döteryum, lityum, berilyum ve borondan oluşur. Ağır elementler henüz oluşmamıştır. Evrenin bundan sonra nasıl davranacağı konusunda tüm fiziksel kanunların nasıl seyredeceği bir bakıma belirlidir.
İlk 13.8 dakika
Helyum ve trityum çekirdekleri ağırlıklı olarak ortamı doldururlar
İlk 1000 yıl
Evrenin ortalama sıcaklığı 18 K. Ön galaksiler ve kuarsarlar ortaya çıkar
Deiyonizasyon dönemi: 379,000 yıl sonra
Sıcaklık 6-10 bin derece. Madde ve enerjinin tam olarak ayrılması Başlangıçtaki hızlı genişleme ile ışık enerjisi (fotonlar) zayıflar ve madde yoğunluğu artmaya başlar. Bu dönem genellikle büyük patlamanın sonu olarak kabul edilir. Teleskopların zamanda geriye baktığı düşünüldüğünde, bu noktadan geriyi görebilmesi imkânsızdır. Bu noktadan geride atomların var olabilmesi için evren çok çok sıcaktır. Madde iyonlar halinde bulunur. Bu iyonlar, evrenin opak bir ışık olarak görünümüne neden olurlar. Yeterli atom oluştuğunda (soğuma ile) elektronlar ve çekirdekler atomları oluşturur. Atomlardaki elektronlar yalnızca belli dalga boyunda fotonları emerler. Bu dalga boyu dışında kalanlar emilmezler. Evren bu nedenle birçok dalga boyu için saydamdır. Bu nedenle deiyonizasyon döneminden önceki dönemin fotoğrafı çekilemez. Bu döneme ait kozmik mikrodalga fon ışıması, evrenin her yanından tek biçimli olarak kaydedilebilir.
Galaksi ve yıldız oluşumu: 100,000,000-1,000,000,000 yıl sonra
İlk olgun galaksiler ve kuarsarlar ortaya çıkar. Hidrojen çekirdeklerinin reiyonizasyonu oluşur. Bu dönemde "bir sinekten daha basit olan yıldızlar" oluşur. Bu yıldızların büyük kütleli olanları, hızla yakıtlarını tüketerek ağır elementleri oluştururlar.
Şimdiki Zaman

Doç. Dr. Sultan Tarlacı tarafından yazıldı. 
Evrenin sıcaklığı ya da kozmik arka plan ısısı 2.72 K kadardır. Evren genişledikçe bu ışınım gücü azalacak ve yüz milyar yıl sonra yaklaşık 1 K olacaktır. Büyük patlamadan 10-35 saniye sonra evrenin genişliği iki katına çıktı. Bugün ise evrenin boyutu 1026 kat artmıştır. Şu andan itibaren ise iki kat genişleme için gereken zaman 3•1017 saniye, yani 10 milyar yıldır. Genişlemenin doruk noktasında sıcaklık iyice azalarak dibe vuracaktır.

