Tersine beyin göçü başladı

Tersine beyin göçüyle 248 araştırmacı Türkiye’ye dönüş yaptı.
Yurt dışındaki Türk bilim insanları Türkiye'ye geri dönüyor. Tersine beyin göçüyle 248 araştırmacı Türkiye’ye dönüş yaptı.

TÜBİTAK'ın yaptığı çalışma meyvelerini vermeye devam ediyor. Bilim insanları bir bir Türkiye'ye dönüyor.

TÜBİTAK bilim insanlarını Türkiye'ye geri getirmek için ABD ve Kanada’da toplam 11 farklı noktada çalıştaylar düzenledi. Türkiye’den 26 kurum ve kuruluş yetkilisi ABD’ye gitti.

Yetkililer, ABD’de çeşitli üniversite ve sanayi kuruluşlarında görev yapan 250 araştırmacı ile bir araya geldi.

Tanıtım masalarında kurumlar ile araştırmacılar ikili görüşmelerde bulundu. Görüşmelerde kurumlarındaki açık pozisyonlar araştırmacılarla paylaşıldı.

Çalıştaylarda, Türkiye'de araştırma alanındaki son gelişmeler, araştırmacıların Türkiye’ye dönerken ve döndükten sonra kullanabilecekleri destekler hakkında detaylı bilgi sunuldu.

Bu programlardan faydalanarak Türkiye’ye dönüş yapan araştırmacıların başarı hikayeleri paylaşıldı. Tersine beyin göçüyle 248 araştırmacı Türkiye’ye dönüş yaptı. 

DÖNENLER NE DİYOR?

Türkiye'ye dönen araştırmacılar "Türkiye'ye geri dönülmez" imajının yıkıldığını söylüyor.

Bu araştırmacılardan TÜBİTAK MAM Malzeme Enstitüsü'nden Doç. Dr. Bahadır Tunaboylu, "1990’lı yılların sonuna doğruda dönecektim ama o zaman Türkiye’deki araştırma fonları bu kadar yaygın değildi. Her türlü imkan ve alt yapı var. Dünya ile yarışacak duruma geldi ve elindeki imkanlar ile bir çok ülkeye göre daha dinamik. Bu ortam nedeniyle bir çok araştırmacı Türkiye’yi tercih ediyor. Türkiye’ye gelmek isteyen araştırmacıların döndükten sonra memnun olacakları ortamı bulacaklarına inanıyorum" dedi.

Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Orçun Kepez ise, "Geldikten sonra bulduğum imkanlar sayesinde dışarıda yapmak istediklerimi ülkemde yapmamı sağladı. Özellikle sosyal bilim alanında olan arkadaşlar ABD’de fon bulma noktasında sıkıntı yaşamıştır. Avrupa’da ve ülkemizde sosyal bilimler alanında çok fazla fon fırsatları bulunuyor. Geri dönüş için her türlü imkan ve destek var" şeklinde konuştu.

Bir teknoloji şirketinde temsilcilik yapan Yusuf Yusufoğlu da, "Türkiye’de çok güzel olanaklar var. Dönüş yaptığım için gerçekten çok mutluyum" dedi.

TRT Haber

İlk Türk uçağı keresteden yapıldı


Türkiye'nin ilk yerli uçağını yapan Vecihi Bey'i yazan Sabah yazarı Ardıç, çarpıcı iddialarda bulundu..

İlk Türk uçağını yapan Vecihi Bey'le ilgili dikkat çekici bir yazı kaleme alan Sabah yazarı Engin Ardıç, uçağın keresteden yapıldığını ileri sürdü. Ardıç, 'Vecihi Bey 1924 yılında İzmir'de "ilk Türk tayyaresini" yapmış. Kereste, tutkal, çadır bezi, vb. ile... Motorunu nereden almıştır bilinmez. (Ele geçirilen Yunan uçaklarından.)' diye yazdı.

