cern etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cern etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CERN'DEN MÜTHİŞ KEŞİF!

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), bazı nükleer teorileri değiştirecek bir keşfe imza attı.

CERN'den yapılan yazılı açıklamaya göre, CERN'deki ISOLDE radyoaktif ışın tesisinde yapılan araştırmada, bazı atom çekirdeklerinin asimetrik ve "armut şeklinde" olduğu belirlendi.

Açıklamada, araştırmada elde edilen gözlemlerin bazı nükleer teorilerle çatıştığı ve bu nükleer teorilerin değiştirilmesini gerekli kıldığı bildirildi.

Sonuçları Nature dergisinde yayımlanan araştırmada, kısa ömürlü Radon 220 ve Radium 224 izotoplarının şekli üzerinde çalışma yapıldığı belirtildi.

CERN açıklamasında, görüşlerine yer verilen Liverpool Üniversitesi Öğretim Üyesi Fizikçi Peter Butler, "Radyum 224'ün armut şeklinde olduğunu, Radon 220'nin armut şeklinde sabit kalmadığını ancak bu şekle yakın bir biçimde titrediğini gösterebildik" ifadelerini kullandı.

Açıklamada, keşfin, atomlardaki pozitif ve negatif yüklerin ayrılması ile ilgili ölçüm teorilerinin de gözden geçirilmesine neden olacağı belirtilerek, bu konudaki standart modelin bu ölçüm değerinin gözlemlenebilir limitin altında olduğunu savunduğu anımsatıldı. 

KAYNAK :Gazete Vatan

Fiziğin en büyük gizemi çözülüyor!


İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN'de yapılan deneyde, anti maddenin 'anti gravite' veya 'çekim kesme etkisi' denilen kuvvete kaynaklık edip etmediği test ediliyor.

Anti madde, diğer adıyla karşıt madde, normal maddenin karşıt elektrik yüklü 'ayna görüntüsü' olarak tanımlanıyor.

Anti maddenin yer çekiminden nasıl etkilendiği gizemini koruyor, ancak 'yukarıya doğru' hareket ettiği tahmin ediliyor.
https://www.facebook.com/Academicphysics
Sonuçları, Nature Communications dergisinde yayınlanan araştırma, bu konunun çözümüne ilişkin ipuçları içeriyor.
Madde ve anti madde

Anti madde, fizikteki en büyük gizemlerden biri; Evren'in başlangıcında, aynı miktarda madde ve anti madde ortaya çıkmış olmalı.

Şu anda bildiğimiz, ikisi karşılaştığında birbirlerini imha ederek, saf ışık ortaya çıkardıkları.

Bugün gördüğümüz Evren'in neden büyük oranda maddeden ve çok daha az oranda anti maddeden oluştuğu sorusu, ikisi arasındaki farklara ilişkin çok sayıda çalışmanın çıkış noktası.

CERN'deki Hadron çarpıştırıcısı üzerinde yapılan LHCb deneyinde, dıştan gelen parçacıkların 'bozunduklarında' esas eğilimlerinin anti maddeye değil, maddeye dönüşmeleri inceleniyor.

LHCb ekibi geçen hafta B mezonlarının (elektron ile proton arasındaki cisimcikler) bozunmasında farklılık olduğunu kaydetti.

Ancak henüz maddenin gizemi tam olarak çözülmüş değil.

Anti madde atomları kapanlanmıştı

Madde ve anti madde arasındaki en belirgin farklılık, 'çekim' kuvveti karşısındaki tavırlarında olabilir; muhtemelen anti madde, madde tarafından çekilmiyor, geriye itiliyor.

Ancak CERN'deki 'Alpha' deneyine kadar, bunu kimse test edememişti.

Deney, anti madde atomlarının kapana alınması üzerine kurulu.
https://www.facebook.com/Academicphysics
Nasıl hidrojen proton ve elektronlardan oluşuyorsa, anti hidrojen atomu da, anti proton ve pozitronlardan oluşur.

Alpha ekibi, 2011 yılında anti hidrojen atomlarını bin saniye boyunca tıklayın kapana almayı başarmıştı.

