NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER


Fotoğraf: NEMRUT VE SAKLADIĞI GİZEMLER

Ağrı Dağı ile Cudi Dağı, Türkiye’nin bir gizem perdesiyle örtülü olan yegâne dağları değildir. Nemrut Dağı bizleri bir diğer muamma karşısından hayretler içinde bırakır: Nemrut Dağının zirvesinde, Greko-Pers tanrılar ile bir Tanrıçayı kapsayan bir açık hava panteonunun çevrelediği, taş bloklardan yapılma, piramit biçimindeki bir höyüğün oluşturduğu bir Mabet yükselmek
tedir.

Nemrut Dağı, İ.Ö.1.yüzyıl ile İ.S.1.yüzyıl arasında, Commagene Krallığının sınırları içinde yer alıyordu. Commagene Krallığı, Antitoroslar ile Fırat arasındaki bereketli toprakları kapsıyordu. Batıda Kilikya’ya, kuzey sınırında ise Kapadokya’ya kadar uzanıyordu. Başkenti bugün Adıyaman’ın Samsat ilçesi olarak bildiğimiz Samosata’ydı. Günümüzde Türkiye’nin güneydoğusunda kalan bu bölgede, Gaziantep, Adıyaman ve Maraş illeri yer alır. Commagene, İ.Ö.80 yıllarına kadar Selecuid Krallığına bağlı bir bölgeyken, Selecuid Sülalesinin iç savaşları sırasında, Commagene valisi 1.Mithradates Kallinikos tarafından bağımsız bir krallık haline getirilmiştir. Daha sonra 1. Mithradates Kallinikos’un oğlu 1.Antiochos Epiphanes’in hükümranlığı(?i.ö.61–62) sırasında krallık gelişmiştir. Tam bir yüzyıl sonra İ.S.72 de, Roma İmparatoru Vespasian, Commagene bölgesini Roma’ya bağlamış ve Roma’nın Suriye eyaletine katmıştı.

1.Antiochos’un döneminde, Commagene Krallığı, güçlü komşuları olan, batıdaki Roma İmparatorluğu ile doğudaki Part Devletlerinin dikkatini çekti. Bu krallığın maddi zenginliğinden ya da askeri gücünden değil de, Commagene sınırları dâhilinde ortaya çıkan gizemli ve etkili bir unsurdan kaynaklanıyordu. Sadece süper-güç niteliğindeki komşularının işgalci arzularına karşı, 1.Antiochos için koruyucu bir kalkan oluşturmakla ve ölümünden sonra da bu ufacık krallığın o patırtılı dönemde yüzyıl gibi uzun bir süre boyunca ayakta kalmasını sağlamakla kalmayıp, üstelik doğrudan Roma Âlemini etkilemiş olan bu unsur acaba neydi? Bu sorunun cevabı, Commagene’nin Kutsal Dağı olan Nemrut Dağında aranmalıdır.

2150m. Yüksekliğindeki Nemrut Dağı, Adıyaman yakınlarıdaki Eski Kâhta köyü civarında, Antitoroslar’ın bir parçasını oluşturan Ankar Dağları üzerinde yer alır. Nemrut’un tepesine tırmanmak bütün bir günü alır. Çünkü Nemrut’un katırları dahi tökezletebilecek ve binicilerinin sakatlanmasına yol açabilecek türden bir arazisi vardır. Bu tırmanışın sonunda aniden ortaya çıkan zirve, insan elinden çıkmış olan tepe noktası ve yığma taştan yapılmış olan bir höyüğün eteklerinde duran heybetli heykelleriyle insanı şaşırtır.

Nemrut’ta bulunan yazıları etüt eden arkeologlar, bu Mabedi Nemrud’un tepesinde tesis eden kişinin, 1.Antiochos olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu yazılara göre,1.Antiochos, baba tarafından kadim İran Kralı Darius’un(?İ.Ö.550–485) soyundan ve anne tarafından da, Makedonya Kralı Büyük İskender’in(i.ö.356–323)soyundan gelmişti. Dolayısıyla, 1. Antichos, Kadim İran ve Grek kökenli kültürel unsurları Anadolu potasında harmanlayan bir melez kültür tesis ediyordu. 1.Antiochos’un hükümranlığını böyle bir Greko-Pers temele dayandırmakla ne gibi bir amaç güdebileceğini az sonra göreceğiz.

Bir yandan Connetticut’taki Doğu Araştırmaları Amerikan Okulu’ndan Bn. Theresa Goell, öte yandan, Almanya’daki Münster Üniversitesinden Prof. Friedrich Karl Dörner, Commagene kalıntıları üzerinde düzenli araştırmalar yürütmüş olan iki arkeologdur. Bn. Goell,1953 ile 1960 ların ikinci yarısı arasında, Nemrut Dağından bir dizi inceleme ve kazı yapmıştır. Bu arkeolojik çalışmalar sırasında, araştırma ekibi, son derece ağır ve amansız şartlar altında çalışmak zorunda kalıyor, sağlıklarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Zirveye tırmanışın hiç ara verilmeden tamamlanması gerekiyordu; çıkış sırasında sığınacak hiçbir yer yoktu. Tepede sıcaklık gündüzleri 50 dereceden fazla, geceleri ise 1 dereceden azdı. Sık sık rastlanılan yağmur ve dolu sağanakları, ayılar ve yaban kedileri de ayrı birer tehlike teşkil ediyordu. Her halükarda, çalışmaya koyularak, tepeyi kırıntılardan temizlemeye çabaladılar. Bu iş tahta kızaklar kullanıyorlardı. Temizleme faaliyetlerinden sonra, kalıntıları bir araya getirerek, etüt ettiler. Dev heykellerin yere düşmüş olan başlarını yerde bırakmak zorunda kalmışlar, sadece orijinal sıralarına göre bir düzene sokmakla yetinmişlerdi. Sıra höyüğe geldiğinde, çalışmalarını durdurdular: bütün yapabildikleri, höyüğün altındaki kaya tabakasına ulaşacak şekilde hendekler kazmak olmuştu. Sanki buranın doğal bekçiliğini yapan dağın yanı sıra, höyük de kendi kendisinin bekçisi gibiydi.

50 metre yüksekliğindeki ve 150 metre çapındaki bu büyük, batı, kuzey ve doğu yönlerinde yer alan ve kayadan oyularak yapılmış olan, kademeli üç teras ile çevrilidir. Çok garip bir yapısı olan bu höyük, Mısır Piramitlerine benzer ama gene de bir piramit değildir. Koni biçimindeki bu höyük, yumruk büyüklüğündeki taş blokların üst üste yığılmasıyla inşa edilmiştir. Görünüşe göre tabanında bir temel olmaksızın, yaklaşık iki bin yıldır birçok depreme, donma ve erime fenomenine göğüs germiştir. Bu dahi başlı başına bir olaydır. Ne var ki, bu höyüğün insanı en çok hayrete düşüren yanı, sırrını korumada gösterdiği eşsiz yetenektir: taş yığın o şekilde yığılmıştır ki, hiç kimse, bu taş öbeğinin içine girip, altında saklı olan her ne ise, onu bulamaz.

Höyüğe zorla girmeye kalkışıldığı anda, bir grup taş yerinden oynayacak, aşağı yuvarlanacak ve girmeye çalışan kişiyi ezecektir. Taşların aşağı yuvarlanmasını önlemek imkânsız olacaktır; hiçbir duvar, çit ya da başka herhangi bir destek, taşların muazzam ağırlığına dayanamayacaktır. Dahası sırın bu yığının neresinde yattığını bilemeyeceğimizden, çabaların sürekli olarak boşa çıkması da söz konusudur. Sır bu yığma taştan höyüğün içindeki herhangi bir yerde yerleşik olabileceği gibi, taş yığınının dibinde ve hatta yığının altında, zemindeki kaya tabakasına oyulmuş olan bir odacığa yerleştirilmiş bir halde bulunabilir. Böyle olduğunu varsaysak dahi, söz konusu oyuğa ulaşmak için, dağın zirvesini oluşturan kayalık tepede bir tünel açmak gerekecektir ki, bu da imkânsız bir iş gibi görünmektedir

Arkeologlar da anlamışlardır ki, Nemrut Dağı höyüğüne ne yukarıdan nüfuz edilebilmekte ne de aşağıdan girilebilmektedir. Nemrut Dağının sırrını açığa çıkarmak için geriye tek bir yol kalmaktadır; bu da, yığını oluşturan taşları teker teker yerinden almaktır! Böyleyken işlemin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap vermek pek kolay olmasa gerek. Aşikâr olan iki sorun vardır: muhtemel bir taş kaymasını önlemek için, işlemin, yığının tepesinden başlaması gerekir. Ve taşlar yerinden alındıktan sonra, tepede yığacak yer olmadığından, dağdan aşağı yuvarlanmaları gerekecektir. Belki de, taşları oradan kaldırmanın tek yolu, höyüğün üzerinde havada asılı durabilen bir araç kullanmaktır!