TAYYARECİ VECİHİ
Biz merhum Vecihi Bey'i önce çizgi romandan tanıdık... "Katır tepmesiyle havalanan" bir pırpır tayyare vardı o çizgi romanda, pilotun adı da Vecihi Hürkuş.
Bunun bir de düşmanı vardı, daha doğrusu düşmanının hayaleti, göklerde Vecihi'yi kovalıyordu, o da Feliks von Deliks...
Elbette dalga geçilen, Birinci Dünya Savaşı'nın ünlü Alman pilotu Baron Manfred von Richtofen'di, "Kızıl Baron"... Çizgi roman da "Snoopy"... Çeviriyi yapan (Ali Gevgilili'ydi sanırım) bizim okuyucunun Kızıl Baron'dan falan anlamayacağını düşünerek böyle bir isim uydurmuştu. Hani, Fransızca aslında her biri ayrı bir espri kaynağı olan Obeliks, İdefiks gibi isimlere o saçma sapan Oburiks, Hopdediks gibi çocuk güldürecek zırvaların uydurulduğu gibi...

KADIKÖY'DE VECİHİ HÜRKUŞ ANITI AÇILMIŞ
Uzatmayalım, Kadıköy'de bir Vecihi Hürkuş anıtı açılmış.
Vecihi Bey 1924 yılında İzmir'de "ilk Türk tayyaresini" yapmış.
Kereste, tutkal, çadır bezi, vb. ile... Motorunu nereden almıştır bilinmez. (Ele geçirilen Yunan uçaklarından.)
Fakat bu tayyareye ruhsat vermemişler!
Neden? İzmir Belediyesi'nin evrak, mühür ve damgaları yangında tantuna gitmiş de ondan mı?
Hayır, bu işten anlayan uçak mühendisi yokmuş henüz.
Vecihi Bey "başlarım sizin ruhsatınızdan" demiş, deneme uçuşları yapmış ve bu yüzden ödül beklerken cezalandırılmış.
Hani istikbal göklerdeydi yahu?
Vecihi Bey hava kuvvetlerinden istifa etmiş, İstanbul'a gelmiş ve 1930 yılında Kadıköy'de bir "keresteci dükkânında" da ilk sivil tayyaremizi imal etmiş. Motorunu nereden koydu, bilinmez.
Gene ruhsat vermemişler.

DAHA SONRA PLANÖR VE DENİZ UÇAĞI DA YAPMIŞ
Hani istikbal göklerdeydi yahu?
Daha sonra planör ve deniz uçağı da yapmış (motoru Mercedes.)
O zamanlar keresteden uçak yapıp içine yabancı motor koyanlara "montaj sanayicisi, komprador" falan diye hakaret edilmiyormuş.
Fakat ruhsat da verilmiyormuş.
Postalcılar her fırsatta baltaladıkları Vecihi Bey'i bugün çok seviyorlar ve göklere çıkarıyorlar.
Atatürk'ün emir ve direktiflerini niçin yerine getirmiyorsunuz efendiler? Hadi onun önerdiği "hardaliye" nam içeceği içmiyorsunuz, uçak yapanı niçin engelliyorsunuz?

KAYNAK:HABER SEYRET

Türkiye’nin ilk özgün tasarım yerli piyade tüfeği üretildi.

