Zemzem suyu kristallerinin sırrı çözüldü


Zemzem suyu kristallerinin sırrı çözüldü


  Zemzem suyunun bu özelliği ilk defa keşfedildi. Ezan okunduğunda berraklaşan su, çan sesi geldiğindekararıyor.

Alman ve Japon bilim adamları zemzem suyunu sırrını açıkladı. “Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu” belgeseline konuşan Japon ve Alman bilim adamları zemzemle ilgili hayrete düşüren açıklamalarda bulundu. Zemzem ezan okunduğunda berraklaşıyor, çan çaldığında ise kararıyor.

Türkiye Gazetesi'nden Hayrettin Turan, kaleme aldığı yazı dizisinde TRT'nin çektiği belgesele konuk olan bilim adamlarının zemzem suyu hakkında yaptığı açıklamaları anlattı. Uzun yıllardır zemzem suyu ve kristalleri üzerinde araştırma yürüten bilim adamları kaynağın sırlarını çözdü. Ren Nehri'nin suyundan içen kişinin enerjisinin azaldığını belirleyen Alman bilim adamı  Dr. Knut Pfeiffer , sular üzerine araştırma yaparken bir şekilde bir miktar zemzem bulur ve içer, 35 dakika sonra da rahatladığını hisseder.

Zemzem bir kova suyu temizliyor

Araştırmasını derinleştiren Alman bilim adamı  Dr. Pfeiffer, şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşır. Zemzemin mayalama özelliği bulunduğunu, bir bardağının bir kova şebeke suyunu temizlediğini, bu özelliğiyle bile enerji ve şifa kaynağı olduğunu tespit eder. Dr. Pfeiffer, “Su her şart atlında değişmiyor ama değiştiriyor. Çok acayip bir deney yaptım. Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzeme dönüşmüş. Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzem'de öyle bir enerji var ki başkasını değiştirir ama kendi değişmez.” diyor.

Ezan sesiyle parlıyor, çan sesiyle kararıyor 

Zemzem kristallerini mikroskop ortamında inceleyen Japon bilim adamı Dr. Masura Emot , suyun moleküler (kristal) düzeninin değişen frekanslara göre farklılaştığını görür. Zemzem kristallerinin çan sesinde karardığını Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını fark eder. İncelemede her bir kristalin, Kâbe-i muazzamaya benzeyen bir doku oluşturduğu, zemzemin çan sesinde kristallerinin karardığını, Kur’an-ı Kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını ve netleştiği tespit edildi.
Zemzem suyu

















Zemzem üzerine kaleme aldığı kitabı Japonya’da en çok satanlar arasına giren Dr. Emoto’ya görezemzem, fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. Dr. Emoto, “Zemzem, çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hafızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor. Müslümanların niçin hastaları tedavi etmek ümediyle Kur’an-ı Kerim'den sûreler okunup, suya üflediğini daha iyi anlıyorum” ifadesini kullanıyor. 

TÜRKİYE GAZETESİ

Zemzemdeki Müthiş Sırrın Fotoğrafı



Ortaya çıkan bir görüntü var ki inanılmaz. Zemzem suyu sese tepki veriyor.

Japon ve Alman bilim adamları da Zemzem suyunun sırlarını, ilk kez bir belgesele açıkladılar. Çekilen bir fotoğraf sizleri de hayrete düşürecek.

Zemzem suyu çan sesiyle kararıyor, ezan ya da Kur'an okunduğunda ise berraklaşıyor.

Türkiye Gazetesi'nden Hayrettin Turan'ın manşete çıkan haberi İslam aleminin kutsal kabul ettiği Zemzem suyuna dair TRT'nin hazırladığı belgeselden.

Çölün ortasında 4 bin yıldır bozulmadan, kirlenmeden, yosun tutmadan akan mukaddes su, her sene hac ve umre için gelen milyonlarca Müslümanı besliyor.

TRT de cennetten geldiğine inanılan zemzem suyunu belgesel yaptı. Çekimler sırasında uzun yıllardır zemzem suyu ve kristalleri üzerinde araştırma yürüten Müslüman olmayan bilim adamları kaynağın sırlarına mazhar oldu. Alman bilim adamı Dr. Knut Pfeiffer, onlardan biri.

Ren Nehrinin suyundan içen kişinin enerjisinin azaldığını belirleyen Dr. Pfeiffer, zemzem üzerine yaptığı deney sonucunda kişinin zemzem suyundan içtikten 35 dakika sonra rahatladığını belgeledi.