Bazı arkeologlar, elektrikli ya da manyetik cihazlar kullanmak suretiyle, yığında sondaj yapmayı teklif etmişlerdir. Elektrikle sondaj metodunda, toprağa, aralarından bir akım geçirilen iki elektrot sokulur. Yere gömülü herhangi bir gizli yapının bulunduğu yerde, akım, daha yüksek bir dirençle karşılaşacaktır. Bir potansiyometrenin, araştırılan bölge dâhilinde tespit ettiği direnç miktarları grafiğe dönüştürülür ve böylece, gömülü olan herhangi bir yapının şekli çizilebilir. Höyük içinde gömülü duran objeler de, manyetik entansite değişimlerini ince olarak ölçen bir proton manyetometresi kullanılarak tespit edilebilir. Herhangi bir metal eşya ya da pişirilmiş topraktan çanak, çömlek, manyetik alanda değişimler meydana getirecektir. Böylece insan eliyle yapılmış olan her ne varsa, bu tür eşyaların kendi manyetik alanları olduğundan, bu metotla keşfedilebilir.

Ancak bu tür cihazlardan yararlanmak istediğimiz takdirde, göz önünde bulundurmamız gereken bir husus vardır. Gize’deki Büyük Piramitle ilgili olarak yürütülen araştırmalardan biliyoruz ki, piramit biçimindeki yapılar, mahiyeti bilinmeyen ve bu tür sondaj çalışmalarını etkisiz kılan enerji desenleri oluşturmaktadır.

Anlaıldığına göre, 1. Antiochos, sadece zamanındaki talancılara karşı değil, geleceğinin teknik donanımlı davetsiz misafirleri olan arkeologlar ve bilimsel araştırmacılara karşıda tedbir almıştı. Bu, Gize’deki mevcut olan benzer durumu akla getirmektedir. Sadece Büyük Piramit değil, Sfenks de, sırlarını modern araştırmacılara açmazlar. Şunu unutmamalıyız ki, Sfenks’in taban kısmını örten kumlar bir tarihte kaldırılmış olmasına rağmen bugün yeniden oluşan aynı kum örtüsü, Sfenks’in tabanına ulaşma çabalarını önleyerek, Sfenks’in bazı tradisyonlar ile kehanetlere göre, Altın Çağın başlangıcından ortaya çıkarılacak olan sırrını korumaktadır. Nemrut Dağının sırrı da, acaba, Gize sırlarının açığa çıkışıyla aynı zamanda gün ışığına çıkarak, Yeni Çağın açılışını beşeriyete bildirmek üzere mi beklemektedir? Ve belki de bu sırrın ortaya çıkarılışı, uzak bir gelecekte olmayıp, hızla yaklaşmaktadır.

Nemrut Dağı sırrını çok iyi korusa dahi ve o, bu sırrı açıklamak için hazır olmadıkça, bunu zorlayarak açığa çıkarmamız imkânsız dahi olsa, Nemrut Dağı Mabedinin bir bütün olarak işlevinin ne olduğunu bulabilecek kadar bilgiye sahibiz.

Bunu yapabilmek için önce mabedin görüntüsünü tamamlayalım:

Tepeye, güneybatı yamacına tırmanan ve üç farklı seviyede olmak üzere höyüğün çevresinde yerleşik olan teraslardan en aşağıdakine, yani batı terasına ulaşan ’tören yolu’ izlenerek çıkılır. Batı terasından da, batıdan dolanan dar geçiş izlenerek kuzey terasına ulaşılır. Kuzey terası, batı terasını, höyüğün kuzeydoğusunda yer alan doğu terası ile irtibatlandırır. Kuzeydoğu yamacından tırmanan bir başka yol olan propylae hoolos’un ulaştığı doğu terası, batı terasının tam karşısına rastlar ve böylece bir eksen oluşturur.

İşte hem doğu hem de batı teraslarında bulunan objeler, Mabed’in öteki ilginç yanını oluştururlar: bunlar Greko-Pers tanrıları ile bir Tanrıçanın oturmuş haldeki dev figürleri ve devasa aslan ve kartal heykelleridir. Arkaları höyüğe dönük olan bu dev heykellerin sayısı 25’i bulur. Kaideleri üzerinde yaklaşık 10 m.ye erişirler. Zamanla, depremlerden ve iklim koşullarından ötürü, tüm heykellerin kafaları yere düşmüştür. Geriye, başı terinde olan sadece bir tek heykel kalmıştı ki, o da Bereket Tanrıçası Fortuna’yı temsil ediyordu. Ne yazık ki 1964 de bu heykele de bir yıldırım çarpınca, düşük başlar galerisi tamamlanmış oldu.

Bu iki metreye ulaşan etkileyici, yekpare aştan başlar arasında, Zeus-Ahura Mazda’yı, Apollo-Mithras’ı, Hreagles-Artagnes’i, Fortuna’yı ve 1. Antiochos’un kendisini temsil eden örnekleri görüyoruz. Bunların arasında görülen aslan ve kartal başları için, Daniken,’Kanıtlara Göre’ adlı kitabında, “ kartallar ve aslanlar, güzel bir taş işçiliği ile ikişer kez temsil edilmişlerdir. Dağın daha aşağılarında, bir kayaya bir öküz resmi oyulmuştur”diyor. Daha sonra da bu hayvanlara, yani aslan, kartal ve boğaya Eski Ahit’in Ezekiel 1/10. bölümünde, Ezekiel Peygamberin bu hayvanların yüzleri ile bir beşer yüzünü gördüğünden bahsettiği yerde rastlamış olduğunu söylüyor. Ne var ki, buhayvanlar, Ezekiele özgü değildirler; diğer birçok kaynakta da ortaya çıkarlar. Örneğin, Yuhanna, onlarda, İncil’in vahiy 4/7 bölümünde bahseder. ‘Dünya’adı verilen 21 no’lu Tarot kartının köşelerinde, aynı hayvanlar ile bir beşerin resimlerini görürüz.

Aslında, bu hayvanlar, Nemrut Dağı’nın yakınındaki bir başka yerde de ortaya çıkarlar. Nemrut Dağı eteklerinde kurulmuş olan Commagene kenti Arsameia’nın 10 km. kadar güneybatısında, bir başka höyük daha vardır. Karakuş Tepesi denilen bu höyüğün güney yanından, her birinin tepesinde bir hayvan heykeli bulunan üç sütun yer alır. Ve temsil edilen hayvanlar, gene, boğa, aslan ve kartaldır! Üstelik bu üç sütun, üzerlerindeki heykellerle birlikte, Nemrut Dağı’nın tepesinden de görünmektedirler

C.G. Jung’unkitaplarında bu hayvanların anlamının açıkça ifade edildiği bir bölüm vardır: “…Alşimideki Güneş ejder, aslan ve kartaldan hünsa’ya dönüşümün çeşitli etaplarından geçer. Mithraik kartallar, aslanlar ve güneş habercileri, inisiyasyon derecelerini nasıl belirtiyorsa, bu etapların her biri de, yeni bir anlayış, bilgelik ve inisiyasyon derecesini temsil eder..”

Peki Mme. Blavatsky’nin Kutsal Havyalar dediği, Mithraik inisiyasyonla ilgili bu hayvanların heykellerine Nemrut Dağı’nda neden rastlıyoruz acaba? Çünkü bu kutsal dağ, Mithraik Misterlerin canlandırıldığı bir inisiyasyon mahli olmalıydı. Dolayısıyla, Nemrut Dağı Mabedi’nin timi, Kadim Mısır Misterlerinin sahneye konduğu, inisiyasyon adaylarının belirli inisiyasyon kademelerinden geçerek bu Misterlere inisiye oldukları Büyük Piramitle aynı işlevi görüyordu.

Mithras kimdi ve Mithraik Misterler neydi? Mme. Blavatsky’e göre, adı günümüz Farsçasında ‘güneş’ve ‘sevgi’ anlamına gelen ‘ Mihr’ kelimesiyle ilgili olan Mithras Bordj adındaki bir dağın oğluydu. Tradisyonlar, Mithras’ın, bu dağdan parlak bir ışın halinde neşrolduğunu anlatırlar: Mithras, “ Bilgelik Güneşinin daimi yoldaşıydı.” Kısacası Üstad Djwhal Khul’un belirttiği üzre, Mithras İdarece Mekanizmanın Boğa Burcu Çağ’ında beşeriyete gönderdiği Dünya Öğretmeni’ydi.

Mithras kültüne özgü Kadim Misterler, Mithraik Misterlerdi: “Sabasia, bazı tanrıların şerefine Misterlerin sahneye konduğu, Mithaik Misterlerin bir çeşitlemesi olan periyodik bir bayramdı. Beşeri ırkın tüm evrimi, bu misterlerde canlandırılırdı… Sabasia, kökeni tarih için hala daha meçhul olan… Çok uzak bir geçmişten gelen en eski kutsal bayramlardan biridir.”

Celsus… Yedi kapısı olan ve tepesinde, daima kapalı duran sekizinci kapının yer aldığı bir yaratılış merdiveninden bahseder. Kadim İran’daki Mithras’ın misterleri böle açıklanır…”

“… Celsus, Kadim İranlılar arasında ve Mithraik misterlerde rastlanan, yedi kapı ile tepede yer alan sekizinci bir kapısı daha olan bir merdivene ilişkin bir fikirden söz eder. Birinci kapı, Satürn’ü temsil ediyordu ve kurşunla ilgiliydi ve diğer kapılar da belirli bir planet ile madene tekabül ederek böylece devam ediyordu. Yedinci kapı altındı ve güneşi belirliyordu. Ayrıca, her birine ait renklerden de bahsedilir. Bir merdiven, canın geçişini, animae transitus’u temsil eder. Sekizinci kapı sabit yıldızların seviyesine tekabül eder.”