http://goo.gl/Q8Klk


'SİLAHIN ÜRETİMİNDE TÜBİTAK’IN BÜYÜK KATKISI OLDU'
Latif Aral Aliş, silahın üretilmesinde TÜBİTAK, Kocaeli Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin büyük katkıları olduğunu belirtti. Aliş sözlerine şöyle devam etti: “Bu silah sadece bizim eserimiz değil. TÜBİTAK, Kocaeli Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi ile ortaklaşa yaptığımız bir silahtır. Bir üniversite çalışmasıdır. Türkiye’nin en büyük Ar-Ge kuruluşu TÜBİTAK’ın çok büyük katkısı vardır. Biz bu silahı üretirken basit bir örnek vereyim; sadece silahın kabzenin ergonomik yapısını doğru yapabilmek için 20 ile 30 yaşları arasında Türkiye’nin her tarafından kadın ve erkek bin 200 kişinin el yapısını inceledik. Sadece kabzenin ergonomik yapısını doğru kavrayabilmek için bunu yaptık. “
'SİLAHLARIMIZI PATENTLERİNİ ALDIK'
Özgün tasarım olan silahlarının kopyalanmaması için patentlerini aldıklarını söyleyen Aliş, “ Bu silahlar üzerine 5 tane patent var. Bir patenti almak için kendiniz tasarlamanız lazım. Bizi taklit edemesinler diye patentlerimizi de aldık. Bu silahlar kabzesinden gövdesine kadar ince çalışılmış bir iştir. Özel programlar ile yapılmış. Önce programlarda denedik, sonra kendimiz balistik testlerini yaptık. Şimdi biz okyanusta yüzüyoruz. 72 ülkeye ihracat yapıyoruz. Biz dünyada bir marka olduğumuza inanıyoruz. Bu projenin tasarlanması ve projelendirmesi 2 yıl sürdü. 2009’da başladık. 2011’de her şeyi ortaya çıkardık. 2013 ocakta imal izni aldık. Mayıs'ta imal ettik.” ifadelerini kullandı.  

Sinek kadar uçan robot yaptılar


Bilim adamları, bir sinek büyüklüğünde ve böceklerin çevik manevralarını taklit edebilen bir robot yaptılar. Sinek robotlar, arama kurtarma çalışmalarında görev yapacak. 

Amerika Birleşik Devletleri'nde bilimadamları, bir sinek büyüklüğünde bir robot yaptılar. Sinek robotlar, böceklerin çevik manevralarını taklit edebiliyor ve saniyede 120 kez kanat çırpabiliyor.

Karbon elyaftan üretilen ve bir gramdan çok daha hafif olan bu uçan robotun kanatları güçlü elektronik kaslarla hareket ettiriliyor.

Uçan robot, gerçek bir sineğin çevikliğine de sahip. Araştırmacılar bunun, kusursuz kanat tasarımının bir sonucu olduğunu söylüyor.

Doğal hayatta gerçek sinekler, bu araştırmada da uçan robot, kaldırma ve itme güçlerinin gövdeleri üzerindeki etkisinin büyük bir hızla, sürekli ayarlanması sonucunda havada kalmayı ve ani, çevik hareketler yapabilmeyi başarıyor.

Tıpki bir sinek gibi, robotun esnek kanatları da saniyede 120 kez çırpılıyor. Araştımacılar bu kanat hızına, her voltaj verildiğinde büzüşen 'piezoelektrik malzeme' adını verdikleri bir maddeyi kullanarak ulaşmışlar.

Elektrik akımını büyük bir hızla açıp kapatarak, bu maddeyi, tıpkı bir sineğin hızla hareket eden kanatlarındaki küçük kaslar gibi kullanıyorlar.

Bilimadamları, bu araştırmanın asıl amacının bir robot üretmekten çok, böceklerin uçuş becerilerini anlamak olduğunu ancak bu tür robotlar için pekçok kullanım alanı olabileceğini de belirtiyorlar.

Bilim dergisi Science'da yayımlanan araştırmayı yürüten ekipteki bilimadamları, bu tür robotların gelecekte arama kurtarma çalışmalarında kullanılabileceğini belirtiyor.

