TÜRKİYE DÜNYAYI BBG EVİ GİBİ İZLEYECEK!




Göktürk-2 ekibinden Prof. Dr. Rahmi Güçlü, uydu yapımı ve onun ülkeye sağladığı stratejik faydaları anlattı.

Prof. Dr. Rahmi Güçlü, Göktürk-2 sayesinde dünyayı BBG evi gibi izleyeceğimizi söyledi. Bu nedenle bazı ülkelerin rahatsızlık duyduğunu belirten Güçlü, "Bundan sonra yapılacak uyduda çözünürlüğü 1 metrenin altına düşürüyoruz. Projeye 2 buçuk ay önce başladık" dedi.

BAZI ÜLKELER RAHATSIZ OLDU

Türkiye'nin geçen hafta uzaya gönderdiği Göktürk-2 uydusunun yapımını başından sonuna kadar denetleyen 4 kişiden biri olan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rahmi Güçlü, Çin'den fırlatılan Göktürk-2'nin çevremizdeki bazı ülkeleri rahatsız ettiğini söyledi. Güçlü, Göktürk-2 etrafında kulislerde konuşulanları anlattı.

YÜZ TAHLİLİ BİLE YAPABİLİR
Göktürk 2'nin savunma sanayi yönünün ön planda olduğunu söyleyen Güçlü, "Etrafımızda ne oluyor ne bitiyor, komşularımızda durum ne, askeri hareketlilik var mı?" bunların hepsine cevap verebilecek kapasitede. Başkaları bizi nasıl bu zamana kadar görüntülediyse artık biz de benzer şekilde o ülkelerin mevcut hareketlerini görebileceğiz. İşte bu nedenle birçok ülke rahatsızlık duymaya başladı. Bunların hangi ülkeler olduğunu herkes biliyor" dedi.

Prof. Dr. Güçlü, çözünürlüğü 15 metre olan RASAT Uydusu'ndaki görüntülerde kişiyi, elbise rengine kadar görüntüleyebildiklerine vurgu yaparak "Dolayısıyla Göktürk 2'nin yüz tahlili bile yapabileceğini söylemek mümkün" açıklamasında bulundu.

GÖKTÜRK-1'E NE OLDU?

Uydu yapımına önce Göktürk 1'i yapmakla başlanıldığını ifade eden Güçlü şöyle devam etti: "Bundan kazanacağımız tecrübeyle de Göktürk-2'ye başlayacaktık. Ancak Fransız-İtalya ve Türk ortaklığıyla yapılması planlanan Göktürk 1'de bir takım sıkıntılar ortaya çıktı. Detayları bizimle paylaşılmadı. Yapacağımız uydu BBG evi gibi dünyayı gözetleyecekti. Bundan sonra Göktürk-1'de tamamlanacak. Nitekim artık bu teknolojiye sahip olduk. Dolayısıyla aynı engellemeleri yaşamamız söz konusu değil. Çünkü yaptığımız Göktürk-2 uydusu istisnasız her ülkeden fotoğraf alabiliyor. Eğer biz bu uyduyu başka ülkeye yaptırmış olsaydık o ülke yazılım üzerine kısıtlama koyacak ve kendi ülkesinden görüntü alamayacaktık."

YENİ UYDUYA BAŞLANDI BİLE
"Bundan sonraki uyduda hedef, çözünürlüğü 1 metrenin altına düşürmek" diyen Güçlü, bunun da yapımına 2 buçuk ay önce başlandığını kaydetti. Güçlü, "Bu uyduda görüntü bir metrenin altında olacak. Böylece daha ikinci uydumuzda dünyadaki en gelişmiş uydularla başa baş yarışır hale geleceğiz. Bu uydunun da tamamı Türkiye'de yapılacak" diye konuştu.

UYDUDA YÜZDE YÜZ YERLİ DÖNEMİ

‘Göktürk-2, yüzde yüz yerli mi' sorusuna Prof. Güçlü şu cevabı verdi: "Dünyada 25 ülke uydu sahibi. Buna rağmen 9 ülke kendi uydusunu yapabildi. Biz de yirmi beşinci değil 9'uncuyuz. Yapılan uydunun tasarımı yüzde 100 Türk mühendislerine ait.

