AKADEMİK FİZİK-İLGİNÇ TASARIMLAR-


Filipinler'de, yoksul topluluklarda evlerine sürdürülebilir 

aydınlatma getirmek için, tavanlara boş plastik şişe monte 

edilmektedir. Su ve çamaşır suyu ile doldurulan şişeler, güneş 

ışığınnı kırarak, 55watt ampule eşdeğer ışık sağlamaktadır

SÜLEYMANİYE CAMİİ NİN GİZLİ ŞİFRELERİ


Akıllara durgunluk verecek gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?.

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından imparatorluğun gücünü ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi.

Bu görev, tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan'a verildi. Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi. Ancak 7 yıllık bu uzun süre Kanuni'nin canını sıkmıştı. Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlamamıştı. O sırada her taraftan da dedikodular yağmaya başladı Sultan'a.

Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için bir ikindi vakti Süleymaniye'ye gitti. Muhteşem yapının içine girdiğinde Sinan tam da söylendiği gibi caminin ortasında oturmuş nargilesini tüttürmekteydi. Sultan gözlerine inanamadı. Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle '' Bu ne iştir Mimarbaşı '' diye haykırdı. Oysa Mimar Sinan'ın içtiği nargilede tömbeki yoktu. İçtiği sadece suydu.

Usta mimar, nargilenin fokurtularını dinleyerek caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu. Mihraptaki imamın sesini, aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu. Bunun için Anadolu'nun değişik köşelerinden 65 tane dev turşu küpü getirtti. Bu küpleri içleri boş, ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirdi. Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı. Sesi, yüzlerce metrekarelik mekanın her köşesine, en iyi şekilde yaymayı başarmıştı. Kanuni’de, Sinan’ın niyetini anlamış, ustasını hemen bağışlamıştı.

Mimar Sinan yapının içine bir de hava koridoru inşa etti. Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda, Süleymaniye 275 dev kandille aydınlatılıyordu. Sinan, bu kandillerden çıkan is camiye zarar vermesin ve cemaati rahatsız etmesin diye orta kapının üzerine küçük bir odacık yaptırdı. Binanın değişik köşelerine açtığı oyuklardan giren islerin bu odada toplanmasını sağladı.

Durun, daha bitmedi… Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan. Odada toplanan islerden, dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı.

Süleymaniye'nin duvarlarında gördüğünüz o muhteşem kalem işleri, yazılar, süslemeler, caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan o mürekkeple yapıldı. Tekrar altını çiziyorum, bunlar günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle, teknolojisiyle yapıldı.

Son Bir Şifre Daha Var

Hani oyuklar var dedim ya isin bir odada toplanmasını sağlayan, hava akımını içeri alan. Dışarıya çıkıp o iki oyuktan içeriye baktığınızda, birinden caminin içindeki Allah, diğerinden ise Muhammed yazılı dev levhaları görürsünüz. Ayrıca Süleymaniye'nin hangi köşesini, hangi duvarını, hangi açısını ölçerseniz ölçün, sayısal olarak karşınıza Allah kelimesinin ve katlarının çıktığını görürsünüz.

Bu düşüncelere durgunluk verecek sanat eseri karşısında insanın Da Vinci'nin şifresi de neymiş diyesi geliyor... Ne dersiniz?
 https://www.facebook.com/Academicphysics

NASA’da tarihi gün

merak


NASA’nın tasarladığı Curiosity (Merak) adlı robot Mars’a iniş yaptı. Küçük bir otomobil büyüklüğündeki robot Mars’ta 687 gün yani 1 Mars yılı geçirecek
Radyoaktif plütonyumun parçalanması sonucu açığa çıkan sıcaklıkla işleyen, yaklaşık 900 kilogram ağırlığındaki Curiosity, son derece hassas olarak tasarlanmış ısı kalkanı ve gezegen yüzeyine inişini yavaşlatmak için kullanacağı sesten hızlı açılan paraşütü yardımıyla Kızıl Gezegen'e indi.

Curiosity, Mars ile Dünya arasında, 14 dakikayı bulan sinyal ulaşma farkı nedeniyle Earthlings adlı bilgisayar yazılım şirketince geliştirilen yarım milyon bilgisayar kodunu izleyerek Mars'a inişini, dünyadan hiçbir yardım almadan kendi başına gerçekleştirdi.

Einstein'ın Beyni....


