Nükleer Fizik (Çekirdek Fiziği) Nedir?


Çekirdek fiziği veya nükleer fizik fiziğin atomun çekirdeğini inceleyen dalıdır. Başlıca 3 amacı vardır:
  1. Temel parçacıkları (proton ve nötron) ve etkileşimlerini incelemek
  2. Çekirdek özelliklerini sınıflandırmak, değerlendirmek
  3. Teknolojik gelişmeler sağlamak
Atom çekirdeğini ve temel tanecikleri, aralarındaki etkileşimler açısından, düşük enerjiler alanında inceleyen fizik dalıdır (çekirdek fiziği de denir). Nükleer fizik, İkinci Dünya savaşının sonundan beri çok büyük bir gelişme gösterdi. 
Nükleer fizik, doğal bir radyoaktif kaynaktan çıkan a tanecikleriyle (helyum çekirdekleri) azot çekirdeklerinin bombardıman edilerek yapay dönüşümün (transmütasyon) gerçekleştirilmesinden sonra XX. yy’ın başlarında doğdu. Ama doğal kaynaklardan yayınlanan taneciklerin enerjisinin yetersiz kaldığı çok çabuk ortaya kondu ve fizikçiler, 1930′dan başlayarak bu tanecikleri doğrudan doğruya oluşturmaya ve hızlandırmaya yöneldiler. İlk doğrusal hızlandırıcı 1931′de gerçekleştirildi, ama bilginlere yüksek enerji dönemini açan, E. O. Lawrence’in kurduğu siklotron oldu


Atom tanecikleri, A kütle sayılarına göre hafif tanecikler (döton) ve ağır tanecikler (uranyum 235′in ya da bölünebilen başka elementlerin çekirdek fisyonlarının parçaları) olarak sınıflandırılmışlardır. Bu taneciklerin ya da “mermiler”in (projektil) maddeyle etkileşimi çeşitli görünümler alır. Tanecik, hedef oluşturan atomlardan biri üstünden sıçrayabilir; bu esnek şok ancak çarpan taneciğin, yani merminin hızı yeterince küçükse meydana gelebilir. Megaelektronvolta yakın daha yüksek enerjiler için tanecik, atomu uyarır ya da iyonlaştırır; bu durumda şok elektron düzeyinde yer alır. Merminin enerjisi daha da büyükse, elektron bulutundan geçerek, çekirdeğin yakınma kadar ulaşır; böylece, iletilen enerjilere göre birçok olay meydana gelebilir. Pozitif olarak yüklü tanecik, aynı yükü taşıyan çekirdek tarafından itilebilir: Bu durumda esnek şok söz konusudur. Daha yüksek enerjili tanecik, çekirdeğin içine sızıp, nükleonlardan biri üstünden sıçrayabilir; o zaman nükleer bir esnek şok söz konusu olur. Tanecik çekirdeğin içine sızdıktan sonra yakalanabilir; bu durumda şok esnek değildir. Bununla birlikte, bu son olay nükleer çekim kuvvetlerinin etkisinin zayıflığı yüzünden seyrek olur. Gene de meydana geldiği zaman, bileşik bir çekirdek elde edilir; bu da parçalanır.
Demek ki hızı yeterli büyüklükte olan bir tanecik, enerjisini, uyarılma ve iyonlaşmayla yitirmeye başlar. Birçok atomla aynı anda etkileşen tanecik, nükleer şok durumu dışında hemen hemen düz bir yörünge çizer. İyonlaştırıcı gücü yavaş yavaş azalırken atomik ve nükleer şok olasılığı artar; aldığı yolun sonunda böyle şoklardan kaynaklanan bazı sapmalar gözlenir.