İnisiyasyon adayı için, Celsus’un anlattığı bu kapılar, Mithraik inisiyasyon derecelerini belirlemekteydi. Bu yedili inisiyasyon, iki grup halinde düzenlenmişti. Hizmetkârlar denilen alt grup, sembolik adlarıyla şu derecelerden oluşuyordu:

1 - Karga
2 - Griffin ya da Damat
3 - Asker ya da Savaşçı

İştirakçılar denilen üst grup, sembolik adlar taşıyan şu kademeleri kapsıyordu:

4 - Aslan
5 - İranlı
6 - Güneş’in Elçisi ya da Güneş Kahramanı
7 - Kartal

İşte işritakçıların dört kademesinin Kutsal Hayvanlarla temsil edildiğini açıkça görebiliriz. Ezekiel ile Yuhanna’nın Kutsal Havanlardan bahsetmelerinin sebebi de budur. Çünkü her ikisi de böyle yüksek inisiyelere gösterilen arşetipik bir vizyonu deneyimlemekteydi. Rudolf Steiner, Mithraik Misterlerin, fizik dünya üzerinde canlandırılmalarının yanı sıra, astral âlemde(24) de deneyimlenebileceklerini söylemektedir: “…şimdi Mithras Mabedlerinden birine girelim. Bu mabedlerde, Tali Misterle katılanlar için sembolik bir olgu canlandırılırdı. Asli Misterlere katılanlar ise, aynı olayları, astral âlemdeki gerçek hadiseler şeklinde izleyebilirlerdi.”

21 no’lu Tarot kartı da, Mithraik inisiyasyonla ilgiliydi: “Dünya kartında görülen resim, muhtemelen halka takdim edilen inisiyeyi belirliyordu. İnisiye, Mithras’ın kendisi gibi giyinmiştir. Mithraik terminolojide, inisiye artık pater yani baba olarak mütalaa edilirdi.”
Kutsal Hayvanlardan biri olan boğa, Boğa Burcu Çağı’nı temsil eden Mithras kültünde, kurban edilen hayvan rolünü üstlenmişti. Tali misterlerin ana sahnesi, İlahi Varlık Mithras tarafından sembolik Boğanın kurban edilmesini kapsıyordu.

Mme. Blavatsky’nin de belirttiği gibi, 2000 yıl önce Nemrut Dağında sahneye konan Mithraik Misterlerin kökeni, aslında çok uzak bir geçmişe dayanıyordu-ve bu husus, tüm Kadim Misterler için geçerlidir. Mithraik Misterler, temsil edildiklerinde, beşeri ırkların evrimi, Güneş Sistemi’nin yedi kutsal planeti, beşeriyetin evrim yolu, değişik hayat planları, vb. konular hakkında bilgi veriyorlardı. Ve ilgili tüm ayinler, “yedi kapısı ve üzerinde, daima kapalı duran bir de sekizinci kapısı olan bir merdiven”in üzerinde yapılırdı.

Tepede daima kapalı olan bir kapı vardır: işte bu husus, Nemrut Dağı höyüğünün muammasını yarı yarıya çözmektedir. Çünkü söz konusu’ daima kapalı duran kapı’ bu Mithraik inisiyasyon mahallinin tam tepesinde tesis edilen ve içine girilemeyen konik taş yığınından başka neyi belirleyebilir ki!

İnisiyasyon merdiveninin geriye kalan kısmını, merasim yolu ile kademeli üç terası izleyen bir tırmanış oluşturmaktadır. Nemrut Dağında, Mabedin işlevine ilişkin herhangi bir araştırma yapılmamış olduğundan, yedi kapı hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Ancak arkeologların kayıtlarında geçen iki kalıntı, doğrudan 2.ve 7. kapılarla ilgilidir. Bunlardan biri hem aslan kafası hem de kartal kanatları taşıyan ve böylece ikinci inisiyasyon derecesine tekabül eden Griffin sembolünü somutlaştıran bir heykel kalıntısıdır. Öte yandan, kuzey terasından bugün ancak yıkıntı halinde olan, 80m. Uzunluğunda ve 3m. Yüksekliğinde bir sur bulunuyordu. Bu surun ortasında, bir rampaya açılan bir giriş vardı. İşte bu girişte devasa bir kartal heykelinin bekçilik yaptığını görüyoruz. Nihai inisiyasyon derecesinin sembolü olan Kartal tarafından korunan bu giriş, muhakkak ki Mithraik Misterlerin yedinci kapısını oluşturuyordu.

Andrew Tomas, bilim ve özelikle de astronomiyle Asli Misterler arasından bir yakın ilişki olduğunu söyler. Bu olgu, Mihras kültünün M isterleri için de geçerlidir. Nemrut Dağında, dünyanın her yanındaki astrologlarca özenle üzerine eğilinmesi gereken bir obje vardır. Bu, batı terasında duran ve bugün bilinen en eski zayiçe, astrolojik çizelge olduğu söylenen br aslan kabartmasıdır. Bu kabarma, astronomik semboller taşır üzerindeki aslanın boyu 2,40m. Yüksekliği de 1,75 m. dir aslanın bedenide işlenmiş olan ve Aslan Burcunu temsil eden 19 adet sekiz-ışınlı yıldız vardır. Aslanın üzerinde görülen üç tane 16-ışınlı şekil ise, Jüpiter, Merkür ve Merih gezegenlerini göstermektedir. Ayrıca, ay da, aslanın yelesinden sarkan bir hilal ile resmedilmiştir. Amerika’daki Brown Üniversitesinden Prof.Otto Puchstein, bu kabartmanın üzerindeki yazıtları inceleyen ve buna uygun olarak zayiçeyi okuyan ilk kişi olmuştur. Prof. Puchstein’e göre 1.Antiochos, Aslan Burcundandı ve temsil edilen planetler, Aslan Burcunda kavuşum halindeydiler. O çağda böyle bir kavuşuma tekabül eden tarih,

İ.Ö.61 ya da 62 yıllarında 7 Temmuz günüydü. Bu, 1. Antiochos’un, Commagene Krallığının tahtına geçtiği tarihti.

Sırayla; tören yolu, batı terası, höyük, doğu terası ve propylae holos üzerinden geçen ve güçlü bir şekilde vurgulanmış olan eksenin de astronomik bir anlamı olması ihtimali vardır. Mithras kültüne göre can, dünyadaki eprövlerine, Yenge Burcu Kapısında geçerek girer ve sonra bu eprövler dünyasından Oğlak Burcu Kapısından çıkarak gider. Dolayısıyla, Nemrut Dağı üzerinde yer alan ve bir ucundan inisiyasyon adaylarının Mabete girdiği ve öteki ucundan İnsiyelerin Mabetten çıktığı bu eksenin, yılın belirli zamanlarında, Yengeç ve Oğlak takımyıldızlarının göklerde ortaya çıktığı iki karşıt yöne işaret ediyor olması çok muhtemeldir.

Aslında, Mithraik Misterlerin Kutsal Hayvanları da astrolojik bir anlam taşırlar. Mme.Blavatsky’e göre, Kutsal Hayvanlar, “fiziki ve maddi açıdan,büyük güneş tanrısının, sözgelimi maiyetini ya da kortejini oluşturan dört takımyıldızına tekabül ederler, ve kış gündönümü sırasında, Burçlar Kuşağının dört ana yöne bakan bölümlerini işgal ederler.” burçlar Kuşağının bu takım yıldızları, Aslan Burcu; Boğa Burcu; Kova Burcu yani Melek-İnsan;ve Akrep Burcu yani Kartaldır.

Bütün bu enformasyonun ışığı altında, artık, 1.Antiochos’un maddi ve manevi başarılarının net bit görüntüsünü ortaya koyabiliriz. Tarih kitaplarında okuduğumuza göre, 1.Antiochos, İ.Ö.66 yılında çıkan Mithradatik Savaş sırasında önceleri, Romalı General

Pompey’in(i.ö.106–48)karşısında yer almışsa da, daha sonra taraf değiştirmiş ve hatta İ.Ö.49 yılında Romada meydana gelen iç savaşta Pompey’i desteklemiştir. Ve Romalı general de,1. Antiochos’u tahta çıkarmış ve Suriye ile Filistin’i Roma’ya ilhak etmesine rağmen,1.Antiochos’un Commagene’yi yönetmesine izin vermiştir. Peki, bu iki muhtemel düşman, acaba ne sebepten ötürü birbirinin hararetli destekleyicileri haline gelmişlerdi? Aslında bu, Roma ile Commagene arasında ortaya çıkan bir yakınlığa bağlı olmayıp tamamıyla kişisel seviyede meydana gelmişti. Nitekim Pompey’in ölümünden sonra,1.Antiochos, Romalılara karşı Partlarla anlaşmış ve Romalılar da, Commagene’yi ilk fırsatta ilhak etmeye yönelik arzularını açığa vurmuşlar. Yukarıdaki sorunun cevabı, şimdiye kadar çözülememiş olan bir muamanın çözümünü de beraberinde getirebilir. Bu muamma, Mithras kültünün Roma birlikleri arasında yayılışıyla ilgilidir. Yani, Mithraizm’in Romaya aşağı yukarı hangi tarihte ve nereden gittiğini ve sadece Roma ordusunun subaylarıyla askerlerine hitap ettiğini bilmemize rağmen, bunun tam olarak nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz.