Günlük hayatımızda ne zaman ki üstün zekâya dair herhangi bir konuşma
geçse hemen ünlü fizikçi Albert Einstein'ın adı anılıyor. 7'den 70'e
herkesin tanıdığı bu ünlü bilim insanının beyin morfolojisine
(şekilbilim) dair 
de pek çok varsayım ileri sürülüyor. Beyin
kıvrımlarının fazlalığı ya da beyninin ebat olarak büyüklüğüyse öne
sürülen varsayımlar içinde en yaygın olanları. Peki, ölümünden 42 yıl
sonra Einstein'ın beyni şu anda halen korunuyor mu? İşte bu sorunun
yanıtı ve merak edilen beynin hikâyesi:

Einstein'ın Ölümü

Ünlü
matematikçi ve fizikçi Albert Einstein 18 Nisan 1955'de hayata veda
ediyor. 76 yaşında vefat eden Einstein'ın beyni bedeni yakılmadan önce
Princeton Hastanesi'nde bir patolog olan Dr. Thomas S. Harvey
tarafından korunmaya alınıyor. Bu tarihten sonra ünlü bilim insanının
beyninin başına gelenlerse bir çeşit giz diyebiliriz.


Arama Çalışmaları

1970'lerin ortalarında gazeteci Levy, Einstein'ın beyninin iki farklı kavanozda saklanmış olduğunu keşfediyor.

1970'lerin
ortalarında bir gazeteci olan Steven Levy Einstein'ın beynini bulmak
için yola çıkıyor. Levy, yaptığı araştırmalar sonucunda Einstein'ın
beyninin halen Doktor Harvey'de, Kansas'da bulunduğunu keşfediyor. İki
kavanozda saklanan beynin serebellum ve serebral korteks kısımları
dışında kalan parçalarının kesitlerinin alınmış olduğunu ortaya
çıkarıyor. Çalışmaların Yayımlanması Einstein'ın beyninin biyolojik
incelenişine dair üç adet bilimsel yayın bulunuyor. 1985 yılında
yayımlanan ve "Bir Bilim İnsanının Beynine Dair: Albert Einstein" *
isimli makalenin yazarları arasında ölümünden itibaren beyni korumaya
alan Thomas Harvey'in de bulunması pek de sürpriz olmuyor.
Araştırmacılar, yaptıkları bu çalışmada beyindeki sinir hücreleri ve
glia hücrelerinin sayıları arasındaki orana bakıyorlar. Normal
insanların beyinleriyle karşılaştırıldığında, Einstein'ın beyninde 9.
ve 39. bölgelerde sinir hücrelerinin glia hücrelerine oranının daha
küçük olduğunu rapor ediyorlar. Beynin 9. bölgesi ön lobda bulunuyor.
Bu lob davranışları planlama, dikkat ve hafıza açısından önemli bir
beyin bölgesi. 39. bölgeyse pariyetal lobda bulunuyor. Bu lob dil ve
diğer karmaşık zihinsel işleyişlerin merkezi. Sonuç olarak bu
bölgelerde Einstein'ın her bir sinir hücresi başına düşen glia
hücresinin daha fazla olduğu keşfediliyor.
Sinir Hücreleri: Sinir sisteminde duyusal bilgiyi iletip işleyen hücreler. Glia Hücreleri: Sinir
hücrelerini destekleyip onlara besin sağlarlar. Miyelin kılıf
oluşturarak sinir sistemindeki sinyallerin daha hızlı iletilmesine
olanak verirler.

Glia hücrelerinin sinir hücrelerini
besleyen hücreler olduklarını göz önünde bulundurursak, makalenin
sonunda yazarlar Einstein'ın sinir hücrelerinin metabolik ihtiyacının
artmış olabileceğini, bu nedenle de normale oranla daha fazla glia
hücresiyle beslendiklerini iddia ediyorlar. Bu durumuysa Einstein'ın
daha iyi düşünme ve kavram oluşturma yetisine bağlıyorlar.

Einstein'ın Beynine Dair İkinci Makale**

Einstein'ın
beynine ilişkin ikinci makale 1996 yılında yayımlanıyor. Ünlü bilim
insanının beyninin normal bir yetişkin beyni olan 1400 gramdan daha
düşük ağırlığa sahip olduğunu (1230 gram) rapor eden bu çalışmada
vurucu bulgu sinir hücrelerinin yoğunluğuyla ilişkili. Bu çalışmanın
sonuçlarına göre Einstein'ın beyni daha az alanda daha fazla sinir
hücresi bulunduruyor.

Birim alana düşen sinir hücresi sayısı, beyindeki sinir hücrelerinin yoğunluğunu belirliyor.