Elektronların 
Maddeyle Etkileşmesi
Elektronların davranışı atom taneciklerininkine benzer. En önemli fark, kütlelerin büyüklük düzeylerinden kaynaklanır. Atomların dış elektronlarının etkileşimleri en sık raslanan olaylardır; ayrıca, şokların yol açtığı enerji azalmalarından dolayı “mermi” elektron önemli sapmalar gösterir. Yörüngeler artık, düz değildirler; elektronlar çevreye saçılırlar. Elektronların durdurulmasına yalnızca şoklar değil, enerji ışıması da yol açar: Gerçekten, hareket halindeki bir yük, ışınım biçiminde enerji yitirir ve tanecik ne kadar yüksek bir hızla hareket ederse ve kütlesi ne kadar küçükse, bu yitim o kadar büyük olur. Bu olay elektronlar söz konusu olduğunda çok önemli olmakla birlikte, öbür temel atom tanecikleri için göz önüne alınmayacak kadar önemsizdir. Pozitif elektronun, yani pozitonun konumunun özellikleri, negatif elektronunkilere tümüyle benzerdir ama, negatif elektronlar bol olduğundan, bir pozitif elektronla, oluşma olasılığı çok kuvvetli olan bir negatif elektronun bir etki olmadan ve kolaylıkla ortadan kalkması söz konusudur.

Fotonların 
Maddeyle Etkileşmesi
Nükleer fizikte, kullanılan fotonlar, özellikle X ve Y ışınlarına denk düşerler. Fotonun özellikleri başka taneciklerden tümüyle farklıdır (kütlesiz ve yüksüz); madde içinden geçerken de davranışı aynı böyledir. Özellikle, foton yükünün sıfır olması nedeniyle, çekirdek tarafından elektrostatik itilmeye uğramaz, Y ışınlan çok daha fazla içe sızıcı ve az iyonlaştırıcıdırlar. Esnek bir şok sırasında foton, enerjisinin bir bölümünü çarpan taneciğe verebilir, böylece fotonla bütünleşen dalganın frekansında bir azalma olur: Bu, hedef olan tanecik, dışta az bağımlı bir elektron olduğu zaman çok önem taşıyan Compton olayıdır.
Foton, enerjisinin tümünü de yitirebilir ve atomun aşağı düzeydeki elektronlarının etkisiyle yok olabilir. Fotoelektrik olay söz konusu olduğunda, çarpan tanecik atomdan dışarı atılır. Y ışınları da bir çekirdeğin yakınında farklı biçimde yok olabilirler: Y fotonu ortadan kaybolur ve kütlesi sıfır olmayan tanecik oluşumu yoluyla özdekleşme (somutlaşma) gerçekleşir. Genel durumda bir foton demetinin soğurulması,aynı anda meydana gelebilen, bu çeşitli etkileşimlerin sonucudur.Böyle ışımaların dozunun ayarlanması, özellikle bunların dokular üstündeki etkilerini araştıran biyoloji ve röntgen uzmanları için önemlidir.

Nötronların Maddeyle Etkileşmesi
Nötronun elektrik yükünün bulunmaması, elektrostaiik kökenli bir etkileşme olasılığını ortadan kaldırır. Foton gibi nötronun da durdurulması, dolayısıyla da ortaya çıkarılması güçtür.Nötron-çekirdek etkileşmesi, yalnızca nötronun yörünge değişimi yoluyla esnek bir çarpışmayla ya da enerji alışverişi yoluyla esnek olmayan bir çarpışmayla sınırlanabilir. Elektronlarla nötronların kütlelerinin oransızlığı (çok farklı olması), böyle çarpışmalar sırasında çok hafif enerji alışverişine yol açar. Buna karşılık,nükleer çarpışmalar, yapay bir Y yayınımıyla birlikte bir çekirdek uyarılmasına,ya da gerçek bir nükleer tepkimeye (dönüşüm) neden olabiir: Nötron soğurulur, daha sonra da çekirdek parçalanır. Bu “mermiler” özellikle fisyon tepkimeleri sırasında kullanılır. Yukarda ortaya konmuş olan sonuçlar istatistik hesaplara ve kuvantum mekaniğinin ilkelerine dayanan matematiksel bir araştırmayla desteklenir.
Bu araştırmalar günümüzde, farklı hızlandırıcılarda, giderek duyarlı deneylere gereksinim gösterilerek sürdürülür. Uygulamaların bütünü, nükleer kimya ile ilgili açıklamalara konu oluşturur.


alıntıdır




ÇEVREMİZE SAHİP ÇIKALIM GERİ DÖNÜŞÜM HAKKINDA BİLGİLENELİM




RADYASYON (hz. ABDULLAHOĞLU)






Radyasyon veya Işınım, elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji yayımı ya da aktarımıdır. "Radyoaktif maddelerin alfa, beta, gama gibi ışınları yayması"na veya "Uzayda yayılan herhangi bir elektromanyetik ışını meydana getiren unsurların tamamı"na da Radyasyon denir. Bir maddenin atom çekirdeğindeki nötronların sayısı, proton sayısına göre oldukça fazla ise; bu tür maddeler kararsız bir yapı göstermekte ve çekirdeğindeki nötronlar alfa, beta, gama gibi çeşitli ışınlar yaymak suretiyle parçalanmaktadırlar. Çevresine bu şekilde ışın saçarak parçalanan maddelere radyoaktif madde ("ışınımsal madde") denir.