Mithraik kült, Roma’ya Pompey’in zamanında ulaşmıştı. Ve o devirde, yani İ.Ö.1.yüzyılda Roma dünyası ile Part imparatorluğu arasında yer alan ve Commagene’nin dâhil olduğu devletlerde genellikle Mithras’a ibadet ediyordu. Dolayısıyla, bir askeri deha olan Pompey’in bu bölgelere düzenlediği seferler sırasında Mithraizm’le karşılaştıktan sonra, Mithraizm gibi Cenkçi bir kültün Roma birlikleri için son derece uygun bir inanç sistemi olduğuna hükmetmiş olması çok muhtemeldir-ve nitekim Pompey haklı çıkmıştır. Ve Pompey’i etkileyen, Mihraik inanca ve inisiyatik uygulamalarına ilgi duymasını sağlayan ve onu bu inancın yüceliği ve etkinliği hakkında ikna eden kişi 1.Antiochos olabilir. Şu ya da bu şekilde, bu iki şahıs bir tür centilmenlik anlaşması yapmış olsalar gerek:1.Antiochos’un Roma Birlikleri’nin subayları için inisiyasyon Mabedini sağlamasına karşılık, Pompey’in de, 1.Antiochos’un hükümranlığı ile Commagene’nin bağımsızlığına dokunulmayacağına dair söz vermiş olabileceğine dair bir hipotezi öne sürebiliriz.

Bu tezi destekleyen çok önemli bir nokta vardır: Nemrut Dağı panteonundaki Tanrıların, Greko-pers karakterde, yani iki farklı kültürü uzlaştırıcı mahiyette olduklarını belirtmiştik. Yakışıklı çehreler ve asil ifadeler taşıyan bu Mithraik İlahlar taşlara işlenirken, bir yandan Grekler’e ait yüz ifadeleri verilmiş, öte yandan da Kadim İranlılara ait taç ve başlıklar giydirilmiştir. Kısacası Kadim İran kökenli bu Mithraik Tanrılar, Nemrut Dağı üzerinde Grekleştirilmişlerdir. Anlaşıldığına göre, Mithras kültünün Roma dünyasına yayılışını izlemeye çalışmış olan araştırmacıların zihinlerini meşgul eden başlıca sorun, bu kültün, Anadolu’da Greklerin yaşadığı bölgelerden nasıl geçtiğinin açıklanması olmuştur. Çünkü Grekler, Kadim İran Tanrısı Mithras’ın amansız düşmanlarıydılar. İşte, Grek bölgesinden geçişi sağlayacak olan yegâne metot, Mihraik Panteonun Grekleştirilmesi olsa gerekti.

1.Antiochos’un, böylece, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı ataların soyundan gelmiş olduğunu iddia etmek suretiyle, yayacağı kültün uygulanımını üzerine inşa edebileceği sağlam bir temel tesis ettiği aşikârdır. Dolayısıyla, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı atalarını, Nemrut Dağında gözler önüne sermiştir. Doğu terasında, hem kuzey hem de güney cephelerde olmak üzere, taş levhalar dikilidir. Bu levhalarda, sırasıyla, Kadim İranlı ve Makedonyalı atalarını gösteren kabartmalar vardır.

Nemrut Dağında yer alan bir başka unsur da yukarıdaki terinin lehinde bir kanıt sağlamaktadır: Mithras kültüne Kadim İran’dan Roma’ya gelişi sırasında, uğradığı değişikliklerden biri olarak, bir tür vaftiz uygulaması da eklenmişti. Nemrut Dağında, tepeden inerek, aşağıdaki bir vadide akan bir kaynağa ulaşan bir patika vardır. Bu, muhtemelen vaftiz uygulamasının daha o zamandan, Nemrut Dağında yapılan inisiyasyon törenlerinin bir parçası haline geldiğini ve böylece de, orada inisiye olan Romalı askerlerce hemen benimsendiğini göstermektedir.

Mithraik inancın Roma İmparatorluğuna yayılışının Batı Dünyasını derin bir şekilde etkilemiş olduğunu görüyoruz. C.G.Jung’un bu konudaki sözleri insanı düşündürüyor:

“Anadolu’nun fethinden sonra Roma Asyalı oldu; Avrupa Asya’dan etkilenmişti ve bu gün dahi etkilenmektedir. Kilikya’dan, Roma birliklerinin dini olan Mithraik kült gelmiş ve Mısırdan sislerle kaplı İngiltere’ye kadar yayılmıştır.”

Hatta Hıristiyanlık ortaya çıkmış olmasaydı, Mithraizmin şimdi Avrupa dini olacağı dahi ileri sürülmüştür. Colin Wilson, Mithras’tan , “… Hz. İsa ile birçok ortak yanı olan ve daha sonraki yüzyıllarda, kültü, Romada neredeyse, Hıristiyanlığın yerini alan bir Kurtarıcı olarak bahseder.”

1.Antiochos’un son derece önemli ve etkili bir tarihi şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir inisiyasyon merkezi tesis etmek ve zamanının en önde gelen askeri gücünü temsil eden bir İmparatorlukta belirli bir kültü yaymak. Ve böylece, yüzyıllar boyunca Batıyı etkilemek gibi devasa bir işin altından başarıyla çıkmasının sadece tek bir açıklaması olabilir:1.Antiochos, bir İlahi Kraldı; Tanrıların, yani beşeri ırkın evrimini sevk ve idare eden Yüce Güçlerin, Onlar adına bir İlahi Misyonu yürüten bir Elçisiydi.


Mme. Blavatsky, “göksel mekânlarından inen ve Dünyada hükmeden Tanrılar, der, '' beşeriyete, Astronomiyi, Mimarlığı ve bize kadar gelmiş olan diğer bütün bilimleri öğretmişlerdir. Bu Varlıklar, önce Tanrılar ve Yaratıcılar olarak ortaya çıkarlar; sonra, gelişmeye başlayan beşerle karışıp birleşirler ve en nihayet İlahi Krallar ve Yöneticiler olarak zuhur ederler. Ne var ki, bu gerçek giderek unutulmuştur.”

Diğer birçok İlahi Kral gib 1.Antiochos da, bize, İlahi vazifesi ile ilgili olarak Yüce Güçlerle yaptığı akde dair kanıtlar bırakmıştır: Bunlar, hem batı hem de doğu teraslarında yer alan kabartmalardan oluşur. Batı terasında duran ve gayet iyi korunmuş olan kabartmalar 1. Antiochos’u bazı İlahlarla el sıkışırken göstermektedir: Antiochos ve Mithras Apollo; Antiochos ve Ahura Mazda-Zeus; Antiochos ve Artagnes-Heracles gibi.

Geriye dönüp de. Nemrut Dağının yapay uç noktası olan höyüğün gizemini düşündüğümüzde, Antiochos’un Misyonunu yöneten İlahi Güçlerin, Mabedin gerçek kurucuları olup olmadığına dair bir soru gelmektedir aklımıza. Bu sorunun cevabı muhakkak ki olumludur: Rudolf Steiner,

…Mithras kültü… Dünyaya, oluşturulduğu yer olan göklerden getirilmiştir diye yazar(36). Aksi halde, aşağıda ifade edilen türden sorular, ortaya çıkmaz ve Nemrut Dağı Mabedini kökenini bir muamma haline getiremezlerdi:

1 - Taşlık bir arazi boyunca dik ve zorlu bir tırmanışın ve çok sınırlı bir çalışma sahasının söz konusu olduğu Nemrut Dağının tepesinden o dev heykeller nasıl yapılmış ve höyüğün taşları nasıl yığılmışı? Özelikle, içine girmek için bir atılımda dahi bulunamadığımız böyle bir höyüğün taşlarını yığmada kullanılan metot gerçek bir muamma oluşturmaktadır. Sanki taşlar höyüğün tabanından doruğuna kadar teker teker yerleştirilerek değil de, daha ziyade, uçan bir araç vasıtasıyla yukarıdan boşaltılmak suretiyle yığılmış gibidir

2 - Nemrutun zirvesi, nasıl oluyor da düzlenmiş bir plato şeklinde ortaya çıkıyor? Dalar ısmarlama tepelerle son bulmazlar; tabi, dorukları kasten o şekilde biçimlendirilmemişse

3 - Höyük aslında ne zaman inşa edilmiştir? Çünkü höyüğün İ.Ö.1.yüzyılda inşa edilmiş olduğundan emin olamayız. Mabedin geri kalan kısmı onun çevresine tesis edilirken, höyüğün kendisi hali hazırda mevcut olabilirdi

Bu soruların doğru cevapları ancak Nemrut Dağının inşaatçıları olan Yüce İlahi Güçler istediği zaman verilebilir ve höyük de ancak o vakit açılabilir, daha önce değil.

Dünya uzayda yer alırken herhangi bir kozmik olay meydana geldiğinde, üzerinde yol aldığı spiralin hangi noktasında bu olay meydana gelmişse o noktada bu olayın bir kaydı, belirli bir form halinde, Dünyaya bırakılır. Bir gün, Dünyaya spiralin hangi noktasındayken ne gibi işaretler bırakıldığı öğrenildiğinde, bu işaretlerin o noktalarda hangi kozmik olayı belirlediği de açığa çıkacaktır. Dünya, bu kozmosun bir Laboratuarı olduğundan, kozmosun tüm önemli olayları bu laboratuarda kayda geçirilir ve gene, dünya laboratuarında alınan maddi ve manevi sonuçlar kozmosun her yanında uygulanırlar. Aynen yeni buluna bir ilacın dünyanın her yanında kullanılması gibi.