Bu 434 anti hidrojen atomundan elde edilen veriler, anti gravite bakımından inceleniyor.

Deney sözcüsü Jeffrey Hangst, BBC'ye şu açıklamada bulundu: "Tüm deneyler boyunca, anti hidrojen atomlarını serbest bırakarak imha oluşlarına bakıyoruz. Bu verilere dönüp, çekim kuvvetinin imha oldukları pozisyon üzerinde etkide bulunup bulunmadığına baktık; atomların duvara çarpmadan önceki kısacık zamandaki düşüşlerine yani."

Esas hedef enerji seviyelerini ölçmek

Ekip, anti hidrojen atomlarının yukarıya veya aşağıya doğru hareketlerine ilişkin istatistik çalışması yapmış.

Elde edilen bulguya göre, anti madde atomları normal atomlara kıyasla, çekim kuvvetine karşı yaklaşık 110 kat daha duyarlı.

Çekim güçleri ise yaklaşık 65 kat daha güçlü. Fakat bu, tersine bir çekim gücü, yani anti gravite.

Prof. Hangst, henüz tüm soruları cevaplayamadıklarını kabul ederken, "İlk defa birisi buna girişmekten bahsediyor" diye ekliyor: "Şimdi bu soruya cevap arayabileceğimiz bir makinamız var, bizi heyecanlandıran bu."

Alpha deneyindeki asıl hedef, anti hidrojen içindeki enerji seviyelerini tespit ederek, fizikçilerin fevkalade iyi bildikleri hidrojen ile kıyaslamak.

Prof. Hangst, "Anti maddeyi incelemek için birçok seçeneğimiz var" diyor.
https://www.facebook.com/Academicphysics
İHA

CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) 4 Temmuz’da tarihî bir gün yaşadı.
 40 yıldır aranan parçacığa dair önemli bir keşif gerçekleşti. Fakat o parçacığın
 Higgs olduğunu söylemek için biraz daha
 zaman gerekiyor. Bilim dünyasının gözü geçen hafta bir kez 
daha Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’deydi. ‘Bir kez daha’ diyoruz
 çünkü Aralık 2011’de de dikkatler aynı yere 
odaklanmıştı. O zaman gelmeyen müjdeli haber bu kez geldi ve fizik dünyası yen
olduğu kadar heyecanlı bir döneme girdi. Belki de önümüzdeki çağın adı 
Higgs olacak.Açık konuşmak gerekirse; 40 yıldır aranan ve teoride maddeye
 kütle kazandırdığı kabul edilen Higgs parçacığı 
deneysel olarak da yüzde 100 olmamakla birlikte tespit edildi.
 CERN’deki bilim insanları, 4 Temmuz’da Higgs olma ihtimali çok
 yüksek yeni bir atomaltı parçacık bulduklarını açıkladı. 126 giga
 elektronvolt (GeV/c2) kütle bölgesinde keşfedilen parçacığın Higgs
 olduğunu kesin olarak söylemek içinse araştırmalar devam edecek.
 Yeni keşfin ne anlama geldiğini CERN’deki ALICE deneyinde çalışan
 bilim adamlarından Dr. Sedat Altınpınar’a sorduk.
-Geçen yılki sonuç biraz endişe içinde açıklanmıştı ve yüzler
 gergindi. Bu kez hem coşku vardı hem de yüzler gülüyordu, 

bunun sebebi ne?

İlginç, yüz ifadelerindeki değişikliği fark etmemiştim; daha coşkulu bir 

ortam olduğu kesin. Geçen sene yeni bir parçacığın kuvvetli işaretleri 
duyurulmuştu; ama bir keşiften bahsetmek için erkendi. Şimdi yeni bir
 parçacığın varlığından bahsetmek için bilimsel yeterlilik sağlandı. Şöyle
 bir benzetmeyle anlatayım: Okyanusta dalga yüksekliğini ölçtüğünüzü
düşünün. Yüzeyde sürekli dalgalanmalar oluyor; ama siz sıradan
 olmayan bir dalganın peşindesiniz. Koca okyanus didik didik edildi 
ve kasım ayında epey büyük bir dalga gözlemlendi. O dalga şimdi
 tsunami oldu ve artık onun sıradan bir dalga olmadığından eminiz. 
Fizikçiler seçilen bir dalganın sıradan dalgalara göre farklılığını sigmalarla 
ölçüyor. Şu anda 5 sigma seviyesine erişildi ve dalganın farklılığı 
kesinleşmiş oldu. Geçen sene 2 küsür sigma vardı. Tekrar sorunuza 

dönecek olursak sigmalar arttıkça, fizikçilerin yüzündeki tebessüm artar.