Tarihçesi


Batıya göre 1896' da Fransız fizikçi Henri Becquerel ilk olarak uranyum tuzunun görünmez ışınlar yaydığını farketmiştir. İki sene sonra Marie Curie ve eşi Pierre Curie uranyum ile deney yaparken benzer ışınlara rastlamışlardır. Bu deneyde polonyum ve radyum oluştuğunu görmüşlerdir ve bu iki elementi ilk keşfedenler olmuşlardır. Polonyum ve özellikle radyum'un daha fazla ışın yaydıklarını gözlemişlerdir.

Zararsız radyasyon


Alfa, Beta ve Gama ışınları elektromanyetik spektrumun en üstünde yer alır, insan sağlığına zararı tartışılmaz ve bir sonraki başlıkta incelenmiştir. Bunun hemen altındaki X ışınlarının da insan sağlığına zararlı olduğu bilinir. X ışınlarının altındaki UV (Morötesi) bölgesi de, cilt kanserleri başta olmak üzere birçok zarar verir. Ozon tabakasındaki deliklerden kaynaklanan; güneşin kanser yapıcı etkisi budur.
UV bandının hemen altında görünür ışık bölgesi vardır. Direkt olarak göze (retinaya) ve çok yüksek şiddette uygulanmadığı sürece bir zararı bilinmemektedir, Tam aksine çevremizi görebilmek için görünür ışığa ihtiyacımız vardır. Görünür ışığın "Zararsız ışınım" sınıfına girdiği söylenebilir.
Görünür ışığın altında, "ısınmamızı" sağlayan IR (Infra Red-Kızılötesi) bandı vardır. IR bandında radyasyon yapan kaynaklara örnek olarak mangal, kömür sobası, kalorifer peteği, Elektrikli IR ısıtıcılar verilebilir. IR bandı da ikiye ayrılır. Üst IR bölgesindeki kızıl ışık veren elektrikli IR ısıtıcılar Mangal, Alt IR bölgesindekiler ise Kalorifer peteği ve ışık vermeyen elektrikli ısıtıcılar gibi kaynaklardır. IR bandındaki ışınımın da zararsız olduğu kabul edilir.
IR bölgesinin altında mikrodalga ve radyo dalgaları bulunur. Bu banttaki elektromanyetik radyasyon kaynaklarına Cep telefonu, Baz istasyonlar, Mikrodalga ısıtıcılar örnek verilebilir. Bu kaynakların yakın ve yüksek güçte olması, IR gibi vücutta ısınmaya sebep olur. Ancak bu ısınma deriye değil, vücudun derinliklerine işleyebildiğinden hem hissedilmesi zordur, hem de bu aşırı ısınma insana zararlı olabilir. Tam kesin olmamakla birlikte, bu tür ısınmanın kanserojen etkilerinin olabileceğini düşünen bilim çevreleri vardır. Ancak gücün çok yüksek, mesafenin de çok yakın olması durumunda IR'de olduğu gibi yanma (pişme) belirtileri derhal görülür. Örneğin bir cep telefonunun çıplak antenine parmağınızla (sıkmadan) hafifçe dokunursanız parmağınızda yanık oluşabilir.
Baz istasyonlarının ve Cep telefonlarının zararları son zamanların popüler konularındandır. Bir cep telefonunun gücü yaklaşık olarak 4 Watt kadar iken, Bir baz istasyonunun gücü 50 Watt'ın üstünde, Bir mikrodalga fırının ise 700-1000 watt arasındadır. Ancak bu kaynaktan uzaklaştıkça vücuda düşen radyasyon enerjisi karesel olarak azaldığından örneğin elimizde tutup kulağımıza koyduğumuz bir cep telefonu vücudumuza, birkaç metre uzaktaki bir baz istasyonundan ya da birkaç on metre uzaktaki (kapağı tamamen açık) bir mikrodalga fırından daha fazla ısı enerjisi oluışturacaktır. Bu yüzden cep telefonu ile konuşurken kulaklık kullanılması ya da görüşmenin mümkün mertebe kısa tutulması gerekir.