( Türkiye Gizemleri - Bilim Araştırma Merkezi )

Ağrı Dağı ile Cudi Dağı, Türkiye’nin bir gizem perdesiyle örtülü olan yegâne dağları değildir. Nemrut Dağı bizleri bir diğer muamma karşısından hayretler içinde bırakır: Nemrut Dağının zirvesinde, Greko-Pers tanrılar ile bir Tanrıçayı kapsayan bir açık hava panteonunun çevrelediği, taş bloklardan yapılma, piramit biçimindeki bir höyüğün oluşturduğu bir Mabet yükselmek
tedir.

Nemrut Dağı, İ.Ö.1.yüzyıl ile İ.S.1.yüzyıl arasında, Commagene Krallığının sınırları içinde yer alıyordu. Commagene Krallığı, Antitoroslar ile Fırat arasındaki bereketli toprakları kapsıyordu. Batıda Kilikya’ya, kuzey sınırında ise Kapadokya’ya kadar uzanıyordu. Başkenti bugün Adıyaman’ın Samsat ilçesi olarak bildiğimiz Samosata’ydı. Günümüzde Türkiye’nin güneydoğusunda kalan bu bölgede, Gaziantep, Adıyaman ve Maraş illeri yer alır. Commagene, İ.Ö.80 yıllarına kadar Selecuid Krallığına bağlı bir bölgeyken, Selecuid Sülalesinin iç savaşları sırasında, Commagene valisi 1.Mithradates Kallinikos tarafından bağımsız bir krallık haline getirilmiştir. Daha sonra 1. Mithradates Kallinikos’un oğlu 1.Antiochos Epiphanes’in hükümranlığı(?i.ö.61–62) sırasında krallık gelişmiştir. Tam bir yüzyıl sonra İ.S.72 de, Roma İmparatoru Vespasian, Commagene bölgesini Roma’ya bağlamış ve Roma’nın Suriye eyaletine katmıştı.

1.Antiochos’un döneminde, Commagene Krallığı, güçlü komşuları olan, batıdaki Roma İmparatorluğu ile doğudaki Part Devletlerinin dikkatini çekti. Bu krallığın maddi zenginliğinden ya da askeri gücünden değil de, Commagene sınırları dâhilinde ortaya çıkan gizemli ve etkili bir unsurdan kaynaklanıyordu. Sadece süper-güç niteliğindeki komşularının işgalci arzularına karşı, 1.Antiochos için koruyucu bir kalkan oluşturmakla ve ölümünden sonra da bu ufacık krallığın o patırtılı dönemde yüzyıl gibi uzun bir süre boyunca ayakta kalmasını sağlamakla kalmayıp, üstelik doğrudan Roma Âlemini etkilemiş olan bu unsur acaba neydi? Bu sorunun cevabı, Commagene’nin Kutsal Dağı olan Nemrut Dağında aranmalıdır.

2150m. Yüksekliğindeki Nemrut Dağı, Adıyaman yakınlarıdaki Eski Kâhta köyü civarında, Antitoroslar’ın bir parçasını oluşturan Ankar Dağları üzerinde yer alır. Nemrut’un tepesine tırmanmak bütün bir günü alır. Çünkü Nemrut’un katırları dahi tökezletebilecek ve binicilerinin sakatlanmasına yol açabilecek türden bir arazisi vardır. Bu tırmanışın sonunda aniden ortaya çıkan zirve, insan elinden çıkmış olan tepe noktası ve yığma taştan yapılmış olan bir höyüğün eteklerinde duran heybetli heykelleriyle insanı şaşırtır.

Nemrut’ta bulunan yazıları etüt eden arkeologlar, bu Mabedi Nemrud’un tepesinde tesis eden kişinin, 1.Antiochos olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu yazılara göre,1.Antiochos, baba tarafından kadim İran Kralı Darius’un(?İ.Ö.550–485) soyundan ve anne tarafından da, Makedonya Kralı Büyük İskender’in(i.ö.356–323)soyundan gelmişti. Dolayısıyla, 1. Antichos, Kadim İran ve Grek kökenli kültürel unsurları Anadolu potasında harmanlayan bir melez kültür tesis ediyordu. 1.Antiochos’un hükümranlığını böyle bir Greko-Pers temele dayandırmakla ne gibi bir amaç güdebileceğini az sonra göreceğiz.

Bir yandan Connetticut’taki Doğu Araştırmaları Amerikan Okulu’ndan Bn. Theresa Goell, öte yandan, Almanya’daki Münster Üniversitesinden Prof. Friedrich Karl Dörner, Commagene kalıntıları üzerinde düzenli araştırmalar yürütmüş olan iki arkeologdur. Bn. Goell,1953 ile 1960 ların ikinci yarısı arasında, Nemrut Dağından bir dizi inceleme ve kazı yapmıştır. Bu arkeolojik çalışmalar sırasında, araştırma ekibi, son derece ağır ve amansız şartlar altında çalışmak zorunda kalıyor, sağlıklarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Zirveye tırmanışın hiç ara verilmeden tamamlanması gerekiyordu; çıkış sırasında sığınacak hiçbir yer yoktu. Tepede sıcaklık gündüzleri 50 dereceden fazla, geceleri ise 1 dereceden azdı. Sık sık rastlanılan yağmur ve dolu sağanakları, ayılar ve yaban kedileri de ayrı birer tehlike teşkil ediyordu. Her halükarda, çalışmaya koyularak, tepeyi kırıntılardan temizlemeye çabaladılar. Bu iş tahta kızaklar kullanıyorlardı. Temizleme faaliyetlerinden sonra, kalıntıları bir araya getirerek, etüt ettiler. Dev heykellerin yere düşmüş olan başlarını yerde bırakmak zorunda kalmışlar, sadece orijinal sıralarına göre bir düzene sokmakla yetinmişlerdi. Sıra höyüğe geldiğinde, çalışmalarını durdurdular: bütün yapabildikleri, höyüğün altındaki kaya tabakasına ulaşacak şekilde hendekler kazmak olmuştu. Sanki buranın doğal bekçiliğini yapan dağın yanı sıra, höyük de kendi kendisinin bekçisi gibiydi.

50 metre yüksekliğindeki ve 150 metre çapındaki bu büyük, batı, kuzey ve doğu yönlerinde yer alan ve kayadan oyularak yapılmış olan, kademeli üç teras ile çevrilidir. Çok garip bir yapısı olan bu höyük, Mısır Piramitlerine benzer ama gene de bir piramit değildir. Koni biçimindeki bu höyük, yumruk büyüklüğündeki taş blokların üst üste yığılmasıyla inşa edilmiştir. Görünüşe göre tabanında bir temel olmaksızın, yaklaşık iki bin yıldır birçok depreme, donma ve erime fenomenine göğüs germiştir. Bu dahi başlı başına bir olaydır. Ne var ki, bu höyüğün insanı en çok hayrete düşüren yanı, sırrını korumada gösterdiği eşsiz yetenektir: taş yığın o şekilde yığılmıştır ki, hiç kimse, bu taş öbeğinin içine girip, altında saklı olan her ne ise, onu bulamaz.

Höyüğe zorla girmeye kalkışıldığı anda, bir grup taş yerinden oynayacak, aşağı yuvarlanacak ve girmeye çalışan kişiyi ezecektir. Taşların aşağı yuvarlanmasını önlemek imkânsız olacaktır; hiçbir duvar, çit ya da başka herhangi bir destek, taşların muazzam ağırlığına dayanamayacaktır. Dahası sırın bu yığının neresinde yattığını bilemeyeceğimizden, çabaların sürekli olarak boşa çıkması da söz konusudur. Sır bu yığma taştan höyüğün içindeki herhangi bir yerde yerleşik olabileceği gibi, taş yığınının dibinde ve hatta yığının altında, zemindeki kaya tabakasına oyulmuş olan bir odacığa yerleştirilmiş bir halde bulunabilir. Böyle olduğunu varsaysak dahi, söz konusu oyuğa ulaşmak için, dağın zirvesini oluşturan kayalık tepede bir tünel açmak gerekecektir ki, bu da imkânsız bir iş gibi görünmektedir

Arkeologlar da anlamışlardır ki, Nemrut Dağı höyüğüne ne yukarıdan nüfuz edilebilmekte ne de aşağıdan girilebilmektedir. Nemrut Dağının sırrını açığa çıkarmak için geriye tek bir yol kalmaktadır; bu da, yığını oluşturan taşları teker teker yerinden almaktır! Böyleyken işlemin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap vermek pek kolay olmasa gerek. Aşikâr olan iki sorun vardır: muhtemel bir taş kaymasını önlemek için, işlemin, yığının tepesinden başlaması gerekir. Ve taşlar yerinden alındıktan sonra, tepede yığacak yer olmadığından, dağdan aşağı yuvarlanmaları gerekecektir. Belki de, taşları oradan kaldırmanın tek yolu, höyüğün üzerinde havada asılı durabilen bir araç kullanmaktır!

Bazı arkeologlar, elektrikli ya da manyetik cihazlar kullanmak suretiyle, yığında sondaj yapmayı teklif etmişlerdir. Elektrikle sondaj metodunda, toprağa, aralarından bir akım geçirilen iki elektrot sokulur. Yere gömülü herhangi bir gizli yapının bulunduğu yerde, akım, daha yüksek bir dirençle karşılaşacaktır. Bir potansiyometrenin, araştırılan bölge dâhilinde tespit ettiği direnç miktarları grafiğe dönüştürülür ve böylece, gömülü olan herhangi bir yapının şekli çizilebilir. Höyük içinde gömülü duran objeler de, manyetik entansite değişimlerini ince olarak ölçen bir proton manyetometresi kullanılarak tespit edilebilir. Herhangi bir metal eşya ya da pişirilmiş topraktan çanak, çömlek, manyetik alanda değişimler meydana getirecektir. Böylece insan eliyle yapılmış olan her ne varsa, bu tür eşyaların kendi manyetik alanları olduğundan, bu metotla keşfedilebilir.