-O zaman ‘Higgs yılanının’ kuyruğunu yakaladık diyebilir miyiz?


 Yoksa karşımıza başka bir sürüngenin çıkma ihtimali var mı?

Eger bir Higgs parçacığı varsa kuyruğunu yakalamış olabiliriz. 

Süpersimetrik teorilere inanırsak Higgs parçacığı tahtını bir ikizle paylaşmak
 durumunda. İkizlerden birini veya egzotik bir bozon parçacığı da 
görmüş olabiliriz. Bu durumda Standart Model dediğimiz, şu ana kadar
 tabiatı ve temel parcacıklarını çok başarılı şekilde tarif eden teorik
 yapının ötesinde bir fiziğe de kapı açılmış olur. Ancak söylediklerim Higgs’in
 keşfiyle ilgili temkinli bir yaklaşım. Ben CERN direktörü Rolf Heuer’in 
sözlerine katılıyorum: “Bu işten anlamayan biri olarak, bulduğumuzu
 sanıyorum.” Kristof Kolomb gibi, bir kıtanın karşısındayız.
 Amerika mı Asya mı zamanla anlayacağız. Yeni bir kıta gördüğümüz
 kesin. Veya okyanus örneğini kullanırsak tsunamiyi gördük, şimdi

 onu tetikleyen deprem miydi fırtına mıydı, bulmak gerekiyor.

-Bazı gazeteler Higgs parçacığının kesin bulunduğunu, 

bazıları ise yüzde 99,9 oranında yaklaşıldığını yazdı. Doğr

u olan hangisi?

Bu daha önce açıkladığım sigmalarla ilgili bir konu. Takriben söylemek

 gerekirse, 1 sigma yüzde 68’e, 3 sigma yüzde 99’a ve 5 sigma 
yüzde 99,9999’a tekabül ediyor. Matematiği biraz iyi olanlar bunun 
Gauss dağılımıyla ilgili olduğunu anlamıştır. Sözü geçen kesinlik, bir
 parçacığın varlığıyla ilgili, yani yeni bir parçacık gözlemlendiği kesin;
 fakat bunun Higgs olup olmadığı kesinleşmedi. Standart Model, Higgs 
parçacığıyla ilgili kütlesi hariç tüm özellikleriyle ilgili öngörülerde bulunuyor
. Şimdi bu kriterlerin test edilmesi gerekiyor. Eğer bu fiziksel nitelikler

 sağlanırsa, ölçülen parçacığın gerçekten Higgs olduğunu anlayacağız.

-Yüzde yüz kesinlikte bulunması için araştırmaların ne kadar


 süreceğine ilişkin öngörü var mı?

Yüzde yüz hiçbir zaman olmayacaktır. Çünkü okyanus sakin bir su 

değildir, tabiatında hep dalgalı olmak vardır. Higgs parçacığının 
ölçümünde de benzer durum söz konusu. 5 sigmalık güvenirlik fizikçilerin

 üzerinde uzlaştığı bir kabul aslında.

-Higgs parçacığı kütlesiz olduğu için görülmez deniyor, o zaman


 tespit edilen şey ne?

Evet aslında Higgs parçacığı, Higgs mekanizması dediğimiz bir 

konseptin sonucu. Bir anlamda bu mekanizmayla, Antik Yunanlıların
 ortaya attığı esir maddesi konsepti gibi bir şeye dönmüş oluyoruz.
 Bu teoriye göre vakum aslında mutlak bir boşluk değil, bilakis belli
 mekanizmalarla donatılmış bir medyum. Bugün de şunu söylüyoruz:
 Bütün vakum Higgs alanıyla dolu ve tüm parçacıklar niteliklerine göre
 bu medyuma az veya cok yapışıyor. Az etkileşenler küçük, çok etkileşenler
 büyük kütleli oluyor. Medyuma Higgs denizi dersek, bu denizle
 parçacıkların etkileşimi Higgs parçacığı vasıtasıyla oluyor. İlginç
 olan Higgs parçacığının kendisinin de bu denizle etkileşmesi ve 
dolayısıyla kütleli olması. Higgs’in kütlesi olmadığı tezi tam doğru değil.
 Üstelik son ölçülen şey buydu: 126 küsur GeV/c2’lik bir kütle.