Radyasyonun zararları


X ışınları, ultraviyole ışınlar, görülebilen ışınlar, kızıl ötesi ışınlar, mikro dalgalar, radyo dalgaları ve manyetik alanlar, elektromanyetik tayfın parçalarıdır. Elektromanyetik parçaları, frekans ve dalga boyları ile tanımlanır.Alfa, beta, gama, X ışınları ile kozmik ışınlar ve nötronlar çok yüksek frekanslarda olduğundan, elektromanyetik parçacıklar kimyasal bağları kırabilecek enerjiye sahiptir. Bu bağların kırılması sonucu iyonlaşma olur.
İyonlaşabilen elektromanyetik ışınımları, hücrenin genetik materyali olan DNA'yı parçalayabilecek kadar enerji taşımaktadır. DNA'nın zarar görmesi ise hücreleri öldürmektedir. Bunun sonucunda doku zarar görür. DNA'da çok az bir zedelenme, kansere yol açabilecek kalıcı değişikliklere sebep olur.
Çevre sorunları sınır tanımaksızın artmakta ve çeşitli kirleticiler kilometrelerce uzaklara taşınarak etki gösterebilmektedir. Örneğin; Çernobil kazası nedeni ile yayılan radyoaktif atıkların, toprak ürünlerinde yol açtığı kirlilik bilinmektedir. Çernobil reaktöründe oluşan kazada, doğrudan etki sonucu 30'dan fazla insan hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış, sakatlanmış ve hastalanmıştır. Binlerce insan ise belirtileri sonradan çıkacak olan genetik etkilerle, nesilden nesile geçebilecek kalıcı izler taşımaktadır. Çernobil'deki kaza sebebiyle atmosfere karışan ışınımsal maddelerin, atmosferik devinimlerle: uzaklara taşınmasıyla, düştükleri yerlerde radyasyona neden olmuştur



20 yıl dayanan ampul piyasada


20 yıl dayanan ampul piyasada



ABD'de 20 yıl dayanan led ampul çevre gününde piyasaya sürüldü.
Enerji tasarrufu alanında önemli gelişme.
Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 yıl ömürlü tasarruflu ampul geliştirildi.
Dünya Çevre Günü'nde Amerika Birleşik Devletleri'nde 20 yıl ömürlü tasarruflu bir ampul piyasaya sürüldü.
Amerikan Enerji Bakanlığı'nın açtığı yarışmada ödül kazanan LED ampul düşük maliyete karşılık yüksek verimlilik sağlıyor.
Yeni LED ampul klâsik 60 wattlık ampul kadar ışık verip 10 wattlık enerji harcıyor.
60 dolardan piyasaya sürülen ampulün fiyatı, üretici şirketin 10 milyon dolarlık ödülü almasının ardından 10 dolar ucuzlayacak.

Başta Avrupa Birliği üyeleri olmak üzere bir çok ülke 120 yıldır kullanılan 'Edison ampulü' olarak nitelendirilen klâsik ampüllerin yerine aşamalı olarak tasarruflu lamba kullanımını zorunlu hale getiriyor.
LED ampuller elektrik gücünün yüzde 25'ini ışığa dönüştürüyor ve bu sayede yüzde 80'e varan tasarruf sağlıyor.
Yakın bir gelecekte aydınlatma sektörünün tamamen LED sistemlere geçmesi hedefleniyor.









VECİHİ HÜRKUŞ KİMDİR?


VECİHİ HÜRKUŞ KİMDİR?

İlk türk uçağını imal eden, Türk Sivil Havacılık Okulu'nun kurucusu, İlk sivil uçağımız VECİHİ K-XIV ile ilk eğitim ve spor uçağımız VECİHİ K-XV imalatçısı aynı zamanda da ilk sivil havayolu şirketimiz olan Hürkuş Havayollarını'nın kurucusu olan Vecihi Hürkuş, 6 Ocak 1896 tarihinde İstanbul'da doğdu.