Biraz Kuantum’dan Zarar Gelmez


Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir.
Zamanda yolculuk fizik kurallarına aykırı değildir.
Bir atom aynı anda birçok farklı yerde bulunabilir.
Tıpkı sizin aynı anda hem New York hem de Londra’da bulunmanız gibi…
Bu cümlelerin bir bilimkurgu filminden alındığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Bilimin kendisi, bilimkurgudan çok daha çarpıcı bilgiler içeriyor.
Evren, bugüne kadar icat edilmiş her şeyden çok daha etkileyici.
Modern fiziğin iki büyük teorisi bizlere bu harikulade gösterinin kapılarını açıyor:
Kuantum Teorisi ve İzafiyet Teorisi.
Mikroskobik dünyadan zaman makinelerine, şizofren atomlardan kuantum bilgisayarlarına, kara deliklerden Evren’in ilk salisesine uzanan Marcus Chown, kullandığı basit dil ve verdiği pratik örneklerle, modern fiziğin temel fikirlerini sarmış olan sisi dağıtarak, başka bir illüzyona inanmaya gerek duymayacağımız ölçüde büyüleyici bir Evren’de bulunduğumuzu gösteriyor.
Biraz kuantum teorisi öğrenmekten kimseye zarar gelmeyeceği gibi, bu sayede yaşadığımız dünya ve kendimize dair çok daha geniş ölçekli bir bakış açısına da sahip olabiliriz. Yaklaşın, yaklaşın.Kuantum teorisi sizi ısırmaz!
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Teşekkürler.
BİRİNCİ KISIM: KÜÇÜK ŞEYLER
1   Einstein’i Solumak
2  Tanrı Neden Zar Atar
3  Şizofren Atom
4  Belirsizlik ve Bilginin Sınırları
5  Telepatik Evren.
6  Özdeşlik ve Farklılığın Kökleri.
İKİNCİ KISIM: BÜYÜK ŞEYLER
7  Uzay ve Zamanın Ölümü
8  E=mc2 ve Güneş Işığının Ağırlığı  .
9  Kütle Çekim Kuvveti Diye Bir Şey Yok.
10 Şapkadan Çıkan Tavşan.
Sözlük.
Okuma Malzemesi
ÖNSÖZ
Aşağıdakilerden biri doğrudur:
•    Aldığınız her nefes, Marilyn Monroe’nun verdiği nefesten bir atom içerir.
•    Yukarı doğru akabilecek bir sıvı türü vardır.
•    Bir binanın en üst katında, en alt katına kıyasla daha hızlı yaşlanırsınız.
•    Bir atom aynı anda birçok farklı yerde bulunabilir; tıpkı sizin aynı anda hem New York hem de Londra’da bulunmanız gibi.
•    Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir.
•    Herhangi bir kanala ayarlanmamış televizyondaki karlanmanm yüzde biri, Büyük Patlama’nın neden olduğu elektromanyetik gürültüdür.
Zamanda yolculuk fizik kurallarına aykırı değildir.
•    Bir fincan sıcak kahvenin ağırlığı, soğuk halinden daha fazladır.
•    Ne kadar hızlanırsanız, o kadar incelirsiniz.
Hayır, şaka yapıyorum. Bunların hepsi de doğru!
Bir bilim yazan olarak, bilimin bilimkurgudan çok daha tuhaf bilgiler içermesi ve Evren’in icat edip edebileceğimiz her şeyden çok daha etkileyici oluşu karşısmda her zaman hayrete düşmüşüm dür. Buna rağmen, 20. yüzyılın sıradışı keşiflerinden pek azı kamuoyunun dikkatini çekebilmiştir.