BİR BARDAĞI BİR KOVA SUYU TEMİZLİYOR

Araştırmasını derinleştirin Alman doktor çok şaşırdığı bir nokta daha tespit etti. Bu durum için Pfeiffer, “Su her şart atlında değişmiyor ama değiştiriyor” diyor.

Alman bilim adamı şunları anlatıyor: “Çok acayip bir deney yaptım. Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzeme dönüşmüş. Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzemde öyle bir enerji var ki başkasını değiştirir ama kendi değişmez.”

SESLER ZEMZEM SUYUNU DEĞİŞTİRİYOR

Araştırmalara göre, zemzem ilk çıktığı yerdeki sıcaklığı 37 derece. Ne niyetle içilirse o derde deva olan ve 66 adı bulunan Zemzem suyu, sesler karşısında farklı şekillere dönüşüyor. Bunu ispatlayan ise Japon bilim adamı Dr. Masura Emoto. Zemzem kristallerini ilk defa mikroskop ortamında inceleyen Dr. Emoto, suyu değişik ses frekanslarına maruz bıraktı.

ÇAN SESİNDE KARARIYOR KURAN'DA PARLAKLAŞIYOR

Suyun moleküler (kristal) düzeninin değişen frekanslara göre farklılaştığını gören Japon bilim adamı, zemzemin çan sesinde kristallerinin karardığını, Kur'an-ı kerim ve ezan sesinde ise parlaklaştığını ve netleştiğini belirledi. İncelemede her bir kristalin, Kabe-i muazzamaya benzeyen bir doku oluşturduğu tespit edildi.

Zemzem üzerine kaleme aldığı kitabı Japonya'da en çok satanlar arasına giren Dr. Emoto'ya göre zemzem, fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından yeryüzündeki bütün sulardan farklı. Dr. Emoto, “Zemzem, çevresinde cereyan eden bütün değişimleri hafızasına alıyor. Yapısı çok farklı. Bu, onu dünyadaki diğer elementlerin efendisi yapıyor. Müslümanların niçin hastaları tedavi etmek ümediyle Kur'an-ı kerimden sûreler okunup, suya üflediğini daha iyi anlıyorum” diyor.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN RAPORU

Dünya Sağlık Örgütünün raporlarına göre, zemzem en içilebilir ve sağlıklı sulardan biri. Amerika'da yapılan test sonuçlarında, dünyada içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan tek suyun zemzem olduğu ortaya çıkmıştı. Avrupa'da yapılan laboratuar çalışmalarında ise mikrobik hastalıklara karşı etkili olan zemzemin diğer sulara nazaran çok daha az kükürt taşıdığı, bunun yanı sıra daha fazla mineral barındırdığı ve fazlasıyla besleyici olduğu belirlendi

FİZİKÇİ KİME DENİR?




Fizikçiler olup olmadık yerde olup olmadık zamanlarda bir gerçeğin nedenini, nasılını,oluşu sürecini,şartlarını düşünüp onu çözmeye çalışırlar . Kafaları daima problemlerle meşguldür. Onlar için somut gerçekleri incelemek daha eğlencelidir.Çünkü onları bir şekilde kanunlarla ifade edebilirler,formülizeedebilirler,matematiğe dökmek isterler. Bir formülü görüp onun ne demek istediğini anlamaya çalışmayan bir fizikçi yoktur.Gördükleri bir formül onlar için adeta dile gelmiş bir çocuk gibidir. Öte yandan sevgi gibi,mutluluk gibi soyut kavramları bu şekilde anlatmaya çalışmak nafiledir.Zaten başarısız olunacağı kesindir.Onun için,akışına bırakıp, sadece hissetmeyi tercih ederler.Örneğin, Newton elmanın ağaçtan düştüğünü görmüş ve merak etmiş.Şimdilerde bu kavramı bir kanun olar
ak bildiğimizden, bize komik gelmesi kesin bir soruyuyöneltmiş kendisine. Elma niye yere doğrudüşüyor, niyeyukarı gitmiyor. Oturmuş ve bunun üstüne kafa yormuş Elde ettiği bulguları ifade edebilmek için diferensiyel denlemleri ilk olarak o kullanmış. Oysak idi elmanın düştüğünü görüp, alsa, onu bir güzel mideye indirse, tadından aldığı keyifle mutlu olsa da kafasını bu kadar yormasa ne kadar basit olurdu değil mi?Bir diğer örnek Arşimed. Bu zatı muhterem rivayet odur ki hamamda taslarla oynarken suyun kaldırma kuvvetini bulmuştur. Breadam ne kafayı yoruyorsun bunlara. Ne güzel sıcağı görmüşün ,suyun içindesin,gevşe rahatla kirinden pasından bir arın, kendine gel,gevşe rahatla. Ama yok illa bişiler düşünecek işte. Üstelik rivayet odur ki bulduğu bu gerçeğin heyecanıyla dışarıya anadan üryan çıkmıştır. Düşünün artık kendisini mevzuya.Gene tekrarlıyorum fizikçiler çok sıkıcı insanlardır ve partilere çağrılmamalarının sebebi budur. Bu yüzden davetli listelerinin başlarında yer bulmazlar. Eğer bir fizikçi bir davetiylistesinin en başındaysa muhtemelen bu bir parti değil konferansdır. Hiç bir partiye çağırılmadıkları için kendilerine gelen bu davetleri asla geri çevirmez, gerekirse katılamak için dünyanın öbür ucuna kadargiderler. Bu bir 
konferans bile olur...