Evrenin bu geniş ölçekli yaşına rağmen, Dünya denilen gezegende yaşayan insan türü, ortalama 70 yıl olan yaşamını daha çok ölüm ve kan üzerine kurmakta. Enerji kaynakları, topraklar elde etmek için birbirlerini öldürmeye çalışmaktalar.
Evrenimizin sonsuza kadar genişleyeceğini ya da bir süre sonra kendi üzerine çökeceğini anlamamızı sağlayacak olan bilgi evrenin kütlesel yoğunluğunun ne kadar olduğunu bilmektir. Genişleyen bir evrende herhangi iki nokta arasındaki uzaklık sürekli olarak artar. Evren-uzay üç boyutlu olduğundan, hacimde artışa neden olur. Evren genişlerken birim hacimdeki yoğunluk azalır. Buna göre, evren 2 kat genişlediğinde yoğunluk 8 kat azalır (23=8).
Evrenin genişlemesi, kinetik itici enerji ve potansiyel durdurucu enerjiler arasındaki denge ile sağlanır. Genişleyen evrende, madden oluşan cisimlerin kütle çekimi genişlemeyi yavaşlatır, frenler. Kinetik enerji üstün gelirse evren sonsuza kadar genişlemeye devam edecektir. Potansiyel enerji üstün gelirse evren tekrar geriye çökmeye başlayacaktır. Omega (W) yoğunluk ölçütü, gerçek evren yoğunluğunun kritik yoğunluğa bölünmesi ile elde edilen bir değerdir. Eğer günümüzdeki yoğunluk kritik yoğunluktan küçükse (W<1) evren sonsuza kadar genişleyecektir. Yıldızlar sönecek ve soğuk bir evrenle sonsuz zamanda ölü olarak devam edecektir. Eğer büyükse (W>1) evren eninde sonunda, başlangıçta genişlemesinin tam tersi şekilde çökmeye mahkûm olacaktır. Bu çökme sırasında, büyük patlamadan beri yaşanan aşamalı seyir tam tersine dönecek ve evren başlangıçtaki tekilliğine ve muazzam sıcaklığıyla son bulacaktır.
Evrenin başlangıcını oluşturan büyük patlama gördüğümüz pek çok maddenin kaynağı olmasının yanı sıra, aynı zamanda göremediğimiz maddenin de kaynağıdır. Gördüğümüz madde gerçekte var olması gerekenden çok azdır. Evrendeki tüm nesneler ışık yayan parlaklıkta ve görünür değildir. Buna en güzel örnek maddenin düşünülebilecek en karanlık hali olan kara deliklerdir. Kara delikler doğrudan gözlenemezse de dolaylı yöntemlerle varlıkları ortaya konulabilir. Bunun yanında zamanla sönükleşmiş ve ışığını kaybetmiş yıldızlarda bizim göremediğimiz evrensel maddeler arasındadır. Bütün bunlara ilave olarak karanlık madde denilen ayrı bir madde türü de vardır. Yıldızların bir araya gelmelerinden oluşan gökadaların hareketini etkileyen bol miktarda karanlık maddenin var olduğu anlaşılmaktadır. Gökadalar köpük ya da dev tabakalar şeklinde yayılmışlardır. Böyle kümeli ve köpüksü yapıyı oluşturabilecek olan, büyük patlama ile beraber ortaya çıkmış olan parlak olmayan ve görünmeyen karanlık maddenin etkisidir. Normalde eğer gökadalar sadece bildiğimiz maddeden yapılmış olsalardı, gökada diskinin kenarındaki yıldızlar, merkeze yakın yıldızlara göre çok daha yavaş hareket etmelidirler. Ama gözlemler bununla çelişmektedir. Diskin her tarafındaki yıldızlar yaklaşık olarak aynı hızda hareket ederler. Bunu sağlayabilecek olan göremediğimiz gökada dış kısmında bulunan karanlık maddedir. Yine gökadalar karanlık madde olmadan, şu an ölçülen hızlarda hareket ederseler çözünüp dağılırlardı. Bu nedenle galaksileri dağılmadan bir arada kalabilmelerini için %80'inin karanlık madde biçiminde olması gerektiği düşünülmektedir. Evrendeki karanlık madde miktarının ne kadar olduğu tartışmalıdır. Bilinen bir gerçek, karanlık maddenin evrenin önemli bir kısmını oluşturduğudur. Bu oran %70 karanlık madde olabileceği yönündedir. Karanlık maddenin miktarı, evrenin genişlemesini durduracak kadar karanlık maddenin var olup olmaması açısından önemlidir.

Büyük patlama ile evren önce hızlı bir genişleme dönemi geçirmiş ve ardından yavaşlama dönemine girmişti. 6 milyar yıl önce karanlık madde etkisi ile tekrar hızlanarak genişlemeye başladı. Normal madde kütle çekimi ile birbirini çekme ve bir arada tutmaya eğilim gösterirken, karanlık madde itici etki yapar, birbirinden uzaklaştırır. Evrenin her santimetre küpü başına düşen karanlık madde miktarı, evrenin genişlemesine rağmen sabit kalmaktadır ya da çok az değişmektedir. Eğer karanlık madde miktarı artacak olursa, atomlardan galaksilere kadar her şey birbirinden sonsuza kadar uzaklaşacaktır.

Karanlık maddeyi doğrudan göremezsek de, dolaylı çekim etkilerini görerek varlığını ortaya koyabiliriz. Evrenin genişlemesi, galaksilerin birbirine çekim kuvveti uygulaması nedeniyle yavaşlaması gerekirken, 1998 yılında yapılan gözlemlerle, uzak galaksilerin hızlanarak bizden uzaklaştığı tespit edildi. Bu hızlanmayı açıklamanın en mantıklı yolu "karanlık enerji"nin varlığıdır. Bu enerji uzayın her birimine hemen hemen eşit oranda dağılır. Bu dengeli dağılım, yalnızca evrenin genişleme oranını değil uzayın kendi eğriliğini de etkiler. Evren genişledikçe, içindeki maddenin yoğunluğu azalır. Madde içeriği azalınca "boşluk/vakum enerjisi" içerir hale gelir. Boşluk enerjisinin etkisi genişlemenin hızlanmasına katkıda bulunur. Genişleme ile boşluk enerjisi uzayın her biriminde aynı kalır. Gelecekte, evrensel genişleme ile daha fazla uzay oluşacak ve boşluk enerjisi evrende en baskın enerji olacaktır.