Geçtiğimiz yüzyılın en önemli iki başansı, atomlar ve bileşenlerini resmeden kuantum teorisi ile uzay, zaman ve kütleçekimini resmeden Einstein’ın genel görelilik teorisidir. Bu iki teori, dünya ve bizim hakkımızda neredeyse her şeyi açıklamaktadır. Aslına bakılacak olursa, kuantum teorisinin, ayaklarımızın altındaki zeminin neden katı olduğu ve Güneş’in neden ışıldadığını açıklamanın ötesinde, bilgisayarların, lazer teknolojilerinin ve nükleer santrallerin inşasını mümkün kılarak, bildiğimiz anlamda modern dünyayı yarattığı söylenebilir. Göreliliğin gündelik yaşam üzerindeki etkileri bu denli aşikâr değildir belki. Ne var ki, bu teori bize, hiçbir şeyin, ışığın dahi kaçamadığı kara deliklerin varlığını, ezelden beri varolduğu düşünülen Evren’imizin aslında Büyük Patlama denilen devasa bir patlamayla oluştuğunu ve zaman makinelerinin buraya dikkat mümkün olabileceğini göstermiştir.
Bu konular üzerine yazılan önemli kaynakların pek çoğunu okumama ve sahip olduğum bilimsel geçmişe rağmen, getirdikleri açıklamalar beni çoğu zaman şaşkınlığa sürüklemiştir. Durum böyleyken, bilimle alakası olmayanlar için konunun nasıl görüneceğini düşünemiyorum bile.
Edindiğim tecrübelerin tümü, “Temel bilimsel düşüncelerin çoğu özünde basittir ve dolayısıyla, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek bir dille ifade edilebilir,” diyen Einstein’ın haklı olduğunu gösteriyor. Bu kitabı yazarken aklımdaki fikir, sıradan insanların 21. yüzyıl fiziğinin temel prensiplerini anlamasına yardımcı olmaktı. Yapmam gereken yalnızca, kuantum teorisi ve genel göreliliğin temel fikirlerini ortaya koymak (ki bu işin aldatıcı derecede basit olduğu ortaya çıktı) ve geriye kalan her şeyin, mantıksal ve kaçınılmaz olarak, nasıl bu fikirlerden türediğini göstermekti.
Söylemesi kolay. Kuantum teorisi, geçtiğimiz 80 yıl içerisinde biriken ve kimsenin tam bir elbiseye dönüştüremediği parçalardan oluşmuş bir yamalı bohçaya benzetilebilir. Dahası, teorinin eşevresizlik gibi, neden insanların değil, ancak atomların aynı anda iki yerde olabileceğini açıklayan çok önemli parçalarını anlaşılır şekilde aktarmak fizikçilerin gücünün ötesinde görünmektedir. Birçok “uzmanla” konu üzerine görüştükten sonra, onların da bu kavramı tam olarak anlamamış olabileceğini fark ettim. Bu, bir anlamda, beni özgür kılıyordu. Ortaya konmuş tutarlı bir açıklama olmadığından ötürü, farklı kişilerden aldığım görüşleri bir araya getirerek kendi görüşlerimi oluşturmam gerektiğini anladım. Bu yüzden, burada yapılan açıklamaların birçoğunu başka hiçbir yerde bulamayacaksınız. Okuyacağınız sayfaların, modern fiziğin temel fikirlerini sarmış olan sisin bir kısmını dağıtacağını ve böylece, ne denli büyüleyici bir Evren’de bulunduğumuzu görerek bunun değerini vermeye başlayacağınızı temenni ediyorum.
1
EİNSTEİN’İ SOLUMAK
HER ŞEYİN ATOMLARDAN OLUŞTUĞUNU VE ATOMUN BÜYÜK BİR KISMININ BOŞLUK OLDUĞUNU NASIL KEŞFETTİK