MEHMET ABDULLAHOĞLU


SİTELERİMİZ:







ZİYARET EDENLERE VE EMEĞİ GEÇENLERE TEŞEKKÜR EDERİZ 


Fizik Kanunlarında Simetri













Simetri, insan zihni için âdeta büyüleyicidir. Tabiattaki simetrik nesnelere,
 Güneş ve gezegenler gibi neredeyse kusursuz simetrik kürelere, 
kar tanecikleri gibi simetrik kristallere -ki hiçbir kar tanesi birbirinin 
aynısı değildir-, hemen hemen simetrik olan çiçeklere bakmaktan 
hepimiz zevk alırız. Ancak, burada ele alınacak olan mevzu, tabiattaki 
nesnelerin simetrisi değil, tabiat kanunlarının simetrisidir. 

Bir cismin simetrik olup olmadığı kolayca anlaşılabilir; ama bir fizik

 kanunu nasıl simetrik olabilir? Fizikçiler, nesnelerdeki simetrinin 
uyandırdığı hisse benzer bir şeyi fizik kanunları için de hissederek
 ona, "Fizik Kanunlarında Simetri" ya da "Kanunların Simetrisi" 
adını vermişlerdir. Öyleyse simetri nedir? Meselâ kare hususî bir
 simetriye sahiptir. Onu 90 derece döndürürsek -sağ ya da sol fark

 etmez- yine aynı görünür. 


Alman matematikçi Hermann Weyl simetri için çok güzel bir tanım 

vermiştir: "Eğer bir nesne üzerinde bir şey yaptıktan sonra da 
nesne ilk hâlinde görünüyorsa, eğer nesnede bunu yapmaya imkân 
veren bir şey varsa, o nesneye simetrik denir." İşte fizik kanunları 

da bu anlamda simetriktir. 


Simetrinin en basit örneği, "uzayda öteleme"dir (translation). Bunu

 bir misal üzerinde açıklarsak: 

Herhangi bir âlet veya bir deney yaparsanız ve sonra aynı âleti 

veya deneyi orada değil de burada, yalnızca bir yerden başka bir
 yere ötelenmiş olarak yaparsanız, ilk deneyde gerçekleşen sonuç, 
ötelenmiş deneyde de aynen elde edilir. Ama bu, gerçekte 
tam doğru değildir. Çünkü cihazı bulunduğunuz yerin 10 m soluna
 naklederseniz cihaz duvara çarpar ve işler zorlaşır. Demek ki, bir 
şeyi naklederken ona etki edecek her şeyi birlikte nakletmek 
gerekir. Meselâ sistemde bir sarkaç varsa ve onu 200.000 mil 
sağa doğru kaydırırsanız sistem doğru işlemez. Çünkü sistem, 
yerin çekim alanından uzaklaşmış olur. Sarkaç da yerin çekim 
alanıyla doğrudan ilgili olduğundan, sarkaç sistemi, ötelediğiniz 
yerde dünyadaki gibi çalışmaz, ancak sistemle beraber dünyayı da 
ötelerseniz işte o zaman sistemin davranışı etkilenmemiş olur. 
Demek ki uzayda ötelemede, fizik yasalarında simetrinin 
gerçekleşmesi için, sistemle beraber ona etki edecek her şeyi 

ötelememiz gerekiyor. 