Şu anda görünür evrendeki madde miktarı, evrenin çökmesini engelleyecek düzeyin çok çok altındadır. Ancak evrendeki büyük orandaki maddenin "görünmeyen" karanlık madde olduğu yönünde birçok kanıtlar vardır. Yani, evrende "kayıp bir madde" vardır. Bunun yanında evrenin kaderini tahmin etmenin bir yolu da "geometrisini gözlemlemek"tir. Evrenin ortalama eğrilik durumu ortalama yoğunluğu ile yakından ilişkilidir. Yüksek yoğunlukta evrenin bir balon gibi pozitif eğriliği varken, düşük yoğunluklu evrenin eyer gibi yapısı vardır. Buna göre, evrenin geometrisi, pozitif (bir kürenin yüzeyi), düz (yüzey) ve negatif (eyer biçimli ya da hiperbolik) şeklinde olabilir. Bunlardan küresel pozitif geometrik evrende kütleçekimsel potansiyel enerji kinetikten üstün gelirken, düz evrende toplam enerji sıfırdır (kinetik ve potansiyel enerjiler birbirini dengeler). Negatif eğrilikte ise genişlemenin itici kinetik enerjisi üstün gelir. Pozitif eğriliği olan küresel bir evrende, kütle çekimsel potansiyel enerji üstün geleceğinden kendi üzerine çökecektir. 

Doç. Dr. Sultan Ketenci

Nicola Tesla | 70. Ölüm Yıl Dönümü(1856 - 1943)



Nikola Tesla, şimdiki Hırvatistan'da, Smiljana köyünde, 10 Temmuz 1856'da doğdu, 7 Ocak 1943 New York'ta öldü. Sırp asıllı fizikçi.

Babası Papaz dı. Hiçbir zaman okuyup yazamamasına rağmen,annesi halk arasında pratik ev aletleri mucidi olarak bilinirdi. Ona göre Tesla, yaratıcı dahi olmaya adaydı. Papaz olması için babasının zorlamasına karşı çıkarak, genç Tesla, mühendislik mesleğinde ısrar etti. Annesi de onu destekledi, Fizik ve Matematikte bilgisini arttırırken Graz'daki Politeknik okuluna girdi ve Prag Üniversitesinde eğitimine devam etti. Yabancı teknik eserleri okuyabilmek için, orada, yabancı dil kursuna devam etti. Anadili olan Sırpça ve ailece bildikleri Almanca 'ya ek olarak İngilizce, Fransızca ve İtalyanca 'yı da öğrendi. Prag'daki tahsilini 1880'de bitirdikten sonra, Budapeşte'de lisans üstü yaparken, profesörüyle alternatif akımın özelliklerini tartıştı. Sonra bir Paris telefon şirketinde çalışmaya başladı. Burada doğru akım motorları ve dinamolar konusunda geniş ve önemli tecrübeler edindi. Oradayken çalıştığı döner makineleri korumak için regüle edici kontrol cihazları icat etti.

Elektrik endüstrisinin durumu

O günlerde genellikle doğru akım, ısıtmaya, aydınlatmaya, güç sağlamaya ve iletmeye en uygun elektrik akımı olarak bilinirdi. Fakat doğru akım direnç kayıpları o kadar büyüktü ki, her mil kare için bir güç santralına gerek vardı. İlk akkor ampuller (110 Volt'ta), güç santralına yakın olsalar bile parlak yanmıyorlar ve bir milden daha uzaklıktakiler ise kaybolan güce bağlı olarak sönük yanıyorlardı.

1884'de genç Tesla, kafası fikirlerle dolu ve cebinde 4 sentle New York'da gemiden ayrıldı. Tecrübesi onu doğru akım motorları ve dinamolardaki komütatörün sonsuz sorunlar yaratan, gereksiz bir karışıklık olduğuna inandırmıştı. doğru akım üretecinin bir komütatörle dış devrede tamamen aynı yöne akan dalga dizileri şeklinde alternatif akım oluşturduğunu gördü. O zaman, motorda dönme hareketini sağlayacak bir doğru akım elde etmek için, yöntem tersine çevrilmeliydi. Her elektrik motorunun endüvi'si, motora alternatif akım beslemek için döndüğü anda manyetik kutupların yönlerini değiştiren, döner komutatöre sahipti.