1. Dünya Savaşı'na katıldı. Yaralanınca, Yeşilköy Tayyare Mektebi'ne girdi... ve Pilot Astsubay rütbesiyle mezun oldu. Birinci Dünya savaşı sırasında Ruslar'a karşı keşif uçusu yapan Vecihi Bey Ruslar'a esir düştü. Hazar Denizi üzerindeki Nargin adasından yüzerek kaçmayı başaran ve İran üzerinden Erzurum'a kadar yürüyerek yurda dönen Vecihi Bey, Yeşilköy'de bulunan 9. Harp Tayyare Bölüğü'nde görev aldı.

Kurtuluş Savaşı'na katılan Vecihi Bey, özellikle İnönü ve Sakarya savaşı sırasında çok başarılı keşif ve destek uçuşları yaptı ve bir Yunan uçağını düşürdü. Vecihi Bey'e kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ve üç kez takdirname verildi. 1924'te ganimet olarak Yunanlılar'dan ele geçen motorlardan yararlanarak ilk Türk uçağını imal eden Vecihi Bey, 28 Ocak 1925'de "VECİHİ K-VI"adını verdiği uçağını uçurdu.

* Ertem Eğilmez’in yönettiği Gülen Gözler filminde, Vecihi Hürkuş’tan esinlenilerek, Şener Şen tarafından canlandırılan Vecihi karakteri yaratılmıştır.


CERN'deki Türk fizikçi Tanrı Parçacığı'nı anlattı

Herkesin merak ettiği soruları Taha Akyol CERN'de görevli Türk fizikçiye sordu..



Bilim dünyası İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki (CERN) deneye kilitlenmişti. İlk açıklamalara göre Tanrı Parçacığı bulundu. Ancak kafa karışıklığı devam ediyor.
Hürriyet gazetesi yazarı Taha Akyol, CERN’de çalışan Türk fizik Prof'u Gökhan Ünel'e kafaları karıştıran tüm soruları yöneltti.
TANRI parçacığı ya da öbür adıyla Higgs Bozonu denilen atom-altı parçacık sahiden bulundu mu? Bilim tarihinde anlamı nedir? Ne işe yarar? Bu soruları CERN’de çalışan Prof. Gökhan Ünel’e sordum. Mayıs ayında Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile CERN’i ziyaretimizde tanışmıştım (Hürriyet, 24 Mayıs).
California Üniversitesi’nden CERN’e gönderilmiş bir Türk bilim adamı, kendisini “Türk bilim rönesansına” adamış genç bir fizik profesörü... Mesele şu: 13.7 milyaryıl önce ‘big bang’ meydana geldiğinde açığa çıkan akıl almaz enerji nasıl oldu da sonsuz boşluğa ısı ve ışık olarak dağılacağına “kütle” kazandı yani maddeye, galaksilere, yıldızlara dönüştü? Bunu sağlayan atom-altı bir parçacık olmalı diye düşünen bilim adamları CERN’de bu parçacığı araştırıyorlar. “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” (BHÇ) içinde ‘big bang’ ortamı oluşturuluyor ve bu ‘parçacık’ gözlemlenmeye çalışılıyordu. Prof. Ünel, BHÇ’de “Güneş merkezindeki enerjiden yaklaşık 100 bin kat daha fazla” enerji yoğunlaşması sağlanarak bu deneylerin yapıldığını söyledi.

PARÇACIK BULUNDU MU?

Prof. Ünel, iki büyük deneyde de “yeni bir parçacık” görüldüğünü belirterek şunları söyledi: “Bu yeni parçacık aradığımız parçacık mıydı? Yoksa bir algıç hatası ya da üst üste 10 defa tura gelmesi gibi tabiatın bize yaptığı bir istatistik şakası mıydı? Böyle olması ihtimalinin 3 milyonda bir olduğu hesaplandı! Yani kesinlikle yeni bir parçacık bulduk, ama bu nedir henüz tam bilmiyoruz. Higgs parçacığı olabilir...” Bulunan parçacık Higss parçacığının teorik özelliklerine uygun gözüküyor... “Ancak elimizdeki veri ile olası her özelliğe bakamadık. Yapılacak ilk iş daha çok veri toplayıp bu görülen parçacığın gerçekten Higgs olduğundan emin olmak... Higgs parçacığı ise, artık protonu oluşturan temel parçacıklara (kuarklar, elektronlar vb.) kütle kazandıran mekanizmayı anlıyor olacağız...” Anlıyor olacağız da ne olacak?..