Demek oluyor ki, ilk simetrimiz uzayda ötelemedir. İkincisini de

 "zamanda öteleme" veya "zamanda ertelemenin fark etmemesi"
 olarak nitelendirebiliriz. Meselâ bir gezegeni Güneş'in etrafında
 belirli bir yönde harekete geçirelim. Aynı gezegeni; iki saat 
sonra veya iki yıl sonra ya da iki yüz yıl sonra, yani farklı bir
 anda aynı şartlarda yeniden harekete geçirirsek tamamen 
aynı şekilde hareket edecektir. Çünkü çekim yasası, hızdan
 bahseder ama ölçüme başladığımız mutlak an hakkında bir şey

 söylemez. 


Aslında bu misalin tam olarak doğru olduğundan emin değiliz. 

Çünkü yerçekimi yasasının zamanla değişebilme ihtimali var. Bu ise, 
zaman ertelemesinin her zaman simetrik olmayacağı anlamına 
gelir. Çünkü milyarlarca yıl sonra çekim sabiti şimdikinden daha zayıf 
olacaksa, bizim deneysel Güneş ve gezegenimizin hareketlerinin 
milyarlarca yıl sonra aynı olacağı da doğru olamaz. Fakat bugün
 bilebildiğimiz kadarıyla zamanda bir erteleme hiçbir değişikliğe yol

 açmamaktadır ve simetriktir. 


Bir başka simetri kanunu da "uzayda dönme", sabit dönmedir. Bir 

yerde kurulmuş bir donanım ile deneyler yaptıktan sonra yalnız 
eksenleri farklı yönde olan tam bir benzerini alırsak o da aynı 
şekilde çalışacaktır. Burada da yine alâkalı olan her şeyi
döndürmemiz gerekir. Sözkonusu olan sarkaçlı bir duvar saati 
ise ve saati yatay olacak şekilde döndürürsek sarkaç, kabininin
 duvarına dayanacak ve saat işlemeyecektir. Ama Dünya'yı da o
 istikamette döndürürseniz -ki o zaten dönmektedir- saat işlemeye

 devam edecektir. 


Bu "döndürme imkânının matematiksel ifadesi oldukça ilginçtir. 

Belirli bir durumda ne olup bittiğini anlatırken veya bir şeyin 
nerede olduğunu belirtmek için sayılar kullanırız. Bunlar, bir 
noktanın koordinatları olarak adlandırılır. Meselâ, önümdeki 
uzaklığa x diyelim, y de solumdaki uzaklık olsun. O zaman bir 
cismin yerini, önden ne kadar, soldan ne kadar uzaklıkta
 olduğunu söyleyerek belirtebilirim. Döndürme konusunda 
matematiksel yaklaşım şöyledir (Şekil A): Bahsettiğimiz 
yöntemle x ve y koordinatlarını vererek bu noktanın konumunu
 saptarsak, başka yönden bakan bir başkası da aynı şekilde
 fakat kendi konumuna göre aynı noktanın konumunu x' ve y' 
olarak tanımlayacaktır. O hâlde bizim x' koordinatımızın 
öteki kişi tarafından hesaplanan iki koordinatın bir karışımı 
olduğunu anlayabilirsiniz. Dönümün bağlantısı; x için x' ve y', y için
 y' ve x' karışımı bir ifade olacaktır. Kanunlar o şekilde 
yazılmalıdır ki, böyle bir karışım yapıp denklemlerde yerine
 koyduğumuzda denklemlerin şekli değişmesin. İşte simetrinin 
matematiksel ifade yolu budur. Denklemleri bazı harflerle yazarsanız; 
harfleri x ve y yerine farklı bir x olan x' ve farklı bir y olan y' ile 
değiştirme yöntemi, yani x ve y cinsinden formüller vardır. O zaman
 denklemlerin görünümü aynıdır, yalnızca harflerin üzerinde (') işareti
 vardır. Bu, öbür kişinin o şeyi benim gördüğüm şekilde, yalnızca öbür

 tarafa çevrilmiş olarak gördüğü mânâsına gelir. 


Şimdi de fizik kanunlarının simetrik olmadığı misallere göz atalım: 
Simetrik olmayan ilk fizik kanunumuz, "Ölçek Değişimi"dir. Arada 

sırada gazetelerde veya dergilerde maharetli birisinin kibrit 
çöpleriyle bir katedral yaptığını -birkaç katlı gotik bir katedral-
 okumuşsunuzdur. Neden kalın kütüklerden buna benzer büyük
 ve aynı şekilde süslü ve ayrıntılı katedraller yapmaya 
kalkışmıyoruz? Cevabı şu: Öyle bir şey yaparsak o denli yüksek
 ve ağır olur ki, çöker. İşte burada daha önce
den bahsedilen önemli bir nokta var: İki şeyi kıyaslarken sistemdeki
 her şeyi değiştirmemiz gerekir. Kibrit çöpleri ile yapılan küçük 
katedral yer'e doğru çekilmektedir. Kütüklerden oluşan büyük 
katedral de daha büyük bir dünyaya doğru çekilmelidir. Yazık! 