İlham

Tesla' ya göre bu doğru akım, saçmalığın daniskasıydı. Hem jeneratör (üreteç) hem de motordaki komütatörü ortadan kaldırmak ve alternatif akımı tüm sistemde kullanmak akla uygun gelmekteydi. Fakat hiç kimse alternatif akımda çalışabilen bir motoru oluşturmamıştı ve Tesla bu sorunu çok düşündü. 1882 Şubatında, Budapeşte'nin bir parkında Szigetti adında bir sınıf arkadaşı ile gezinirken aniden haykırdı. "Buldum!" Tüm elektrik endüstrisinde devrim yapacak olan "Dönen manyetik alan"ı bulmuştu. Dönen elemana bağlantı gereği olmayacaktı. Komütatör yoktu artık.

Sonradan tüm alternatif akım elektrik sistemlerini tasarladı. Alternatörler, elektrik enerjisinin ekonomik iletimi ve dağıtımı için gerilim yükseltici ve alçaltıcı transformatörler ve mekanik güç sağlamak için alternatif akım motorları. Dünyanın her tarafında harcanıp giden su gücünün bolluğundan esinlenip, gerekli olan yerlere enerji dağıtabilen hidroelektrik santralleriyle bu büyük gücün elde edilmesini tasarladı. Budapeşte'de "Birgün Niyagara Çağlayanını elektrik elde etmek için kullanacağım" diyerek dinleyenleri şaşırttı.

Edison tarafından cesareti kırıldı

Tesla'nın aradığı fırsat ve şans kolayca eline geçmedi. O zamanlar New York'da Pearl caddesindeki ilk laboratuvarında akkor lambası için pazar aramakla meşgul olan Edison'a rastladığı zaman Tesla, gençlik heyecanıyla, kendisinin bulduğu alternatif akım sisteminin açıklamasını yaptı. Bu düşünceyi derhal ve tamamen kestirip atan o büyük adam, "Sen teori üzerinde vaktini harcıyorsun" dedi.

Bir yıl boyunca, uzun boylu, zayıf Yugoslav, bu yabancı ülkede açlıktan korunmak için mücadele etti. Gün geldi, çukur kazarak geçimini sağladı. Fakat birlikte çalıştığı çukur kazıcı, Western Union'un ustası, yemek saatlerinde Tesla' nın ilgilendiği yeni elektrik sistemlerinin hayali tariflerini dinleyerek, bu konu üzerinde bir plan yaptı. Tesla'yı A.K.Brown adlı firmanın sahibiyle tanıştırdı. Tesla'nın parlak planlarıyla büyülenerek, Brown ve bir ortağı büyük bir atılım yapmaya karar verdiler. Ortaya belirili bir miktar para koydular ve Tesla Batı Broadway'de bir deney laboratuvarı kurdu. Orada Tesla jeneratör, transformatörler, iletim (transmisyon) hattı, motorlar ve ışıklar gibi tasarladığı sistemlerin tümünün planlarını hazırladı. Hatta iki ve üç fazlı sistemleri de tasarladı.

Cornell Üniversitesinden Profesör W.A. Anthony yeni alternatif akım sistemini sınadı ve derhal Tesla'nın senkron motorunun en iyi doğru akım motoruna eşit yeterlikte olduğunu açıkladı.

Alternatif akım ortaya çıkıyor

O zaman Tesla bütün kısımlara sahip tek bir patent altında sistemini tescil ettirmek istedi. Patent Bürosu her önemli fikir için ayrı bir dilekçeyle başvurulmasında ısrar etti. Tesla, 1887'nin Kasım ve Aralığında dilekçelerini verdi ve daha sonraki altı ayda yedi tane A.B.D. patenti aldı. 1888 Nisan'ında çok fazlı sistemini de içeren dört ayrı patent için başvurdu. Bunlar da hızla, bekletilmeden verildi. Yılın sonuna kadar 18 patent daha aldı. Bunları, çeşitli Avrupa patentleri izledi. Bu kadar hızla dağıtılan bu patent çığının, eşi görülmemişti. Fakat fikirler ilginçti. O kadar ki, bir çelişme ya da bir tahmin yoktu. Bu yüzden patentler tek bir tartışma bile yapılmadan verildi.