BULUŞ NEYE YARAYACAK?

Günlük hayatımızda ne gibi gelişmeler olacak? İşte cevabı: “Pratikte bu ne işe yarar sorusu için çok erken. Biz bugün bir çocuğun doğumunu müjdeledik, ileride hangi mesleği yapacağını şimdiden bilemeyiz! Tersini söyleyen ‘benim torunum ileride başkemancı olacak’ diyen bir dede gibi komik duruma düşer!” Peki bu bulgu temel fizik teorileriyle uyumlu mu, yepyeni bir teori mi doğuyor? “Eğer bulunan parçacık gerçekten Higgs Bozonu ise, bizi buraya kadar getiren kuram olan Standart Model’i doğrular nitelikte olacaktır. Yani temel fizik kuramları, kuantum ve görelilik gibi bilgiler ile uyumlu. Zaten bunlara tamamen zıt bir şey bulmamız mümkün değil. Biz Vatikan değiliz ki önce ‘dünya tepsidir’ veya ‘duruyor’ deyip sonra ‘yok yuvarlakmış, dönüyormuş’ diye devamlı kendimizle çelişelim. Bilimde ilerlemeler adım adım ve her adımdan emin olarak yapılır. Bu yüzden Higgs’i bulduk’ demiyoruz. Aman bizim magazin düşkünü insanımıza gereksiz malzeme vermeyelim.”

EVRENİN TARİHİ

Gökhan Ünel’in gönderdiği “Evrenin tarihi” şemasını biraz sadeleştirerek size de sunuyorum:
- 0 saniye: Büyük Patlama, enerji yoğunluğu sonsuz, çünkü evren nokta kadar.
- 0,-25 tane sıfır
-1 saniye, yani saniyenin trilyonda birinin trilyonda biri: BHÇ’nin ulaşabileceği en yüksek yoğunluk, nokta halindeki evren yaklaşık 300 milyon km’ye genişlemiş.
- 0,00001 saniye: Proton ve nötronlar oluşuyor.
- 3 dakika = 180 saniye: Hidrojen ve helyum gibi hafif çekirdekler oluşuyor.
- 380 000 yıl: Elektronlarla birleşen hafif çekirdekler hidrojen ve helyum atomlarını oluşturuyor.
- 200 milyon yıl: Yıldızlar ve gökadalar oluşuyor.
- 9.2 milyar yıl: Güneş sistemi oluşuyor.
- 10 milyar yıl: Dünya’da hayat başlıyor.
- 13.7 milyar yıl: Bugün...

TEMEL BİLİMLER UYARISI


Prof. Ünel’in Türkiye’de uygulamalı bilimlere büyük önem verilirken temel bilimlerin ihmal edilmesini eleştiren şu uyarısını, YÖK’e ve bilim camiamıza sunuyorum: “Türkiye’de anne-babaların, hatta öğretmenlerin bile ‘oğlum, kızım fizikçi olacak da ne olacak’ demesi, fizik bölümlerinin kapanıp hocaların işten çıkarılması içimi acıtıyor. Mühendislik, ancak biri bin yapabilir; sıfırı bir yapmak ise temel bilimlerin, özellikle de fizikçilerin işidir. Eğer bunu unutursak ülkemiz geri gider.”

TAHA AKYOL

PİRİ REİS VE HARİTA




PİRİ REYİSİN HARİTASINI NASIL AÇIKLAMAMIZ GEREK ?
 


Genel Görünüm
Harita ceylan derisi üzerine çizilmiş, 90 x 60 cm boyutlarındadır. Ortaçağ haritalarından sıkça rastlanan portolan tarzında yapılmıştır, yani enlem ve boylam çizgileri yerine anahtar noktalarda yönleri gösteren pusula gülleri ve bunlardan ışınsal olarak yayılan yön çizgileri vardır. 