 (Bir GeV/c2, hemen hemen bir protonun kütlesine tekabül ediyor.) 

-Bu keşfin ardından fizik biliminin yeni bir çağa gireceğini


 söyleyebilir miyiz?

Evet, hâlâ çözülmesi gereken sorular olmakla beraber bunun bir

 milat olduğunu söyleyebiliriz. Şu anda Standart Model’in içindeki
 temel parçacıkları düşündüğümüzde (Higgs’i bulduğumuzu varsayarsak) 
yapbozun son halkası da yerleşmiş oldu. Standart Model’in yine de
 açıklanması gereken tarafları var. Mesela modelin üretemediği,
 hariçten alması gereken parametreleri var; bunların anlaşılması lazım.
 Higgs parçacığı anlaşıldıkça insanoğlunun hayatına ve uygulamaya

 yönelik yansımaları olacaktır.

-Higgs’in bulunması, evrenin yaratılışı hakkında ne tür


 bilgiler verecek?

Bu önemli bir soru, çünkü bu konuda çıkan haberlere baktığımda 

sapla samanın birbirine karıştığını görüyorum. (İsmet Berkan’ı bu
 açıdan takdir ederim. Fizikçi olmayan birine göre konuya hâkimiyeti var.)
 Higgs mekanizması bugün etrafımızda gördüğümüz kütlenin bir
 kısmını açıklıyor. Yani doğrudan evrenin oluşumuna yönelik bir araştırma
 olmasa da illaki birçok fizik konusu gibi alakası var. Sözlerim yanlış 
anlaşılmasın; elbette Higgs parçacığının kütlesinin kozmolojik sonuçları 
da var. CERN deyince çalışılan tüm konular cağrışım yaptığı için yazılan
 makale ve haberlerde Higgs, evrenin başlangıcı gibi konular birbirine
 giriyor. CERN’deki büyük deneylerden ATLAS ve CMS öncelikli 
olarak kendilerini Higgs konusuna vakfetmiş. LHCb deneyi madde
 antimadde arasındaki asimetriyi araştırıyor. Benim de mensubu
 oldugum ALICE deneyi ise evrenin başlangıç şartlarını inceliyor 

ve Higgs gibi bir önceliği yok.

-40 yıldır aranan parçacığın henüz tam olarak bulunamadığını


 söylüyorsunuz. Araştırma neden bu kadar uzun sürüyor?

Bir önceki sorudan devam etmek gerekirse, zaman zaman Higgs’in

 evrenin başlangıcındaki hususiyetlerini konu ederek
, ‘hızlandırıcıda evrenin başlangıç şartlarındaki enerjiyi üretebilmesi
 gerekir’ diye yazılar okuyorum. Eğer Higgs parçacığının kütlesi
 daha küçük olsaydı belki de çok önceden daha düşük enerjilerde 
çalışan hızlandırıcılarda keşfedilecekti. Buradan soruyla devam edebiliriz.
 Hızlandırıcıların en azından Higgs’in kütlesini oluşturacak kadar bir
 enerji sağlaması gerekiyor. Bunun haricinde bir iki mesele daha var;
 yine okyanus metaforunu kullanırsak çok dalgalı bir ortamda
 tsunamiyi seçmek daha zor. Ayrıca deneylerin kalitesi, hassasiyeti gibi
 konular var. Mevcut deneylerin ilk fikirlerinin 20 küsur sene 
öncesine dayandığı, bunların ciddi fizibilite, detektör, AR-GE’si vs.

 düşünüldüğünde 40 yıl yadırganacak bir zaman değil.


AKSİYON DERGİSİ