Bu sırada Tesla, New York'da AIEE (Şimdiki IEEE)'nin bir toplantısında çok gösterişli konferans verip, tek ve çok fazlı alternatif akım sistemlerinin gösterisini yaptı. Dünya mühendisleri, muazzam gelişmenin kapısını açarak, telle yapılan elektrik enerjisi iletimindeki sınırlamaların giderilmiş olduğunu gördüler.
Fakat, kim, tümüyle daha iyi olan bu sistemi uygulayacaktı? Doğal olarak, bu kuruluş, Edison-General Electric olmayacaktı. Aksi halde kendi yatırımlarının eskimiş olduğunu kabul edeceklerdi.

İşte tam o sırada George Westinghouse, Tesla'nın laboratuvarlarına gitti ve Tesla ile tanıştı. Westinghouse, "Alternatif akım patentleri için bir milyon Dolar nakit ve ayrıca satış payı vereceğim" diyerek teklifini yaptı. Satış payı, beygir gücü başına 1 Dolar olmak üzere anlaştılar.

Ülke çapındaki Westinghouse yatırımlarının başarısı, gelişen elektrik endüstrisinde rakip durumunu korumak için General electric, Westinghouse'dan bir lisans almak zorunda kaldı.

Gerçekleşen rüya

1890'da, uluslararası Niyagara komisyonu elektrik üretmek için, Niyagara çağlayanının gücünü kullanmak amacıyla çalışmaya başladı. Bilgin Lord Kelvin, komisyonun başkanlığına atandı ve derhal doğru akım sisteminin en iyi olacağına dair açıklamasını yaptı. Fakat güç, 26 mil uzaklıktaki Buffalo'ya iletilecekti. Bu durumda alternatif akımın gerekliliğini kabul etti.

Westinghouse, on tane 5000 beygirgücündeki hidroelektrik jeneratörü için ve General Electric ise iletim hattı için kontrat yaptılar. Bu sistem iletim hattı, yükseltici ve alçaltıcı transformatörler Tesla'nın 2 faz projesine uygundu. Hareket eden parçaları azaltmak için, dıştan dönen alan ve içi sabit armatürlü, büyük alternatörler planlanmıştı.

O zamana kadar bu büyüklükte bir proje yapılmadığı için, bu tarihi proje heyecan yarattı. Dakikada 250 devir yapan, herbiri 1775 Amper veren, 2250 Volt'luk on büyük alternatör, iki fazlı 25 Hz (Hertz)'de 50 000 Beygirgücü veya 37 000 kW'lık çıkış oluşturuyordu. Rotorların herbiri, 3 metre çapında, 4,5 metre uzunluğunda (düşey jeneratörlerde 4,5 metre yükseklik) ve 34 ton ağırlığındaydı. Sabit parçaların herbiri 50 ton ağırlığındaydı. Gerilim, iletim için 22.000 Volt'a çıkarıldı.

Uzaktan radyo kontrolu

Sonradan Telsiz denilen, radyo alanında Tesla'nın öncülüğü, Mors koduyla yapılan haberleşmeden de ileri gitti. 1898'de New York şehrinin Madison Parkı'nda (Madison Square Garden) telsiz ile uzaktan kontrola ait parlak bir gösteri düzenledi. Birinci geleneksel Elektrik Fuarının geliştiği yer ve genellikle Barnum-Bailey sirkinin çalıştığı büyük alanlın ortasına büyük bir tank koydu ve suyla doldurdu. Bu küçük gölün üzerine, yüzmesi için, 1 metre uzunluğunda anten direği olan bir tekne koydu. Teknenin içinde bir radyo alıcısı vardı. Tesla, seyircilerin isteği doğrultusunda ileri gitme, sağa veya sola dönme, durma, geri gitme, ışıkları yakıp söndürme gibi çeşitli şeyleri uzaktan radyo kontrol sayesinde yaptı. Unutulmaz gösteri tüm seyircileri hayran bıraktığı gibi günlük gazetelerin ön sayfalarında yer aldı.

Matematiksel büyücülük

Tesla'nın matematik dehası, Westinghouse ve General Electric'in imalatını yaptığı alternatif akım cihazlarının, parçalarının yapımında büyük bir yer sağladı. Tesla, öğrencilik günlerinde karışık soruları kagıt ve kalemsiz çözerdi. Öğretmeni onun hile yaptığından şüphe eder ve O'na ayrı testler uygulardı. Genç Tesla, bütün logaritma cetvelini ezberlemişti. Şimdi A.B.D.'de kullanılan, saniyede 60 Hz'lik frekans, Tesla'nın mantık hesaplarından çıkarılmıştı. Çünkü, Tesla bu frekansın ticari açıdan en uygun olduğunu saptamıştı. Daha yüksek frekanslarda alternatif akım motorları yetersiz olacaktı. Daha alçak frekanslarda ise daha çok demir kullanmak gerekecekti. Işıklar da alçak frekanslarda titreşecekti.