YENİ UYDUYA BAŞLANDI BİLE TÜBİTAK

Uzay ve TUSAŞ aynı şekilde uydunun yazılımları ve bütün elektronik sistemleri yine yüzde 100 Türk mühendisleri tarafından tasarlandı. Sadece mekanik aksanda 3-4 parça dışarıdan alındı. 3-4 aksam dışarıdan alındı diye yerli değil demek, bilmeden konuşmak anlamına geliyor."

"Bundan sonraki uyduda hedef, çözünürlüğü 1 metrenin altına düşürmek" diyen Güçlü, bunun da yapımına 2 buçuk ay önce başlandığını kaydetti.

Güçlü, "Bu uyduda görüntü bir metrenin altında olacak. Böylece daha ikinci uydumuzda dünyadaki en gelişmiş uydularla başa baş yarışır hale geleceğiz. Bu uydunun da tamamı Türkiye'de yapılacak" diye konuştu.

KAYNAK:veteknoloji

Tarihte Işık Hızı Nasıl Ölçüldü?


Fener metodu: Tarihte ışık hızı çeşitli metotlarla ölçülmeye çalışılmıştır. Işığın hızını ilk ölçmeye kalkışanın Galileo olduğu söyleniyor. Galileo bir tepenin üstünde arkadaşı diğer tepenin üstünde, önce Galileo elindeki feneri yakıyor, arkadaşı fenerin ışığını görünce bu sefer o elindeki feneri yakıyor, Galileo arkadaşının fenerinin ışığını görünce geçen toplam zamanı ölçüyor. İki tepe arasındaki mesafeyi geçen zamana böldüklerinde ışığın hızını hesaplıyorlar. Fakat bu sağlam bir yol olmadığından ışığın hızını ölçemiyorlar.

Jüpiterin uydusu metodu:
Işığın hızını ilk defa başarılı bir şekilde 1675 yılında Roemer ölçmüştür. Roemer yaptığı uzun süreli ve sabırlı gökyüzü gözlemlerinde Jüpiter’in uydularından Io’nun tutulmasındaki gariplik dikkati çekmişti. Dünya ile Jüpiter birbirine yakınken Io’nun tutulması az, uzaklık artınca da çok sürüyordu. Roemer haklı olarak bunu Dünya ile Jüpiter arasındaki mesafe artınca ışığın daha fazla yol almasına bağladı.

Jüpiter, Güneş etrafındaki bir dönüşünü 12 yılda tamamlar. Dünya, Güneş etrafında 180 derece dönünce Jüpiter sadece 15 derece dönüyor. Yani 6 ayda dünya yaklaşık olarak Jüpiter’den Dünya Güneş arası uzaklığın iki katı kadar uzaklaşıyor. Io’nun tutulma süresindeki artışı yaklaşık olarak 20 dakika ölçen Roemer ışığın hızını yaklaşık olarak 2,14.10 8 m/s olarak ölçtü.
Yıldız ışığı metodu:
Rüzgârsız fakat yağmurlu bir havada yürürseniz ön tarafınız daha fazla ıslanır. Bunun sebebi normalde düşey yönde yağan yağmur yürüdüğünüzde, düşey ile bir açı yaparak yağar. Dairesel bir yörüngede dolanırsanız bu açı hep aynı olur. (parallaks) Bradley Dünyanın güneş etrafında dönmesinden dolayı yıldız ışıklarının da bir açı ile geleceklerini tahmin etti. Bradley bu açıyı başarılı bir şekilde ölçtü. Dünyanın Güneş etrafındaki hızını da bildiğinden ışığın hızını yaklaşık olarak 3,01.10 8 m/s olarak ölçtü.

Dönen dişli metodu:
1849 yılında Fizeau dönen bir dişli kullanarak ışığın hızını 3,15.108 m/s olarak hesapladı. Fizeau hızlı dönen bir dişlinin iki dişi arasından ışığı geçirip 8 km ötede duran aynadan ışığın geri yansımasını sağladı. Fizeau dişliyi yeterince büyük bir hızla dönderip, aynadan yansıyan ışığın bir sonraki boşluktan geri gelmesini sağladı. Fizeau dişli ile ayna arasındaki mesafe ve dişlinin dönüş hızını bildiğinden ışığın hızını rahatlıkla hesapladı.