Kenarlarda açıklayıcı nitelikte çeşitli notlar vardır. Notların bır kısmı tutsak edilmiş Portekiz ve İspanyol denizcilerin ifadelerine dayalıdır. Notlarda Yeni Dünya'nın yerlileri, hayvanları, bitkileri, madenî zenginlikleri ve diğer ilginç özelliklerine değinilir. Ayrıca, gösterilen yerlerde bulunduğu rivayet edilmiş hayvan veya hayalî yaratıkların resimlerini de gösteren harita, toplam dokuz renkle çizilmiştir. 

Kenar notlarından birinde bu haritanın batıda Kristof Kolomb'un keşfettiği yöreler, doğuda da "Çin, Hint ve Sint" bölgelerini gösterdiğini yazar. Sağ kenardaki notlarının bazıların yarım cümlelerden oluşması bu haritanın daha büyük bir dünya haritasının sol yarısı olduğunu gösterir; öbür yarısı kayıptır. 

Notlardan bir diğerinde "İşbu haritayı Kemal Reisin biraderzadesi unvanile müştehir Pii 9 Mart ile 7 Nisan arasında Geliboluda tahrir eylemiştir''" yazar. Kenar notlardaki bilgilerin bir kısmı Piri Reis'in daha sonra yazdığı Kitab-ı Bahriye'sinde de aynen yer alır.seran



Haritanın kaynakları
Kenar notları bu haritanın, bir kısmı Akdeniz'de ele geçirilmiş İspanyol ve Portekiz gemilerinde bulunmuş olan, yaklaşık 20 haritanın bir birleşimi olduğunu belirtmektedir. Bunların arasında sekiz 'Caferiye' haritası, dört Portekiz haritası, güney Asya'ya ait bir Arap haritası ve Kristof Kolomb'a ait bir Amerika haritası vardır. Caferiye haritaları, çok eskiye dayanan, Abbasi halifelerinden Al-Me'mun Al-Ca'far zamanında kopyalanmış olan, Büyük İskender zamanına ait haritalardır. 

Piri Reis, haritasının Orta Amerika kısmının kaynağının Kristof Kolomb olduguna bu satırlarla belirtir: "Bu isimler ki mezbur cezairde ve kenarlarda kim vardır, Kolonbo komuştur ki anınla malûm oluna. Ve hem Kolonbo ulu müneccim imiş. Mezbur hartide olan bu kenarlar ve cezireler kim vardır, Kolonbonun hartisinden yazılmıştır."

Piri Reis haritasının Kristof Kolomb haritasından kaynaklandığının önemli bir delili, Küba'nın yokluğudur. Kristof Kolomb seyahatnamelerinde Küba'nın bir ada değil, kıtanın uzantısı oldugunu yazmıştır ve Piri Reis haritasında da Küba bu şekilde gösterilir.

Notlarda "Antilya" olarak değinilen Karayipler hakkında çeşitli bilgiler verilir. Bir kenar notunda adı geçen "Izle de Spanya", (günümüzde Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'nin bulunduğu) Hispanyola adasına karşılık geldiği anlaşılabilse de, bu kenar notunun yanındaki adanın şekli Japonya'ya benzemektedir. Macellan'ın seyahatlerinden önceki dönemde Atlas Okyanusu'nun batı kıyısında Asya olduğu kanısı yaygındı. Çin'e varmak amacıyla yola çıkan Kristof Kolomb'un yanına Uzak Doğu Asya haritaları almış oldugu bilinir, bu Kolomb'un Doğu Asya kıyılarını gösteren haritalara kendi keşfettiği yerleri eklemiş olması muhtemeldir. Haritanın bu bölgesindeki pek çok kıyı şekli Asya'nın doğu kıyılarına karşılık gelmektedir. 

Karayipler'in çiziminde Piri Reisin iki haritadan yararlandığı anlaşılabilir. Sancuvano Batisdo adı iki farklı ada için (biri günümüz Porto Riko'sunda bulunan San Juan Bautista, öbürü Küçük Antiller'de yer alan Santa Maria de Guadalupe) kullanılmıştır, ayrıca Virgin Adaları iki kere çizilmiştir. 

Güney Amerika'nın içerlerinde görülen dağlar Caneiro haritasında da görüldüğünden dolayı, Piri Reis'in kaynaklarından biri muhtemelen onun türevlerindendir.