Üçüncü Makale***

Einstein'ın
beynine dair yayımlanmış üçüncü makale ünlü bilim insanının beyninin
dış yüzey özelliklerini ortalama 57 yaşında olan 35 erkeğin beyniyle
karşılaştırıyor. Bu 35 erkeğin beyninden farklı olarak Einstein'ın
beyni sağ ve sol pariyetal lobda değişik oluklar barındırıyor.
Pariyetal lobun bu bölgesinin matematiksel yetiler ve uzamsal düşünmede
etkili olduğu biliniyor. Bunun yanı sıra Einstein'ın beyni diğer
beyinlerden 15% oranında daha geniş. Araştırmacılar bu özelliklerin
Einstein'ın matematiksel becerilerinde rol oynamış olabileceğini
düşünüyorlar.


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ ??? (II. ABDÜLHAMİD)



https://www.facebook.com/Academicphysics

• İlk defa elektriği, gazı getiren, ilk modern eczanemizi açtıran,
• İlk otomobili getiren, 5 bin km kara yolunu yaptırtan,
• Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran, atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,
• Kudüs-Yafa, Ankara-İstanbul ve Hicaz demir yollarını yaptıran (Haydarpaşa Tren İstasyonunu da tabi),

• İstanbul’un binlerce fotoğrafını çektiren, Arkeoloji müzeciliğini başlatan,


• Chicago’daki turizm fuarına ülkemizi ilk kez sokan,

• Kuduz aşısının bulunmasından sonra Ülkemizin ilk Kuduz Hastanesini (İstanbul Darü’l-Kelb Tedavihanesi) açtıran,

• Polisiye romanların ülkemize girişini sağlayan, (14 yıl içinde basılan 4000 kitaptan sadece 200 kadarı dinle ilgili idi..)

• Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde, Türkçe’nin iyi öğretilmesini isteyen, Azerbaycan okullarında Türkçe yasağını kaldıran, Paris’te İslam Külliyesi kuran!

• Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktiren de, hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soran da, sarayın bahçesinde bile hastalara hizmet ettirten de!

• Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım’ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri alanda O!

• Israrla yerli kumaş giyen, Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran,

• Ziraat Bankasını kuran, Ticaret, Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,

• Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını,

• Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen, bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden,

• Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen,

• Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,

• Ermeni Onnik’in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan,

• Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,

• Modern matbaa makinelerini Türkiye’ye getirten, ücretsiz kitap dağıttıran, 6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan, Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır),

• Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren,

• Her yıl 30 bin saksı satın alıp çiçek ektiren,

• Bizim Hekimbaşı çöplüğü dediğimiz yerde gül yetiştiriciliği yaptıran da (Isparta’daki gül yetiştiriciliği de O’nun öncülüğünde başlamıştır),

• Türkiye’nin birçok yerinde saat kuleleri yaptıranda O dur! (İzmir,Dolmabahçe..),

• Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya ya elçiler ve din adamları gönderen,

• Latin Amerika ülkeleri ile diplomasiyi başlatan,

• Yalova Termal kaplıcalarını kurduran, Terkos’un sularını İstanbul’a taşıtan, Bursa’nın bir köyünde bile çeşme yaptırabilen O dur, (Sadece İstanbul’a 40 çeşme yaptırmıştır),

• Sarayında yaptırdığı tiyatroda oyunlar ve opera izleyen,

• Sarayda müzik okulu kurduran, çocuklarına piyano çaldırtan, hatta sarayda kızlar bandosu oluşturan,

• Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,

• Kendisine yapılan bombalı suikast de 26 kişinin ölmesine, 58 kişinin yaralanmasına rağmen Ermeni katili affedip Avrupa da hafiyelik yapmaya gönderen de O dur.

• Doğu Türkistan’a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen, Çin'in göbeği Pekin'de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan da,

• Beş vakit namazını aksatmadan kılan, hiçbir evrakı abdestsiz imzalamayan (hatta yere bile basmayan [yatağının dibinde teyemmüm tuğlası bulunduruyordu]),

• Yeni gemiler alan, toplar(Çanakkale Savaşı’ndaki çoğu top), tüfekler getirten de!

• Telefonu Avrupa’dan 5 yıl sonra ülkemize getiren de O dur!