Daha büyük bir dünya daha fazla çeker ve çöpler kırılır. 


Ölçek değiştirildiği zaman fizik kanunlarının değişmez olmadığını

 ilk keşfeden Galileo olmuştur. Galileo, kemik ve çubukların
 dayanıklılığını tartışırken daha büyük bir hayvan için -iki katı eninde,
 boyunda ve kalınlığında diyelim- daha büyük bir kemik 
gerektiğini söyledi. Ağırlığın sekiz kat olacağını ve sekiz kat daha
 dayanıklı bir kemiğe gerek olduğunu ileri sürdü. Çünkü bir kemiğin
 taşıyabileceği yük, onun kesitine bağlıdır; kemiği iki kat 
büyütürseniz kesit alanı dört kat artar ve ancak dört kat 
fazla bir ağırlık çeker. Ancak bazı fizik hâdiselerinde ölçek 
değiştirildiği zaman matematik modelde değişme olmamaktadır.
 Bu tip fiziksel hâdiseler için, 'ölçekleme simetrisini kabul ediyor' 
denmektedir. 



Simetrik olmayan fakat bir hayli ilginç olan bir fizik kanunu da 

"yansıma" problemidir. Diyelim ki bir saat yaptınız. Biraz ötede
 de birincisiyle aynı görüntüde olan başka bir saat yapınız
 (tıpkı sağ ve sol eldiven gibi). Birisinde bir yönde dönen yelkovan, 
diğerinde ters yönde dönüyor. İkisini de aynı anda kurup 
bırakırsanız acaba hep birbirleriyle uyumlu çalışırlar mı? Bu 
konudaki cevaplarınız müspet yönde olacaktır. Eğer saatler 
yerçekimiyle çalışsaydı, aynı uyumda çalışmaya devam ederlerdi.
 Elektrik veya manyetik alanla çalışsalar yine aynı olurdu. 
Saatlerin çalışması için nükleer bir reaksiyon gerekseydi yine
 bir değişiklik olmazdı. Fakat değişiklik yapan bir şey vardır;

 bunu şöyle açıklayabiliriz: 


Polarize bir ışığı sudan geçirerek, sudaki şeker yoğunluğu

 saptanabilmektedir. Suya, ışığı ancak belirli bir eksende geçiren
 bir parça polaroid koyarsanız, ışığın giderek derinleşen şekerli sudan
 geçmesini sağlamak için, öbür uçtaki polaroid maddeyi giderek
 daha fazla sağa çevirmemiz gerekir. Sudan geçen ışığı öbür yöne
çevirirsek dönme yine sağa doğru olacaktır. Saatlerde şekerli su 
ve ışık kullanabiliriz. Bir su tankımız olduğunu ve ondan ışık geçirdiğimizi
 farzedelim. İkinci polaroid parçasını da ışığın ancak geçmesini 
sağlayacak kadar döndürdüğümüzü düşünelim. Sonra ikinci
 saatimiz için ışığın sola doğru dönmesi umuduyla, birinciye tekabül
 eden düzeni kuralım. Ama ışık sola dönmeyecek, yine sağa 
dönecek ve sudan geçmeyecektir. Demek ki şekerli su kullanarak iki

 saati farklı yapabiliyoruz. 


Fizik kanunlarının sağda ve solda hep aynı olup olmadıkları 


sorusunu daha iyi tecrübe etmek için meseleyi şu şekilde ele alabiliriz: 


Mars'ta yaşayan birisiyle telefon bağlantısı kurduğunuzu ve ona

 dünyadaki nesneleri izah etmek istediğinizi farzedelim. İlk olarak 
kelimeleri anlatmak için işe sayı kavramından başlayabilirsiniz: 
'Tik=bir, tik tik=iki, tik tik tik=üç,...vs.' Böylece Marslı kısa sürede sayı 
kavramını anlayacaktır. Sonra sırasıyla atomların ağırlıklarını ve orantılı
 ağırlıkları temsil eden bütün sayı dizilerini söylersiniz; "Hidrojen:1,008,
 (ardından) Döteryum, Helyum, vs" diye devam edersiniz. Marslı bu
 sayılara bir süre baktıktan sonra, matematiksel oranların elementlerin
 ağırlıklarının oranlarıyla aynı olduğunu fark ederek, bu isimlerin

 elementlerin isimleri olduğunu anlayacaktır. 