Brezilya kıyıları konusundaki kenar notunda bu kıyıları kazara keşfetmiş Portekiz kaşiflerin ayrıntılı anlatılarından yararlandığını belirtir. Söz konusu kaşif şüphesiz 1500'de Hindistan'a giderken Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral'dir.

Haritadaki bazı yörelerin kaşiflerin Ceneviz'li olduğuna dair övücü ifadeler bulunması, ayrıca Kristof Kolomb'dan onun İtalyanca'da kullanılan adı olan 'Kolombo' olarak bahsetmesi Piri Reis'in Cenevizli kaynaklardan da yararlandığına işaret eder.



Haritanın kaynakları hakkında diğer teoriler
Piri Reis haritası 1960'lı yıllarda bazı bilim ötesi teorilere ilham kaynağı olmuştur. Charles Hapgood, haritada Güney Amerika'nın güney ucundan doğuya doğru olan uzantıyı, 16. yüzyılda henüz varlığı bilinmeyen Antarktika olarak yorumlamıştır. Bu kara parçasının haritada buzlu görünmemesi, Sahra çölünde ise göllerin görünmesi yüzünden Hapgood, Piri Reis'in kullandığı kaynaklar arasındaki bir haritanın, dünyanın onbin yıl önceki, ikliminin günümüzden çok farklı olduğu, bir dönemine ait olduğunu öne sürmüştür. Bu iddiaya göre Piri Reis, tarih öncesi çağlarda yaşamış bir medeniyetten kalma bir haritadan yararlanmıştır. Erich von Daniken ise Tanrıların Arabaları adlı kitabında, Piri Reis haritasındaki bazı şekil bozukluklarını açıklamak için, uzaylı bir medeniyetin uzaydan çektiği dünya fotoğraflarından yararlanılmış olduğunu iddia etmiştir.

Ancak, bu görüşler bilimsel çevrelerderde destek bulmamışlardır. Örneğin, haritada gösterildiği biçimiyle Nijer nehrinin yatağı, Sahra'da olmuş olabilecek göllerden beslenemeyecek kadar yüksek bir irtifadadır. Haritanın pek çok ayrıntısı dünyanın uzaydan görünümüne uymacak derecede hatalıdır. Üstelik, Antarktika teorisiyle çelişkili olarak, Piri Reis'in kendisi, bir notunda haritanın alt kısmındaki kara parçası hakkındaki bilgileri rotalarından çıkıp kaybolmuş Portekizli denizcilerden aldığını, onların dediğine göre o yörenin çok sıcak olduğunu yazar.

Haritada Güney Amerika kıyılarının doğuya doğru dönmesinin bir açıklaması, Güney Amerika'nın doğru çizilmesi halinde haritanın üzerine çizildiği kıymetli ceylan derisinde ona yer kalmayacağıdır. Bu görüşe göre Piri Reis, haritaya bir ekleme yapıp onun güzelliğini bozmaktansa Güney Amerika kıyılarını haritasının alt kısmına kaydırmıştır.


BİLİM DÜNYASI

BU SORUYU BİLENE?



BU SORUYU BİLENE 3 BİN LİRA!





İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödeyeceğini açıkladı. Soru ise, “Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”...

İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödemeyi vaat etti:

“Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”

Bugüne kadar, buharlaşma, ısı yayılımı, aşırı soğutma gibi teoriler öne sürülse de bu konuyla ilgili ikna edici bir kanıt bulunamadı. Kraliyet Kimya Birliği, yaratıcı ve göz alıcı cevapları 30 Temmuz’a kadar “www.hermes2012.org/ice” web sitesine beklediklerini açıkladı.

Aristoteles ve Descartes bile cevaplayamadı

Aristoteles ve Descartes gibi ünlü filozofların bile cevabını bulamadığı problem, 1968 yılında Tanzanyalı üniversite öğrencisi Erato Mpemba’nın, hocası Dennis Osborne’a bu soruyu sormasıyla ünlendi.

‘Mpemba Etkisi’

Osborne, soruya cevap veremedi ve bununla ilgili daha sonra çok ünlü olacak bir makale yayınladı. Bu soru, o zamandan beri ‘Mpemba Etkisi’ olarak adlandırılıyor.

(Vatan)