Dönen ayna metodu:
1862 yılında Foucault dönen sekizgen bir ayna kullanarak ışığın hızını 2,98.108 m/s olarak hesapladı. Şekildeki düzeneği kullanarak dönen aynadan yansıttığı ışığı uzaktaki başka bir sabit aynadan tekrar dönen aynaya yansıttı. Sekizgen ayna uygun bir hızla döndüğünde, uzaktaki aynadan yansıyan ışığın gidip gelme süresinde, ardışık iki ayna yer değiştirirse gözlemci ışık kaynağını tekrar görür. Dişli yönteminde olduğu gibi ışığın gidip gelem süresi ve aynaların dönüş hızı bilindiğinde ışığın hızı ölçülebilir.

KAYNAK: fizikögretmeni.com

OKYANUSLAR VE BULUTLARLA KAPLI BİR MARS



Dünya’nın en yakın komşusu Mars, on yıllardır gök bilimcilerin sırlarını çözmeye çalıştığı gezegenlerin başında geliyor. Son 10 yıl içinde yapılan keşifler, gezegende bir zamanlar sıvı halde su olduğuna işaret ederken, Mars’ın antik zamanlarda tıpkı Dünya’ya benzediği görüşü de güçleniyor.

Yüzeyindeki Oppurtunity ve Curiosity keşif araçlarının yanı sıra, Mars Yörünge Kaşifi (MRO) uydusu tarafından gözlemlenen Mars, elde edilen son bulgularla bir zamanlar nasıl bir görünüme sahip olduğu hakkında bilim insanlarına ipucu veriyor.

MRO’un, Kızıl Gezegen’deki jeolojik yapıların yüksekliğine ait gönderdiği verileri değerlendiren ABD’lı yazılım mühendisi Kevin Gill, bilgisayar ortamında Mars’ın görüntüsünü oluşturdu.

Discovery News sitesine çalışması hakkında açıklama yapan Gill, “Dünya’ya ait benzer modeller yapıyordum. Mars’ta hayat olduğu izlenimi veren çizimlere rastladıktan sonra aynısını denemek istedim... Mars hakkında yeni bilgiler edinmek, yaratıcı olmak ve kullandığım yazılımı geliştirmek güzel bir şey” dedi.

DEV OKYANUSLAR VE NEHİRLER ORTAYA ÇIKTI
Gill, yaptığı çalışmada Mars’ın bir yüzünü tamamen farklı bir görünüme soktu. Dev okyanuslar ortaya çıkarken, 4 bin km’yi geçen uzunluğuyla Güneş Sistemi’ndeki en uzun vadileri içeren Vallis Marineris, okyanuslara açılan bir nehir haline geldi.

Mars’ın batı yarım küresindeki volkanik plato olan Tharsis Bulge’de bulunan ve uzunluğu Everest’in üç katı olan Olympus Mons, diğer yanardağlar Pavonis Mons, Ascraeus Mons ve Arsia Mons ile bulutlara yükselen bir görüntü oluşturdu.

Gill, yüksek rakımlı ekvatora yakın volkanik bölgede bitki örtüsünü az tutarken, daha alçak olan alanlara daha nemli ve yeşilliği bol bir görünüm kazandırdı. Mars’ın yüzde 95’i karbondioksitten oluşan ince atmosferi ise bulutlarla örtüldü.

CURIOSİTY TAHMİNLERİ DOĞRULUYOR
Mars’a Ağustos 2012’de iniş yapan keşif aracı Curiosity, Kızıl Gezegen’in bir zamanlar su akan nehirlerle kaplı olduğuna dair en büyük kanıta ulaşmıştı.

İniş yaptığı Gale Krateri’nde derinliği neredeyse 60 santimetre olan nehir yatağı keşfeden Curiosity, Mars’ın sadece kutup bölgelerinde buz halinde sıvı bulunmayabileceğini ortaya koydu. Kısa bir süre önce ise Oppurtunity keşif aracı Endeavour kraterinin kenarında geçmişte suyun etkisiyle oluşmuş minerallere rastladı.