• Kiliselere, sinagoglara yardım eden (hatta Vatikan’da kilise yapılmasına bile yardım eden),

• Peygamberimize, dinimize veya Osmanlıya hakaret içeren oyunları kaldırtan (Fransa-İngiltere-Roma-ABD) (Bir piyes için bile Alman İmparatorunu devreye sokmuştur),

• ABD’nin Erzurum’da konsolosluk açmasını reddeden, İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,

• İstanbul boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi tam bu günkü Fatih S.M.köprüsünün bulunduğu mevkidedir),

• Darülaceze yaptırıp içine sinagog, kilise ve cami koyduran,

• Çocuk hastanesi (Şişli Etfal [çocuklar] Hastanesi) açtıran,

• Kendisine “Allah’ın belası”diyen Namık Kemal’i Rodos ve Sakız adası valiliklerine atayan, parasını cebinden ödediği yerde kabir yaptırtan,

• Posta ve Telgraf teşkilatını kurduran (Sirkeci Büyük Postane binası..),

• Abdülhamit ve Abdülmecid (dünyanın ilk torpido atan denizaltısı) adında denizaltılarımızı Taşkızak tersanesinde yaptırtan da (üstelik kendi cebinden..), O!

• İlkokulu zorunlu tutan (kız ve erkeklere), ilk kız okullarını açtıran, 15 tane okulda karma eğitime ilk defa geçen,

• Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane) (ör.şimdiki adı ile Bursa Çelebi Mehmet okulu), Kız Öğretmen Okullu açan (Daarül Malumat),

• Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran (Mesela sadece Sivas’taki ilkokul sayısı 1637), okuma yazma oranının 5 kat arttıran, (1900 yılında ilkokul sayısı 29.130’u bulmuştu, sadece Anadolu’da 14 bin ilkokul vardı)

• Orta okul (Rüşdiye)sayısı 619’a çıktı, Fransızca dersleri konuldu,

• Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane), (İstanbul Erkek-Kabataş Lisesi..)

• İstanbul’da Darülfünün (Üniversite) açan, Dünyanın ilk Dişçilik okulunu kuran,

• Ayrıca Deniz Mühendis Okulu, Askeri Tıp Okulu (GATA’nın atası), Kuleli Askeri okulu, Mekteb-i Harbiyeler (Harp Okulları yani) ,Askeri Baytar Okulu, Kurmay Okulu, Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fak.), Mekteb-i Tıbbıye-i (Marmara Ünv.Tıp Fak.), Mekteb-i Hukuk, Ziraat ve Baytar Mektebi, Hendese-i Mülkiye (Yüksek mühendis okulu), Daarül Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu), Maliye-i Mekteb-i Ali (Yüksek Ticaret Okulu), Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu), Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel sanatlar fak.), Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve Ticari ilimler akademisi), Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için), Bursa’da İpekböcekçiliği okulu, Dilsiz ve Âmâ Okulu, Bağcılık ve Aşıcılık Okulu, Orman ve Madencilik Okulu, Polis Okulu onun tarafından kurulmuştur.

• Unutmadan bide Ankara’da Çoban Okulu var..

TANIYAMADINIZ MI

Hani neredeyse bütün sözde aydınların sövdüğü, öğretmenlerimizin kendi ideolojik yaklaşımı ile anlattığı, baskı yapıyor diyerek, o dönemin şartlarını bile düşünmekten aciz olan insanların sevmediği.. (Neden kimse 1925’deki Takrir-i Sükun Kanununu ile bütün muhaliflerin susturulduğunu düşünmez? Bu dönemde hükümet veya mahkeme kararıyla pek çok yayın organı kapatıldı, özellikle sol yayınlar tamamen yeraltına itilmişti. Ya da İsmet İnönü döneminde 44 gazete kapama emri verildiğini. Yakub Kadri’nin “İsmet Paşa bir polis devleti kurdu dediğini.”

Düşünmeyiz; çünkü o kişilere karşı körü körüne yargılarımız yoktur, at gözlüğü ile değil o dönemin şartlarına göre bakarız tarihe.

ingilizlerin oyunu, İttihatçıların tertibi ile “Din elden gidiyor!” gibi komik bir gerekçe ile 31 Mart vakasına maruz bırakılan,

1895-96’da Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından kurulmak istenen devleti, Hamidiye Alayları ile bastıran, bu sebeple Fransız tarihçi tarafından Kızıl Sultan diye isimlendirilen,

SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN

Belki de gerçekten suçluydu, kötü bir insandı. Çünkü Osmanlı topraklarında petrol araması yaptırıp 65 yerde petrol buldurması, bunun üzerine Musul topraklarını şahsi parasıyla alıp sömürgecilerin eline geçmesine mani olması..