Burnumun ucundaki bir hücrede bulunan hidrojen atomu, zamanında bir filin hortumunun parçasıydı.
Jostein Gaarder
Silahı kullanmaya hiç niyetimiz yoktu. Ama öylesine başbelası bir ırktılar ki. Aksinin geçerli olduğunu göstermek için harcadığımız tüm çabalara rağmen, bizi “düşman” olarak algılamakta ısrar ettiler. Tüm nükleer stoklarını mavi gezegenlerinin yörüngesindeki gemimize ateşlediklerinde sabrımız taşmıştı.
Silah basit fakat etkiliydi. Maddenin içindeki tüm boşluğu çekip çıkardı.
Siriyan keşif seferimizin komutam, kesiti ancak bir santimetre olan, parlak metalik küpü incelerken birincil kafasını umutsuzca salladı. “İnsan ırkından” geriye kalanın yalnızca bu olduğuna inanmak hiç de kolay değildi!
Şayet, tüm insan ırkının bir küp şekerin hacmine sığabileceği fikri bilimkurgu gibi geliyorsa, bir daha düşünün. Normal bir maddenin hacminin yüzde 99.9999999999999′unun boşluk olması dikkate değer bir gerçektir. Vücudumuzdaki atomların içerdiği boşluğun tümünü çekip çıkarmanın bir yolu olsaydı, insanlık gerçekten de bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığabilirdi.
Atomların bu ürkütücü boşluğu, maddenin yapı taşlarının sıra dışı özelliklerinden yalnızca biri. Bir diğeri ise, elbette ki, boyutları. Bu sayfadaki tek bir noktanın enini kapsamak için 10 milyon atomu uç uça dizmek gerekir. Bu durum akıllara şu soruyu getirecektir: Her şeyin atomlardan oluştuğunu nasıl keşfettik?
Her şeyin atomlardan oluşmuş olduğu fikri ilk defa, MÖ 440 yıllarında, Yunan filozof Demokritos tarafından öne sürülmüştür.* Demokritos, eline bir taş alarak kendisine şu soruyu sormuştu: “Şayet bunu ikiye böler ve parçalardan birini tekrar ikiye bölersem, sonsuza dek bunu yapmaya devam edebilir miyim?” Cevabı kesin bir hayır oldu. Maddenin sonsuza dek bölünebilmesi, Demokritos için tasavvur edilemez bir durumdu. Önünde sonunda, maddenin artık daha küçük parçalara bölünemeyecek bir taneciğe dönüşeceği çıkarımında bulundu ve “bölünemeyen” sözcüğünün Yunancası “a –t omos” olduğundan, maddenin söz konusu varsayımsal yapı taşlarına “atom” adını verdi.
Atomlar duyularla algılanamayacak kadar küçük olduğundan, varlıklarını kanıtlamak her zaman için güç olacaktı. Ne var ki, 18. yüzyılda yaşamış İsviçreli matematikçi Daniel Bernoulli tarafından bir yol bulundu. Bernoulli, atomların doğrudan gözlemlenmesi imkânsız olsa da, dolaylı olarak gözlemlenebilmelerinin mümkün olabileceğini anladı. Daha net bir ifadeyle ortaya koyacak olursak, Bernoulli, çok sayıda atom bir arada hareket ettiği takdirde, bunun gündelik yaşantımızda fark edilebilecek kadar büyük bir etkiye neden olabileceğini düşünmüştü. Tek yapması gereken, doğada bunun gerçekleştiği bir yer bulmaktı. Buldu da: bir “gazın” içinde.
Bernoulli, hava veya su buharı gibi bir gazı, bir kovan dolusu kızgın arıyı andıracak şekilde, çılgınca hareket eden milyarlarca ve milyarca atomun oluşturduğu bir topluluk olarak düşünüyordu. Bu net görüş, aynı zamanda, şişirilmiş bir balonun bu şekilde kalmasını sağlayan ve buhar makinesinde pistona kuvvet uygulayan gazın “basıncına” da açıklama getiriyordu. Bir kaba hapsedildiğinde, gazın ihtiva ettiği atomlar, dolu tanelerinin teneke bir çatıyı dövmesi gibi, kabın çeperlerine insafsızca çarpmaktaydı. Neden oldukları bileşik etki ise, kaba duyularımız tarafından kabın çeperlerini zorlayan sabit bir kuvvet olarak algılanan, gergin bir güç yaratıyordu.
Öte yandan, Bernoulli’nin basınç için getirdiği mikroskobik açıklama, gazın içinde olup bitenleri zihnimizde canlandırmanın kolay bir yolu olmanın ötesinde de faydalar sağladı. Artık kesin bir öngörüde bulunabiliyorduk. Eğer gaz ilk haciminin yarısına sıkıştırılırsa, atomların, kabın çeperlerine çarpmak için daha önce katettikleri yolun yalnızca yansını katetmesi gerekecekti. Bu sebeple de, kabın çeperlerine iki kat daha çok çarparak basına iki katına çıkaracaklardı. Şayet gaz, hacminin üçte birine kadar sıkıştırılırsa, atom çarpışmaları ve dolayısıyla basınç da üç katına çıkacaktı. Bu böyle devam ediyordu.
Söz konusu davranış İngiliz bilimadamı Robert Böyle tarafından gözlemlendi ve Bernoulli’nin gaza yönelik ortaya koyduğu açıklama onaylanmış oldu. Bernoulli atomları boşlukta oradan oraya uçuşan küçük tanecikler olarak açıkladığından, bu durum atomların varlığını destekliyordu. Bu başarıya rağmen, atomların varolduğuna dair kesin kanıt 20. yüzyılın başlarına dek ortaya çıkmayacaktı. Kesin kanıt, “Brovvn hareketi” adı verilen muğlak bir olgunun içinde saklıydı.
Brovvn hareketi, adını 1801 yılındaki Flinders keşif seferi ile Avustralya’ya yelken açan bitkibilimci Robert Brovvn’dan almıştır. Brovvn, güney yarımkürede geçirdiği zaman boyunca Avustralya’ya özgü 4000 bitki türünü sınıflandırmış ve bu süreçte canlı hücrelerinin çekirdeğini keşfetmiştir. Fakat Brovvn esas olarak, 1827 yılında suda asılı polen tanecikleri üzerine yaptığı gözlemle tanınır. Büyütecinin ardındaki Brovvn, sudaki taneciklerin, meyhaneden çıkıp evin yolunu bulmaya çalışan sarhoşlar gibi zikzaklar çizerek heyecanlı bir hareket içinde olduğunu gözlemlemiştir.
Brovvn asi polen taneciklerinin sırrını hiçbir zaman çözemedi. Bu konudaki asıl ilerleme için, bilim tarihindeki en büyük yaratıcılık patlamasının merkezinde bulunan 26 yaşındaki Albert Einstein’ı beklemek zorundaydık. “Mucizevi yılı” olan 1905′te Einstein, harekete dair Nevvtoncu fikirlerin yerini alacak özel görelilik teorisi ile Nevvton’un egemenliğine son vermekle kalmadı, aynı zamanda Brovvn hareketinin 80 yıllık sırrına da vakıf oldu.
Einstein’a göre polen taneciklerinin çılgınca dansının nedeni, küçük su molekülleri tarafından sürekli bir bombardımana…