Niyagara Çağlayanı'nın ana tesisi, ilk Westinghouse türbin jeneratörlerinin kapasitelerine uyması için, 25 Hz'e göre planlanmıştı. Bunu izleyen gelişmeler ile 60 Hz'e dönüşüm yapıldı. Günümüzde bu, Niyagara'dan elde edilen enerji, 360 mil uzaklıktaki New York'a kadar iletilmektedir. Bir zamanlar daha büyük uzaklıklar, Kuzeydoğu şebekesinden beslenmekteydi. Tesla, New York'a geldiği zaman, yeterli enerji iletimi için sınır 1 milden azdı.

Yüksek frekans öncülüğü

Tesla, araştırmalarında, yüksek gerilim ve yüksek frekansın bilinmeyen alanlarına daha çok yer verdi. Yüksek frekans cihazlarını kullanırken, bir elini daima cebinde tutardı. Bütün laboratuvar asistanlarına bu ön tedbiri almalarında ısrar ederdi ve bu kural, bugüne kadar daima gerilim bakımından tehlikeli cihaz etrafındaki uyanık araştırıcılar tarafından da uygulanmaktadır. O zaman yararlanılmamış olmasına rağmen, Tesla'nın yüksek frekans ve yüksek gerilim alanındaki keşifleri, modern elektroniğin yolunu açtı. Biricik yüksek frekans transformatörü ile (Tesla Bobinleri - Tesla Coils) çıplak elinde tuttuğu gazlı tüpü yakacak şekilde vücudundan, zarar vermeden, yüksek gerilimli akım geçiriyordu. O günlerde Tesla, aslında neon tüpünün ve flüoresan tüpünün aydınlatmasını gösteriyordu.

Bazen, frekans aralığının alt ve üst kısımlarında yaptığı denemeler, Tesla'yı keşfedilmemiş bölgelere yöneltti. Mekanik ve fiziksel titreşimlerle çalışırken, Houston Caddesindeki yeni laboratuvarının etrafında hakiki bir depreme neden oldu. Binanın doğal rezonans frekansına yaklaşan, Tesla'nın mekanik osilatörü, eski binayı sarsarak tehdit etti. Bir blok ileride, polis karakolundaki eşya esrarengiz bir şekilde dans etmeye başladı. Böylece, Tesla, rezonans, vibrasyon ve "doğal 7 periyot"a ait matematiksel teorileri ispatladı.

Dünya'nın en güçlü vericisi

Yüksek gerilim ve yüksek frekanslı elektrik iletimi konusundaki araştırmalar, Tesla'yı Colorado Springs yakınlarındaki bir dağın üzerine dünyanın en güçlü radyo vericisini kurup çalıştırmaya yöneltti. 60 metrelik direğin etrafında, 22,5 metre çapında, hava çekirdekli transformatörü yaptı. İç kısımdaki sekonder 100 sarımlı ve 3 metre çapındydı. Üreticisi, istasyondan birkaç mil uzaklıkta bulunan enerjiyi kullanırken, Tesla ilk insan yapımı şimşeği oluşturdu. Bir direğin tepesindeki 1 metre çaplı bakır küreden, 30 metre uzunluğunda, kulakları sağır eden şimşekler çaktı. Ufka kadar gök gürültüsü işitildi. 100 milyon Volt değerinde gerilim kullanılıyordu. Yarım asırlık bir süre içerisinde giderilemeyen bir hayret yarattı.

İlk denemesinde, vericideki güç jeneratörünü yaktı. Fakat tamir ederek 26 mil uzağa, gücü telsiz ile iletebilinceye dek deneylerine devam etti. O uzaklıkta, toplam 10 kW'lık 200 tane akkor ampulü yakmayı başardı. Daha sonra, kendi patentleriyle meşhur olan Fritz Lowenstein'in, Tesla'nın yardımcısı iken bu gösterişli başarıya şahit oldu.

1899'da alternatif akım patentleri için Westinghouse'dan aldığı paranın sonunu harcadı. Albay John Jacob Astor, onu mali yönden kurtarmaya geldi ve Colorado Springs'deki denemeleri için 30.000 Dolar sağladı. Sonra bu para da bitti ve Tesla New York'a geri döndü.