Ya da Yahudilerin 5 milyon altın teklifine rağmen Filistin’e yerleşmelerine izin vermemesi (tahtan indirildikten sadece 8 yıl sonra emellerine kavuşacaklardır), vatan hainliğidir,

Ne bileyim; 240 üyeli Osmanlı meclisine 140 Türk vatandaşı sokmayı beceren İttihatçıları dinlemeyip meclisi kapaması,

Baskı yaparak devletin ömrünü 30-40 yıl uzatması, böylece o yıllarda daha genç bir subay olan Mustafa Kemal’in Türk milletinin kaderinde rol almasına vesile olması suçtu?

Belki de Prof.Dr.Yılmaz Öztuna’nın dediği gibi;

“Milletimiz bu hükümdarın dehasına çok şey borçludur”

Belki de Prof.Dr.İlber Ortaylı’nın dediği gibi;

“Osmanlının son hükümdarı, son evrensel imparator II. ABDÜLHAMİD’dir”

Lütfen düşünün bizim kadar köklü tarihi olup ta o tarihe sırtını dönen, iftira atmaktan zevk alan, Osmanlıyı kötülemeyi Cumhuriyetçilik sayan, laik düşünceyle dinin egemen olduğu bir sistemi eleştiren, okumak yerine duymakla yetinen, araştırmadan her konuda uzman olan kaç millet vardır?


ABDÜLHAMİT HAN ın aziz ruhu içün ALLAH c.c. den rahmet diliyoruz


Lütfen bu yazılanları tek tek araştırın, belki o zaman ne demek istediğimizi anlarsınız —

TAMİR KAFE (MUHTEŞEM FİKİR, BU KAFELERDEN ÜLKEMİZDE DE AÇILMALI!)


Hollandalı Martina Postma’nın fikri bu kafeler yoğun ilgi görüyor. Günümüz insanının, tüketim odaklı zihniyeti nedeni ile en ufak sorunda bile eşyalarını çöpe attığından rahatsız olan Postma, 2010 yılında ilk tamir kafeyi faaliyete sokmuş. Amsterdam’da açılan ilk kafenin yoğun ilgi görmesi ile kafe sayısı yirmiye ulaşmış durumda. Konsept ise şu şekilde ; eski eşyalarını alan insanlar kafeye gelip, kafede bulunan 3 profesyonel tamirci ve diğer müşterilerle birlikte eşyalarını tamir ediyorlar.

Konseptin faydalarını sıralayan Postma, üç unsura vurgu yapıyor ; birincisi, geri dönüşüme katkı sağlayarak çevre bilinci yerleştiriliyor ve gereksiz tüketim dizginleniyor. İkincisi, halkın dayanışması arttırılıyor ve sağlıklı, paylaşımcı ilişkiler kurulması sağlanıyor. Üçüncüsü ise kaybedilen el becerileri tekrardan kazanılıyor. Hollanda hükümetinin tam destek verdiği kafelerden yıl sonuna kadar 50 adet daha açılması planlanıyor. Darısı ülkemizin başına…





Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı???







Bir üniversite profesörü öğrencilerine şu soruyu sorar:
-”Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?”
Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve cevaplar:
-”Evet, her şeyi Tanrı yarattı!”
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine “Evet efendim” diye cevaplar.
Profesör devam eder:
-”Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre, şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de Tanrı şeytandır.”
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur.
Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.
Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve:
-”Bir soru sorabilir miyim profesör?” der.
Profesörde sorabileceğini söyler.
Öğrenci ayağa kalkar ve “Soğuk var mıdır?” diye sorar.
Profesör: “Nasıl bir soru bu böyle, tabi ki vardır” diye cevaplar. “Sen hiç soğuktan üşümedin mi?”
Öğrenci:
-”Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur. Yaşamda/realitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (-460 derece F) sıcaklığın kesin yokluğudur, hiç olmadığı seviyedir. Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir” der ve devam eder,
-”Profesör, karanlık var mıdır?”
Profesör:
-”Tabi ki vardır.”
Öğrenci cevaplar:
-”Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. Yaşamda/realitede karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz, ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık ışını karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur, yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekân için kullanılan bir kelimedir.”
Son olarak öğrenci profesöre gene sorar:
-”Efendim şeytan var mıdır?”
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte cevaplar:
-”Tabi ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. Şeytan/kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir” der.
Öğrenci devam eder:
-”Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrının yokluğudur. O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı.Şeytan/kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.”
Profesör yerine oturur.
Genç öğrencinin adı
 Albert Einstein’dır.





Albert Einstein şöförüyle...