Dahası, MRO’nun ve gemişteki uyduların Dünya’ya gönderdiği fotoğraflarda, Mars’ın yüzeyinde dev çukurlar ve nehir deltalarına benzeyen yapılar görüldü. Mars’ın kuzey yarımküresinde yer alan ve 4-5 km derinliğiyle gezegenin en alçak bölgesi olan Vastitas Borealis’te, bir zamanlar var olan okyanusun izlerini gösteren antik kıyı şeridi yer alıyor.

ATMOSFER DAHA KALINDI
Mars, mayetosfer tabakasını 4 milyar yıl önce kaybetti. Güneş fırtınaları, Mars atmosferini daha rahat etkisi altına alırken, manyetik alanının bulunmaması, kozmik fırtınalara karşı Kızıl Gezegen’i savunmasız bırakıyor. Bu bilgiler, Mars’ın uzun bir süredir Dünya gibi bir biyosfere sahip olmadığını gösteriyor.

Gill, Mars’ı renklendirirken bilimsel bulgulardan uzaklaştığını belirtti: “Gezegen bilimcisi değilim. Bu yüzden birçok tahminimi Dünya’daki coğrafi özelliklere göre yaptım. Ardından Mavi Bilye fotoğraflarıyla değerlendirme yaptım.”

Bir zamanlar gerçek olup olmadığı henüz bilinmese de, okyanuslara, bitki örtüsüne ve canlı bir atmosfere sahip olan bir Mars düşüncesi bugün hala heyecan verici.

Görünmezlik gerçek oldu..



Bilim insanları, deneyde mikrodalgaların bükülmesini sağlayarak bakır bir silindiri ‘görünmez’ hale getirdi.
WASHINGTON / LONDRA - Araştırmacılar, bilimkurgunun sınırlarına yaklaşıyor. Henüz daha Uzay Yolu’ndaki gibi insan ışınlanması için erken olsa da, Duke Üniversitesi uzmanları bakır bir silindiri ‘yok etmeyi’ başardı. Yüksek ısıda, ışığı bükünce madde de ortadan ‘kayboluyor’. İdeal bir görünmezlik halinde, gözlemcinin görünmezliğe maruz kalan nesnenin arkasındakileri görebilmesi gerekiyor. Duke Üniversitesi’nde yapılan deneyde ise arka plandaki nesneler biraz da olsa karartı içinde görünüyordu. 
Araştırmayı yürüten Duke Üniversitesi’nden David Schurig, bir maddeyi gözlemcinin gözünün görmesini engelleyemeye yetecek bir ışık bükülmesi gerçekleştirdiklerini belirtti. İlk denemede mikrodalganın nesneyle reaksiyona girmesi önlendi. 
Mikrodalgaların, nesnenin etrafından dolaştırılması sağlanarak görünmezlik sağlanıyor.
Işık veya mikrodalgalar, normal şartlarda nesnelere çarparak geri dönüyor ve bu sayede nesne görünür oluyor. Ancak radar veya ışığın bir nesnenin etrafından dolaştırılması sağlanarak nesne görüntüden kaçırılabiliyor. Schurig bunu suyu derenin ortasındaki bir kayanın etrafından akmasına benzetiyor. Mikrodalgalar nesneyi geçtikten sonra yeniden birleştiriliyor. Aksi takdirde nesnenin arka planındakiler de gözükmeyebiliyor.

METAMALZEMELER MÜHENDİSLİKTE ÇIĞIR AÇTI
Deneyde kullanılan nesne metamalzeme olarak nitelenen, bakır-fiberglas alaşımlı ve elektromanyetik dalgaları kaçırabilecek bir madde. Bilim insanları, metal ile seramik, teflon veya fiber gibi malzemelerin alaşımı olan metamalzeme adı verilen maddelerin mühendislikte çığır açacağını vurguluyor. Gelecekte henüz üretilmemiş metamalzemelerle birlikte gerçek anlamda görünmezlik gerçekleştirilebilecek. Bu bağlamda ölçüt, metamalzemenin deneyde kullanılan ışının dalgaboyundan daha ince yapıya sahip olması gerekiyor.