Morgan, gösterişli başarıları ve şahsiyeti dolayısıyla, Nikola Tesla'nını hayranı olmuştu. Tesla, kısa zamanda Morgan'ın sürekli misafiri oldu. Kusursuz giyinişli, birkaç dilde yaptığı kültürlü konuşması ve medeni davranışıyla gösterişli centilmen Tesla, New York sosyetesinin gözdesi oldu.

Dünya çapında telsiz

Long Island'ın tepelik bölümünde, Wardenclyffe yakınında yavaş yavaş yükselen garip yapı bütün seyredenlerin ilgisini çekerdi. Tek parça olması dışında, büyük bir mantara benzeyen yapı, yerdeki kısmı geniş ve 62 metre yukarısındaki tepe noktasına doğru daralan, kafes şeklinde bir iskelete sahipti. Tepede 30 metre çapında bir yarım küreyle örtülüydü. İskelet, bronzdan kalın civata ve bakır lamalarla birbirine bağlanmış, sağlam ağaç kolonlardan yapılmıştı. Yarım küresel tepe, üstten yüzeysel olarak bakır bir elekle kaplıydı. Tüm yapıda demir metali yoktu.

Ünlü mimar Standford White, konuyla o kadar ilgilendi ki, en iyi yardımcısı W. D. Crow'u görevlendirerek proje işini ücretsiz yaptı.

34'üncü caddedeki eski Waldorf-Astoria otelinde oturan Tesla, hergün, taksiyle, çarklı araba vapuruna binerek Long Island şehrine giderek , oradan da Long Island demiryoluyla Shoreham'e aktarma yaparak inşaata gidiyordu. Proje kontrolünün aksamaması için, trenin yemek servisi onun için özel yemek hazırlıyordu.

Büyük kulenin yakınında, 30 metre karelik tuğla bina tamamlandığı zaman, Tesla Houston caddesindeki laboratuarını binaya taşımaya başladı. Bu sırada radyo frekans jeneratörleri ve onları çalıştıran motorların yapımında üzücü bazı gecikmelerle karşılaşıldı. Birkaç camcı, planları hazır olan özel tüpleri şekillendirmeye çalışıyorlardı.

Kahin gelecekten bahsediyor

Bu sırada Tesla (1904), Mors koduyla sınırlı olan büyük endüstrinin geleceğine ait, uzak görüşünü açıklayan kuramsal broşürünü yayınladı. Bu broşür, Tesla 'nın kahin olduğuna herkesi inandırdı. "Dünya çapında telsiz sistemi"nde, çeşitli olanakları sağlayacak olan özellikler açıklanıyordu. Broşürde, Telgraf, Telefon, haber yayını, Borsa görüşmeleri, Deniz-Hava trafiğine yardım, Eğlence ve Müzik yayını, saat ayarı, Resimli Telgraf, Telefoto ve Teleks hizmetleri ile, Tesla'nın sonradan oluşumunu gördüğü Radyo sitesi anlatılıyordu.

Morgan'ın yardımı sona eriyor

1904 Mart'ı, Elektrik Dünyası ve Mühendisliği Dergisinde, Tesla, Kanada Niyagara Enerji firmasının telsiz enerji iletimi sistemini uygulamasını istediğini ve bunun için 10 milyon Volt'luk gerilimde 10.000 beygirgücü dağıtabilecek bir sistem kullanmayı istediğini açıkladı.

Niyagara Projesi asla gerçekleşmedi. Fakat, gösterişli Long Island'ın kaderine etki yaptı. Aydınlığa çıkmayan nedenlerle, J. P Morgan düşüncesini değiştirdi ve Tesla'nın para kaynağı aniden kurudu. Başlangıçta Tesla, Morgan'ın hemen hemen bitmek üzere olan işin tamamlanmasını sağlamayacağına inanmak istemedi, ama Morgan karalıydı. Morgan'ın çekilme nedeni asla öğrenilemedi.

Mantıksız bir saygısızlık

Birinci Dünya Savaşı sırasında ulusal savunma adına çok saçma saygısızlıklar öne sürüldü. Garip bir nedene göre Long Island, Wardenclyffe'deki Tesla'nın şanlı kulesinin, A.B.D.'nin emniyetini tehlikeye soktuğuna ve tahrip edilmesi gerektiğine karar verildi.