Ancak bu tür cihazlardan yararlanmak istediğimiz takdirde, göz önünde bulundurmamız gereken bir husus vardır. Gize’deki Büyük Piramitle ilgili olarak yürütülen araştırmalardan biliyoruz ki, piramit biçimindeki yapılar, mahiyeti bilinmeyen ve bu tür sondaj çalışmalarını etkisiz kılan enerji desenleri oluşturmaktadır.

Anlaıldığına göre, 1. Antiochos, sadece zamanındaki talancılara karşı değil, geleceğinin teknik donanımlı davetsiz misafirleri olan arkeologlar ve bilimsel araştırmacılara karşıda tedbir almıştı. Bu, Gize’deki mevcut olan benzer durumu akla getirmektedir. Sadece Büyük Piramit değil, Sfenks de, sırlarını modern araştırmacılara açmazlar. Şunu unutmamalıyız ki, Sfenks’in taban kısmını örten kumlar bir tarihte kaldırılmış olmasına rağmen bugün yeniden oluşan aynı kum örtüsü, Sfenks’in tabanına ulaşma çabalarını önleyerek, Sfenks’in bazı tradisyonlar ile kehanetlere göre, Altın Çağın başlangıcından ortaya çıkarılacak olan sırrını korumaktadır. Nemrut Dağının sırrı da, acaba, Gize sırlarının açığa çıkışıyla aynı zamanda gün ışığına çıkarak, Yeni Çağın açılışını beşeriyete bildirmek üzere mi beklemektedir? Ve belki de bu sırrın ortaya çıkarılışı, uzak bir gelecekte olmayıp, hızla yaklaşmaktadır.

Nemrut Dağı sırrını çok iyi korusa dahi ve o, bu sırrı açıklamak için hazır olmadıkça, bunu zorlayarak açığa çıkarmamız imkânsız dahi olsa, Nemrut Dağı Mabedinin bir bütün olarak işlevinin ne olduğunu bulabilecek kadar bilgiye sahibiz.

Bunu yapabilmek için önce mabedin görüntüsünü tamamlayalım:

Tepeye, güneybatı yamacına tırmanan ve üç farklı seviyede olmak üzere höyüğün çevresinde yerleşik olan teraslardan en aşağıdakine, yani batı terasına ulaşan ’tören yolu’ izlenerek çıkılır. Batı terasından da, batıdan dolanan dar geçiş izlenerek kuzey terasına ulaşılır. Kuzey terası, batı terasını, höyüğün kuzeydoğusunda yer alan doğu terası ile irtibatlandırır. Kuzeydoğu yamacından tırmanan bir başka yol olan propylae hoolos’un ulaştığı doğu terası, batı terasının tam karşısına rastlar ve böylece bir eksen oluşturur.

İşte hem doğu hem de batı teraslarında bulunan objeler, Mabed’in öteki ilginç yanını oluştururlar: bunlar Greko-Pers tanrıları ile bir Tanrıçanın oturmuş haldeki dev figürleri ve devasa aslan ve kartal heykelleridir. Arkaları höyüğe dönük olan bu dev heykellerin sayısı 25’i bulur. Kaideleri üzerinde yaklaşık 10 m.ye erişirler. Zamanla, depremlerden ve iklim koşullarından ötürü, tüm heykellerin kafaları yere düşmüştür. Geriye, başı terinde olan sadece bir tek heykel kalmıştı ki, o da Bereket Tanrıçası Fortuna’yı temsil ediyordu. Ne yazık ki 1964 de bu heykele de bir yıldırım çarpınca, düşük başlar galerisi tamamlanmış oldu.

Bu iki metreye ulaşan etkileyici, yekpare aştan başlar arasında, Zeus-Ahura Mazda’yı, Apollo-Mithras’ı, Hreagles-Artagnes’i, Fortuna’yı ve 1. Antiochos’un kendisini temsil eden örnekleri görüyoruz. Bunların arasında görülen aslan ve kartal başları için, Daniken,’Kanıtlara Göre’ adlı kitabında, “ kartallar ve aslanlar, güzel bir taş işçiliği ile ikişer kez temsil edilmişlerdir. Dağın daha aşağılarında, bir kayaya bir öküz resmi oyulmuştur”diyor. Daha sonra da bu hayvanlara, yani aslan, kartal ve boğaya Eski Ahit’in Ezekiel 1/10. bölümünde, Ezekiel Peygamberin bu hayvanların yüzleri ile bir beşer yüzünü gördüğünden bahsettiği yerde rastlamış olduğunu söylüyor. Ne var ki, buhayvanlar, Ezekiele özgü değildirler; diğer birçok kaynakta da ortaya çıkarlar. Örneğin, Yuhanna, onlarda, İncil’in vahiy 4/7 bölümünde bahseder. ‘Dünya’adı verilen 21 no’lu Tarot kartının köşelerinde, aynı hayvanlar ile bir beşerin resimlerini görürüz.

Aslında, bu hayvanlar, Nemrut Dağı’nın yakınındaki bir başka yerde de ortaya çıkarlar. Nemrut Dağı eteklerinde kurulmuş olan Commagene kenti Arsameia’nın 10 km. kadar güneybatısında, bir başka höyük daha vardır. Karakuş Tepesi denilen bu höyüğün güney yanından, her birinin tepesinde bir hayvan heykeli bulunan üç sütun yer alır. Ve temsil edilen hayvanlar, gene, boğa, aslan ve kartaldır! Üstelik bu üç sütun, üzerlerindeki heykellerle birlikte, Nemrut Dağı’nın tepesinden de görünmektedirler

C.G. Jung’unkitaplarında bu hayvanların anlamının açıkça ifade edildiği bir bölüm vardır: “…Alşimideki Güneş ejder, aslan ve kartaldan hünsa’ya dönüşümün çeşitli etaplarından geçer. Mithraik kartallar, aslanlar ve güneş habercileri, inisiyasyon derecelerini nasıl belirtiyorsa, bu etapların her biri de, yeni bir anlayış, bilgelik ve inisiyasyon derecesini temsil eder..”

Peki Mme. Blavatsky’nin Kutsal Havyalar dediği, Mithraik inisiyasyonla ilgili bu hayvanların heykellerine Nemrut Dağı’nda neden rastlıyoruz acaba? Çünkü bu kutsal dağ, Mithraik Misterlerin canlandırıldığı bir inisiyasyon mahli olmalıydı. Dolayısıyla, Nemrut Dağı Mabedi’nin timi, Kadim Mısır Misterlerinin sahneye konduğu, inisiyasyon adaylarının belirli inisiyasyon kademelerinden geçerek bu Misterlere inisiye oldukları Büyük Piramitle aynı işlevi görüyordu.

Mithras kimdi ve Mithraik Misterler neydi? Mme. Blavatsky’e göre, adı günümüz Farsçasında ‘güneş’ve ‘sevgi’ anlamına gelen ‘ Mihr’ kelimesiyle ilgili olan Mithras Bordj adındaki bir dağın oğluydu. Tradisyonlar, Mithras’ın, bu dağdan parlak bir ışın halinde neşrolduğunu anlatırlar: Mithras, “ Bilgelik Güneşinin daimi yoldaşıydı.” Kısacası Üstad Djwhal Khul’un belirttiği üzre, Mithras İdarece Mekanizmanın Boğa Burcu Çağ’ında beşeriyete gönderdiği Dünya Öğretmeni’ydi.

Mithras kültüne özgü Kadim Misterler, Mithraik Misterlerdi: “Sabasia, bazı tanrıların şerefine Misterlerin sahneye konduğu, Mithaik Misterlerin bir çeşitlemesi olan periyodik bir bayramdı. Beşeri ırkın tüm evrimi, bu misterlerde canlandırılırdı… Sabasia, kökeni tarih için hala daha meçhul olan… Çok uzak bir geçmişten gelen en eski kutsal bayramlardan biridir.”

Celsus… Yedi kapısı olan ve tepesinde, daima kapalı duran sekizinci kapının yer aldığı bir yaratılış merdiveninden bahseder. Kadim İran’daki Mithras’ın misterleri böle açıklanır…”

“… Celsus, Kadim İranlılar arasında ve Mithraik misterlerde rastlanan, yedi kapı ile tepede yer alan sekizinci bir kapısı daha olan bir merdivene ilişkin bir fikirden söz eder. Birinci kapı, Satürn’ü temsil ediyordu ve kurşunla ilgiliydi ve diğer kapılar da belirli bir planet ile madene tekabül ederek böylece devam ediyordu. Yedinci kapı altındı ve güneşi belirliyordu. Ayrıca, her birine ait renklerden de bahsedilir. Bir merdiven, canın geçişini, animae transitus’u temsil eder. Sekizinci kapı sabit yıldızların seviyesine tekabül eder.”