Bu yöntemle onunla ortak bir dil oluşturabilirsiniz, fakat size 

"sizlerin nasıl göründüğünüzü merak ediyoruz" dediğini varsayalım. 
Siz "yaklaşık altı ayak boyundayız" dediğinizde size "bir ayak ne 
büyüklüktedir?" diye sorar. Siz de "çok kolay; altı ayak, on yedi milyar 
hidrojen atomu kadar uzundur" dersiniz. Evet, bu bir şaka değil. Marslı
 ile aranızda müşterek bir ölçek olmadığına göre kendinizi ona bu 
şekilde anlatabilirsiniz. Marslı bize "içiniz neye benziyor?" diye sorduğunda 
ona kalbi anlatır ve "şimdi kalbi hafifçe sol tarafa koy" deriz. Ama
 maalesef Marslı solun ne taraf olduğunu bilmiyor. Bunu da şu misalle
açıklayabiliriz: Çekirdekteki yükün bir arttığı ve elektronun açığa
 çıktığı bir çok radyoaktif hâdise vardır. Meselâ, beta bozunması 
(desintegration). Burada ilginç olan şudur; elektronlar çıkarken 
kendi çevrelerinde dönerler. Bu dönmeyi ölçerseniz yönünün sol tarafa
 doğru (arkadan bakıldığında) olduğunu görürsünüz. Bunu da Marslıya 
"Dinle; radyoaktif bir madde, bir nötron al ve beta bozunması sonucu
ortaya çıkan elektrona bak. Eğer elektron çıkarken yukarıya doğru 
gidiyorsa, onun dönme yönünü sapta. Bu elektron sırtından giriyor
 olsaydı dönme yönü sola doğru olurdu. Bu, solu tanımlar. Kalp de
 oradadır" şeklinde açıklayabiliriz. Solu ve sağı bu şekilde ayırdetme
imkânı vardır.



Simetriler konusunda akla gelen başka bir soru da "her parçacık için

 antiparçacık vardır; elektron için bu pozitrondur, proton için de 
antiproton. Acaba madde için bir antimadde var mıdır?" sorusudur. 
Bu, ilke olarak uygundur. Çünkü antimaddedeki her atom,
 maddede olan atomların antiparçacıklarından oluşur. Meselâ Hidrojen
 atomu bir elektron ve bir protondan oluşmaktadır. Elektrik yükü negatif
 olan bir antiproton ile elektrik yükü pozitif olan bir pozitronu birleştirirsek
 antihidrojen atomu oluşur. Böyle bir şey gerçekte yapılmış değil, ancak
 ilke olarak her madde için antimadde yapılabileceği düşünülür. Peki 
antimadde, madde gibi mi davranır? Bildiğimiz kadarıyla evet. Çünkü
 simetri kanunların biri de antimadde ile yaptığımız bir şeyin madde ile 
yapılan aynı şeyle aynı yolda davranacağı şeklindedir. Ancak bunlar

 bir araya gelirlerse kıvılcımlar çıkararak birbirlerini yok ederler. 


Bu hâdiseyle Marslı arasında bir bağlantı kurabiliriz. Eğer Marslı 

antimaddeden yapılmışsa onun elektronları pozitron olacağından 
ve ters yönde döneceklerinden Marslı, kalbi sağ tarafa koyacaktır.
 Şimdi de Marslı ile yüz yüze görüşme imkânımız olduğunu farzedelim.
Ona doğru yürüyüp sağ elinizi uzattığınızda, o da sağ elini uzatırsa
 her şey yolunda. Ama eğer sol elini uzatırsa dikkat edin, birbirinizi 

yok edeceksiniz!!! 


Sağ ile solu ayırdedebilmeyi beta bozunmasıyla gerçekleştirebiliyoruz.

 Bu da doğada sağ ile solun % 99,99 olasılıkla birbirinden
 ayırdedilemeyeceği demek oluyor. Ancak bu, aynı zamanda tamamen
 farklı tepetaklak, küçücük bir şeyin, küçücük bir olgunun varolduğu

 anlamına geliyor. 


İşte bu, henüz hiç kimsenin en ufak bir fikir yürütemediği akıl ermez bir sırdır... 




S. Ahmet BUYRUL / Fizik