Kablo bağlanarak yüksek yapıyı öne çekiğ, dengesini bozmak için yapılan boş teşebbüslerden sonra, en sonunda temeli dinamitlenerek devrildi. O aman bile, kule çökerken parçalanmadı. Zedelenmeksizin yana yattı ve en sonunda parça parça söküldü.

Radyo frekans alternatörü

1890'da Tesla yüksek frekans alternatif akım üreteçlerini yapmıştı. 184 kutuplu olan bir tanesi 10 kHz'lik çıkış veriyordu. Daha sonra, 20 kHz'e kadar yüksek frekansları elde etti. Ancak on yıl kadar sonra 50 kW çıkışlı radyo frekans üretecini Reginald Fessenden geliştirdi. Bu makine, General Electric tarafından 200 kilo Watt'a çıkarıldı ve Fessenden'in ilk alternatörlerini kuran, çalışmasını kontrol eden adamın adı verilerek, Alexanderson alternatörü satışa çıkarıldı.

Hemen hemen dünya kablolarının çoğunu elinde tutan İngiliz işadamlarının, bu makineye ait patentleri elde etmek üzere olduklarını görünce, A.B.D. Donanmasının acele çağrısıyla "Radio Corporation of America , (RCA)" şirketi kuruldu. Yeni firmanın 1919'da kurulmasıyla, Marconi Wireless Telegraph Co. of America firmasının güçlü fakat yetersiz, Marconi kıvılcımlı vericileri, çok başarılı olan Radyo Frekans alternatötleri ile yer değiştirdiler.

Birincisi N.J. New Brunswick'te kuruldu. 200 kilo Watt'da ve 21,8 kilo Hertz frekanslı titreşim oluşturdu ve ticari işte kullanıldı. Bu ilk, sürekli, güvenilir Atlantik aşırı Radyo servisi idi. Bu alternatörler, Tesla'nın kulesinin yerine, Radyo merkezinin tüm güçlerini sağladı. Böylece Nikola Tesla'nın Dünya çapında telsiz hayali, 30 yıl sonra, icat ettiği vericinin kullanılmasıyla gerçekleştirildi.

Radar ve Türbinler

Tesla, birçok alanlarda yaratıcı araştırmalara devam etti. 1917'de uzaktaki cisimlerin üzerine kısa dalga darbeleri gönderip, yansıyan kısa dalga darbelerinin bir flüoresan ekran üzerinde toplanmasıyla izlenebileceklerini açıkladı. Eğer bu radar değilse, neydi? Diğer bilim adamlarının varlıklarını keşfetmelerinden 20 yıl önce, kozmik ışınları1929'a kadar çeşitli zamanlarda, buhar ve gaz için "kepçesiz" yüksek hızlı türbinler üzerinde çalıştı. Kolay öfkelenen Tesla ile, Edison Waterside Enerji Tesisi ve Allis Charmes Fabrikasındaki araştırmalarında onunla çalışan bazı mühendis ve yardımcıları arasında ortaya çıkan sürtüşme, aleyhine oldu. Bugün, düz rotorlu Tesla türbinlerinin sonucu hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. açıkladı.

Yıllar geçtikçe, ondan, gittikçe daha az haber alınmaya başlandı. Bazen gazeteci ve biyografi yazarları onu arayıp röpotaj yapmak istiyorlardı. Gittikçe garipleşti, gerçeklerden uzaklaştı, aldatıcı hayalciliğe yöneldi. Not alma alışkanlığı edinmemişti. Her zaman tüm araştırma ve deneylerine ait tüm bilgiyi aklında tutabildiğini iddia ve ispat etti. 150 yıl yaşamaya kararlı olduğunu ve 100 yaşının üstüne eriştiği zaman, araştırma ve deneyleri sırasında topladığı bütün bilgiyi etraflıca anlatarak, anılarını yazacağını söyledi. İkinci Dünya Savaşı sırasında öldüğü zaman, kasasına askeri yöneticiler el koydular ve kayıtların cinsine ait herhangi bir şey duyulmadı.

Tesla 'nın kendine özgü bir tutarsızlığı da, kendisine iki şeref unvanı verildiği zaman ortaya çıktı. Birini reddetti. 1912'de Nikola Tesla ve Thomas Alva Edison'un 40.000 $'lık Nobel Ödülü'nü paylaşmaya seçildikleri açıklandı. Tesla, bu ödülü de reddetti. Her nasılsa, Edison'u sevenler tarafından kurulan AIEE Edison madalyasını 1917'de Tesla 'ya layık görüldüğünde, bunu kabul etmeye yanaşabildi.