İnisiyasyon adayı için, Celsus’un anlattığı bu kapılar, Mithraik inisiyasyon derecelerini belirlemekteydi. Bu yedili inisiyasyon, iki grup halinde düzenlenmişti. Hizmetkârlar denilen alt grup, sembolik adlarıyla şu derecelerden oluşuyordu:

1 - Karga
2 - Griffin ya da Damat
3 - Asker ya da Savaşçı

İştirakçılar denilen üst grup, sembolik adlar taşıyan şu kademeleri kapsıyordu:

4 - Aslan
5 - İranlı
6 - Güneş’in Elçisi ya da Güneş Kahramanı
7 - Kartal

İşte işritakçıların dört kademesinin Kutsal Hayvanlarla temsil edildiğini açıkça görebiliriz. Ezekiel ile Yuhanna’nın Kutsal Havanlardan bahsetmelerinin sebebi de budur. Çünkü her ikisi de böyle yüksek inisiyelere gösterilen arşetipik bir vizyonu deneyimlemekteydi. Rudolf Steiner, Mithraik Misterlerin, fizik dünya üzerinde canlandırılmalarının yanı sıra, astral âlemde(24) de deneyimlenebileceklerini söylemektedir: “…şimdi Mithras Mabedlerinden birine girelim. Bu mabedlerde, Tali Misterle katılanlar için sembolik bir olgu canlandırılırdı. Asli Misterlere katılanlar ise, aynı olayları, astral âlemdeki gerçek hadiseler şeklinde izleyebilirlerdi.”

21 no’lu Tarot kartı da, Mithraik inisiyasyonla ilgiliydi: “Dünya kartında görülen resim, muhtemelen halka takdim edilen inisiyeyi belirliyordu. İnisiye, Mithras’ın kendisi gibi giyinmiştir. Mithraik terminolojide, inisiye artık pater yani baba olarak mütalaa edilirdi.”
Kutsal Hayvanlardan biri olan boğa, Boğa Burcu Çağı’nı temsil eden Mithras kültünde, kurban edilen hayvan rolünü üstlenmişti. Tali misterlerin ana sahnesi, İlahi Varlık Mithras tarafından sembolik Boğanın kurban edilmesini kapsıyordu.

Mme. Blavatsky’nin de belirttiği gibi, 2000 yıl önce Nemrut Dağında sahneye konan Mithraik Misterlerin kökeni, aslında çok uzak bir geçmişe dayanıyordu-ve bu husus, tüm Kadim Misterler için geçerlidir. Mithraik Misterler, temsil edildiklerinde, beşeri ırkların evrimi, Güneş Sistemi’nin yedi kutsal planeti, beşeriyetin evrim yolu, değişik hayat planları, vb. konular hakkında bilgi veriyorlardı. Ve ilgili tüm ayinler, “yedi kapısı ve üzerinde, daima kapalı duran bir de sekizinci kapısı olan bir merdiven”in üzerinde yapılırdı.

Tepede daima kapalı olan bir kapı vardır: işte bu husus, Nemrut Dağı höyüğünün muammasını yarı yarıya çözmektedir. Çünkü söz konusu’ daima kapalı duran kapı’ bu Mithraik inisiyasyon mahallinin tam tepesinde tesis edilen ve içine girilemeyen konik taş yığınından başka neyi belirleyebilir ki!

İnisiyasyon merdiveninin geriye kalan kısmını, merasim yolu ile kademeli üç terası izleyen bir tırmanış oluşturmaktadır. Nemrut Dağında, Mabedin işlevine ilişkin herhangi bir araştırma yapılmamış olduğundan, yedi kapı hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Ancak arkeologların kayıtlarında geçen iki kalıntı, doğrudan 2.ve 7. kapılarla ilgilidir. Bunlardan biri hem aslan kafası hem de kartal kanatları taşıyan ve böylece ikinci inisiyasyon derecesine tekabül eden Griffin sembolünü somutlaştıran bir heykel kalıntısıdır. Öte yandan, kuzey terasından bugün ancak yıkıntı halinde olan, 80m. Uzunluğunda ve 3m. Yüksekliğinde bir sur bulunuyordu. Bu surun ortasında, bir rampaya açılan bir giriş vardı. İşte bu girişte devasa bir kartal heykelinin bekçilik yaptığını görüyoruz. Nihai inisiyasyon derecesinin sembolü olan Kartal tarafından korunan bu giriş, muhakkak ki Mithraik Misterlerin yedinci kapısını oluşturuyordu.

Andrew Tomas, bilim ve özelikle de astronomiyle Asli Misterler arasından bir yakın ilişki olduğunu söyler. Bu olgu, Mihras kültünün M isterleri için de geçerlidir. Nemrut Dağında, dünyanın her yanındaki astrologlarca özenle üzerine eğilinmesi gereken bir obje vardır. Bu, batı terasında duran ve bugün bilinen en eski zayiçe, astrolojik çizelge olduğu söylenen br aslan kabartmasıdır. Bu kabarma, astronomik semboller taşır üzerindeki aslanın boyu 2,40m. Yüksekliği de 1,75 m. dir aslanın bedenide işlenmiş olan ve Aslan Burcunu temsil eden 19 adet sekiz-ışınlı yıldız vardır. Aslanın üzerinde görülen üç tane 16-ışınlı şekil ise, Jüpiter, Merkür ve Merih gezegenlerini göstermektedir. Ayrıca, ay da, aslanın yelesinden sarkan bir hilal ile resmedilmiştir. Amerika’daki Brown Üniversitesinden Prof.Otto Puchstein, bu kabartmanın üzerindeki yazıtları inceleyen ve buna uygun olarak zayiçeyi okuyan ilk kişi olmuştur. Prof. Puchstein’e göre 1.Antiochos, Aslan Burcundandı ve temsil edilen planetler, Aslan Burcunda kavuşum halindeydiler. O çağda böyle bir kavuşuma tekabül eden tarih,

İ.Ö.61 ya da 62 yıllarında 7 Temmuz günüydü. Bu, 1. Antiochos’un, Commagene Krallığının tahtına geçtiği tarihti.

Sırayla; tören yolu, batı terası, höyük, doğu terası ve propylae holos üzerinden geçen ve güçlü bir şekilde vurgulanmış olan eksenin de astronomik bir anlamı olması ihtimali vardır. Mithras kültüne göre can, dünyadaki eprövlerine, Yenge Burcu Kapısında geçerek girer ve sonra bu eprövler dünyasından Oğlak Burcu Kapısından çıkarak gider. Dolayısıyla, Nemrut Dağı üzerinde yer alan ve bir ucundan inisiyasyon adaylarının Mabete girdiği ve öteki ucundan İnsiyelerin Mabetten çıktığı bu eksenin, yılın belirli zamanlarında, Yengeç ve Oğlak takımyıldızlarının göklerde ortaya çıktığı iki karşıt yöne işaret ediyor olması çok muhtemeldir.

Aslında, Mithraik Misterlerin Kutsal Hayvanları da astrolojik bir anlam taşırlar. Mme.Blavatsky’e göre, Kutsal Hayvanlar, “fiziki ve maddi açıdan,büyük güneş tanrısının, sözgelimi maiyetini ya da kortejini oluşturan dört takımyıldızına tekabül ederler, ve kış gündönümü sırasında, Burçlar Kuşağının dört ana yöne bakan bölümlerini işgal ederler.” burçlar Kuşağının bu takım yıldızları, Aslan Burcu; Boğa Burcu; Kova Burcu yani Melek-İnsan;ve Akrep Burcu yani Kartaldır.

Bütün bu enformasyonun ışığı altında, artık, 1.Antiochos’un maddi ve manevi başarılarının net bit görüntüsünü ortaya koyabiliriz. Tarih kitaplarında okuduğumuza göre, 1.Antiochos, İ.Ö.66 yılında çıkan Mithradatik Savaş sırasında önceleri, Romalı General

Pompey’in(i.ö.106–48)karşısında yer almışsa da, daha sonra taraf değiştirmiş ve hatta İ.Ö.49 yılında Romada meydana gelen iç savaşta Pompey’i desteklemiştir. Ve Romalı general de,1. Antiochos’u tahta çıkarmış ve Suriye ile Filistin’i Roma’ya ilhak etmesine rağmen,1.Antiochos’un Commagene’yi yönetmesine izin vermiştir. Peki, bu iki muhtemel düşman, acaba ne sebepten ötürü birbirinin hararetli destekleyicileri haline gelmişlerdi? Aslında bu, Roma ile Commagene arasında ortaya çıkan bir yakınlığa bağlı olmayıp tamamıyla kişisel seviyede meydana gelmişti. Nitekim Pompey’in ölümünden sonra,1.Antiochos, Romalılara karşı Partlarla anlaşmış ve Romalılar da, Commagene’yi ilk fırsatta ilhak etmeye yönelik arzularını açığa vurmuşlar. Yukarıdaki sorunun cevabı, şimdiye kadar çözülememiş olan bir muamanın çözümünü de beraberinde getirebilir. Bu muamma, Mithras kültünün Roma birlikleri arasında yayılışıyla ilgilidir. Yani, Mithraizm’in Romaya aşağı yukarı hangi tarihte ve nereden gittiğini ve sadece Roma ordusunun subaylarıyla askerlerine hitap ettiğini bilmemize rağmen, bunun tam olarak nasıl meydana geldiğini bilmiyoruz.