FATIH SULTAN MEHMED HAN'ın Vefatının 532. Yılını Saygı Ile Anıyoruz.

https://www.facebook.com/Academicphysics
Orta Çağ'ı kapatıp, Yeniçağ'ı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed Han 3 Mayıs 1481 günü Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.

Bilim [Alan Kay]


Bilim, temsil edebildiğimiz ve düşünebildiklerimiz ile gerçekte ''orada bir yerlerde olan'' arasındaki ilişkiyi, iyi haritalamanın bir uzantısıdır. Bilim dahilinde tahminde bulunurken, yaklaşık değerlerin ve dillere karşılık gelen eşleştirmelerin tahmininde bulunuyoruz; ''doğru''nun değil. Ve eğer ''doğruyu tahmin ettiğimizi'' ya da ''doğruyu bulduğumuzu'' sanıyorsak, zihnimiz bilim yapmaya elverişli değil demektir. Bu durum bilim dışında hiç iyi anlaşılamıyor ve ne yazık ki bilim eğitimi almış bazı insanlarca da anlaşılmamış gibi görünüyor.

(Alan Kay)
 ''Science is a relationship between whatwe can represent and think about and what’s actually “outthere;” it’s an extension of good mapmaking. When we guess inscience, we are guessing about approximations and mappings tolanguages, not guessing about “the truth”—and we are not in agood state of mind for doing science if we think we are “guessingthe truth” or “finding the truth.” This is not at all well under-stood outside science, and unfortunately some people with sci-ence degrees don’t seem to understand it either.'' 
(Alan Kay)