DUYULMAZLIK DA SIRADA
Görünmezlik deneyi şimdilik iki boyutlu düzlemde gerçekleştirildi ve ışığın bükülmesi sırasında küçük de olsa gölge oluştu. Gölge ışık bükülmesinde çok az ışının bükülmemesi sonucu oluşuyor. Araştırma ekibinin diğer üyesi David R. Smith, sonraki deneylerde üç boyutlu düzleme geçeceklerini ve gölgeyi ortadan kaldıracaklarını ifade etti. Görünmezlik deneylerinin benzeri ses titreşimlerini yok etmek şekilde yapıldığında da, duyulmazlık etkisi yaratıyor..

Kurşun kalem ucuyla teknolojide çığır açtılar..



Manchester Üniversitesi'nden araştırmacılar nanoteknolojinin bir ürünü olan grafin maddesinden, grafan adını verdikleri teknolojide yeni bir çığır açan bir madde ürettiler.
Prof. Andre Geim ve Dr. Kostya Novoselov tarafından yayınlanan yeni bir araştırmayla kurşun kalemlerde bulunan grafitten elde edilen grafinin de ötesine geçildi. Yine aynı ikili tarafından keşfedilen grafinden elde edilen grafanla nanoteknoloji kimyasal işlemlerde de kullanılabilecek.

Manchester Üniversitesi'nin Fizik ve Astronomi bölümünde çalışan araştırmacılar, yüksek iletkenlik özelliğine sahip grafini hidrojen kullanarak modifiye ettiler ve grafan adını verdikleri iki boyutlu yeni bir hidrokarbon elde ettiler.

Uzmanlara göre grafanı üretmek çok zor olacak. Bunun nedeni ise ayrıştırma sürecinin yüksek sıcaklık gerektiriyor olması.. Bu ortam grafinin kristal yapısına zarar verebilir ya da yapısını değiştirebilir.

Kusursuz bir iletkenliğe sahip olan grafin birçok elektronik uygulamada kullanılabiliyorken grafan da kimya uygulamalarında kullanılabilecek.

Daha önce Northwestern Üniversitesi araştırmacıları esası grafin kullanarak son derece güçlü esnek ve kağıt kadar hafif yeni bir malzeme geliştirmeyi başarmıştı.

Grafin nedir?

Grafin, tek katmanlı karbon atomlarından oluşan bir karbon allotropu olarak biliniyor. "Grafin" kurşun kalemlerde de bulunan grafitin tek katman halinde olanıdır.

Kurşun kalemlerde üst üste dizilmiş binlerce grafin tabakası bulunuyor. Grafin son yıllarda birçok araştırmacının dikkatini çekmişti. Birçok ülke bu malzeme ile ilgilenmeye başladı.

Araştırmacılar 2004'te keşfedilen bu maddeyi Moore Yasası'nı bir şekilde devam ettirmek için geleceğin elektronik ve fotonik uygulamalarda kullanmayı planladılar.

Öyle ki grafin maddesiyle 1 atom genişliğinde 10 atom uzunluğunda transistörler üretildi. Grafinin zamanla silikonun yerini alması bekleniyor. Bu maddenin kullanımının artmasıyla çok daha hızlı bilgisayarlar yapmak kolaylaşacak.

Akademik Fizik Sitesinin 1. Yılı


OCAK AYI AKADEMİK FİZİK SİTESİNİN KURULUŞUNUN 

1.YILI ...


BU PASTADA HERKESİN PAYI VAR...



SİTELERİMİZ:









ZİYARET EDENLERE VE EMEĞİ GEÇENLERE TEŞEKKÜR 

EDERİZ...


Akademik Fizik Sitesi Adına: Mehmet ABDULLAHOĞLU




Japonlar yine başardı suya yazıyı yazdılar


Japonya'da, Akishima Laboratories'de suyun üzerine yazi yazabilmek için bir teknoloji gelistirmisler. 

Dalga yaratmak için 50 adet parça içeren bu alet ayni anda yaratilan dalgalarin üst üste binen 

olusumlari sayesinde su üstünde harf ya da resim olusturabiliyor. Tabii ki bunun için güçlü bir 

bilgisayar Bessel Fonksyionlarini kullanarak bir sürü hesap kitap yapiyor. Alet ayni görüntüyü üç 

saniyede bir olusturabiliyor