Mithraik kült, Roma’ya Pompey’in zamanında ulaşmıştı. Ve o devirde, yani İ.Ö.1.yüzyılda Roma dünyası ile Part imparatorluğu arasında yer alan ve Commagene’nin dâhil olduğu devletlerde genellikle Mithras’a ibadet ediyordu. Dolayısıyla, bir askeri deha olan Pompey’in bu bölgelere düzenlediği seferler sırasında Mithraizm’le karşılaştıktan sonra, Mithraizm gibi Cenkçi bir kültün Roma birlikleri için son derece uygun bir inanç sistemi olduğuna hükmetmiş olması çok muhtemeldir-ve nitekim Pompey haklı çıkmıştır. Ve Pompey’i etkileyen, Mihraik inanca ve inisiyatik uygulamalarına ilgi duymasını sağlayan ve onu bu inancın yüceliği ve etkinliği hakkında ikna eden kişi 1.Antiochos olabilir. Şu ya da bu şekilde, bu iki şahıs bir tür centilmenlik anlaşması yapmış olsalar gerek:1.Antiochos’un Roma Birlikleri’nin subayları için inisiyasyon Mabedini sağlamasına karşılık, Pompey’in de, 1.Antiochos’un hükümranlığı ile Commagene’nin bağımsızlığına dokunulmayacağına dair söz vermiş olabileceğine dair bir hipotezi öne sürebiliriz.

Bu tezi destekleyen çok önemli bir nokta vardır: Nemrut Dağı panteonundaki Tanrıların, Greko-pers karakterde, yani iki farklı kültürü uzlaştırıcı mahiyette olduklarını belirtmiştik. Yakışıklı çehreler ve asil ifadeler taşıyan bu Mithraik İlahlar taşlara işlenirken, bir yandan Grekler’e ait yüz ifadeleri verilmiş, öte yandan da Kadim İranlılara ait taç ve başlıklar giydirilmiştir. Kısacası Kadim İran kökenli bu Mithraik Tanrılar, Nemrut Dağı üzerinde Grekleştirilmişlerdir. Anlaşıldığına göre, Mithras kültünün Roma dünyasına yayılışını izlemeye çalışmış olan araştırmacıların zihinlerini meşgul eden başlıca sorun, bu kültün, Anadolu’da Greklerin yaşadığı bölgelerden nasıl geçtiğinin açıklanması olmuştur. Çünkü Grekler, Kadim İran Tanrısı Mithras’ın amansız düşmanlarıydılar. İşte, Grek bölgesinden geçişi sağlayacak olan yegâne metot, Mihraik Panteonun Grekleştirilmesi olsa gerekti.

1.Antiochos’un, böylece, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı ataların soyundan gelmiş olduğunu iddia etmek suretiyle, yayacağı kültün uygulanımını üzerine inşa edebileceği sağlam bir temel tesis ettiği aşikârdır. Dolayısıyla, hem Kadim İranlı hem de Makedonyalı atalarını, Nemrut Dağında gözler önüne sermiştir. Doğu terasında, hem kuzey hem de güney cephelerde olmak üzere, taş levhalar dikilidir. Bu levhalarda, sırasıyla, Kadim İranlı ve Makedonyalı atalarını gösteren kabartmalar vardır.

Nemrut Dağında yer alan bir başka unsur da yukarıdaki terinin lehinde bir kanıt sağlamaktadır: Mithras kültüne Kadim İran’dan Roma’ya gelişi sırasında, uğradığı değişikliklerden biri olarak, bir tür vaftiz uygulaması da eklenmişti. Nemrut Dağında, tepeden inerek, aşağıdaki bir vadide akan bir kaynağa ulaşan bir patika vardır. Bu, muhtemelen vaftiz uygulamasının daha o zamandan, Nemrut Dağında yapılan inisiyasyon törenlerinin bir parçası haline geldiğini ve böylece de, orada inisiye olan Romalı askerlerce hemen benimsendiğini göstermektedir.

Mithraik inancın Roma İmparatorluğuna yayılışının Batı Dünyasını derin bir şekilde etkilemiş olduğunu görüyoruz. C.G.Jung’un bu konudaki sözleri insanı düşündürüyor:

“Anadolu’nun fethinden sonra Roma Asyalı oldu; Avrupa Asya’dan etkilenmişti ve bu gün dahi etkilenmektedir. Kilikya’dan, Roma birliklerinin dini olan Mithraik kült gelmiş ve Mısırdan sislerle kaplı İngiltere’ye kadar yayılmıştır.”

Hatta Hıristiyanlık ortaya çıkmış olmasaydı, Mithraizmin şimdi Avrupa dini olacağı dahi ileri sürülmüştür. Colin Wilson, Mithras’tan , “… Hz. İsa ile birçok ortak yanı olan ve daha sonraki yüzyıllarda, kültü, Romada neredeyse, Hıristiyanlığın yerini alan bir Kurtarıcı olarak bahseder.”

1.Antiochos’un son derece önemli ve etkili bir tarihi şahsiyet olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir inisiyasyon merkezi tesis etmek ve zamanının en önde gelen askeri gücünü temsil eden bir İmparatorlukta belirli bir kültü yaymak. Ve böylece, yüzyıllar boyunca Batıyı etkilemek gibi devasa bir işin altından başarıyla çıkmasının sadece tek bir açıklaması olabilir:1.Antiochos, bir İlahi Kraldı; Tanrıların, yani beşeri ırkın evrimini sevk ve idare eden Yüce Güçlerin, Onlar adına bir İlahi Misyonu yürüten bir Elçisiydi.


Mme. Blavatsky, “göksel mekânlarından inen ve Dünyada hükmeden Tanrılar, der, '' beşeriyete, Astronomiyi, Mimarlığı ve bize kadar gelmiş olan diğer bütün bilimleri öğretmişlerdir. Bu Varlıklar, önce Tanrılar ve Yaratıcılar olarak ortaya çıkarlar; sonra, gelişmeye başlayan beşerle karışıp birleşirler ve en nihayet İlahi Krallar ve Yöneticiler olarak zuhur ederler. Ne var ki, bu gerçek giderek unutulmuştur.”

Diğer birçok İlahi Kral gib 1.Antiochos da, bize, İlahi vazifesi ile ilgili olarak Yüce Güçlerle yaptığı akde dair kanıtlar bırakmıştır: Bunlar, hem batı hem de doğu teraslarında yer alan kabartmalardan oluşur. Batı terasında duran ve gayet iyi korunmuş olan kabartmalar 1. Antiochos’u bazı İlahlarla el sıkışırken göstermektedir: Antiochos ve Mithras Apollo; Antiochos ve Ahura Mazda-Zeus; Antiochos ve Artagnes-Heracles gibi.

Geriye dönüp de. Nemrut Dağının yapay uç noktası olan höyüğün gizemini düşündüğümüzde, Antiochos’un Misyonunu yöneten İlahi Güçlerin, Mabedin gerçek kurucuları olup olmadığına dair bir soru gelmektedir aklımıza. Bu sorunun cevabı muhakkak ki olumludur: Rudolf Steiner,

…Mithras kültü… Dünyaya, oluşturulduğu yer olan göklerden getirilmiştir diye yazar(36). Aksi halde, aşağıda ifade edilen türden sorular, ortaya çıkmaz ve Nemrut Dağı Mabedini kökenini bir muamma haline getiremezlerdi:

1 - Taşlık bir arazi boyunca dik ve zorlu bir tırmanışın ve çok sınırlı bir çalışma sahasının söz konusu olduğu Nemrut Dağının tepesinden o dev heykeller nasıl yapılmış ve höyüğün taşları nasıl yığılmışı? Özelikle, içine girmek için bir atılımda dahi bulunamadığımız böyle bir höyüğün taşlarını yığmada kullanılan metot gerçek bir muamma oluşturmaktadır. Sanki taşlar höyüğün tabanından doruğuna kadar teker teker yerleştirilerek değil de, daha ziyade, uçan bir araç vasıtasıyla yukarıdan boşaltılmak suretiyle yığılmış gibidir

2 - Nemrutun zirvesi, nasıl oluyor da düzlenmiş bir plato şeklinde ortaya çıkıyor? Dalar ısmarlama tepelerle son bulmazlar; tabi, dorukları kasten o şekilde biçimlendirilmemişse

3 - Höyük aslında ne zaman inşa edilmiştir? Çünkü höyüğün İ.Ö.1.yüzyılda inşa edilmiş olduğundan emin olamayız. Mabedin geri kalan kısmı onun çevresine tesis edilirken, höyüğün kendisi hali hazırda mevcut olabilirdi

Bu soruların doğru cevapları ancak Nemrut Dağının inşaatçıları olan Yüce İlahi Güçler istediği zaman verilebilir ve höyük de ancak o vakit açılabilir, daha önce değil.

Dünya uzayda yer alırken herhangi bir kozmik olay meydana geldiğinde, üzerinde yol aldığı spiralin hangi noktasında bu olay meydana gelmişse o noktada bu olayın bir kaydı, belirli bir form halinde, Dünyaya bırakılır. Bir gün, Dünyaya spiralin hangi noktasındayken ne gibi işaretler bırakıldığı öğrenildiğinde, bu işaretlerin o noktalarda hangi kozmik olayı belirlediği de açığa çıkacaktır. Dünya, bu kozmosun bir Laboratuarı olduğundan, kozmosun tüm önemli olayları bu laboratuarda kayda geçirilir ve gene, dünya laboratuarında alınan maddi ve manevi sonuçlar kozmosun her yanında uygulanırlar. Aynen yeni buluna bir ilacın dünyanın her yanında kullanılması gibi.

( Türkiye Gizemleri - Bilim Araştırma Merkezi )