Akadamik Fizik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akadamik Fizik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CERN'deki Türk fizikçi Tanrı Parçacığı'nı anlattı

Herkesin merak ettiği soruları Taha Akyol CERN'de görevli Türk fizikçiye sordu..



Bilim dünyası İsviçre'deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki (CERN) deneye kilitlenmişti. İlk açıklamalara göre Tanrı Parçacığı bulundu. Ancak kafa karışıklığı devam ediyor.
Hürriyet gazetesi yazarı Taha Akyol, CERN’de çalışan Türk fizik Prof'u Gökhan Ünel'e kafaları karıştıran tüm soruları yöneltti.
TANRI parçacığı ya da öbür adıyla Higgs Bozonu denilen atom-altı parçacık sahiden bulundu mu? Bilim tarihinde anlamı nedir? Ne işe yarar? Bu soruları CERN’de çalışan Prof. Gökhan Ünel’e sordum. Mayıs ayında Sağlık Bakanı Recep Akdağ ile CERN’i ziyaretimizde tanışmıştım (Hürriyet, 24 Mayıs).
California Üniversitesi’nden CERN’e gönderilmiş bir Türk bilim adamı, kendisini “Türk bilim rönesansına” adamış genç bir fizik profesörü... Mesele şu: 13.7 milyaryıl önce ‘big bang’ meydana geldiğinde açığa çıkan akıl almaz enerji nasıl oldu da sonsuz boşluğa ısı ve ışık olarak dağılacağına “kütle” kazandı yani maddeye, galaksilere, yıldızlara dönüştü? Bunu sağlayan atom-altı bir parçacık olmalı diye düşünen bilim adamları CERN’de bu parçacığı araştırıyorlar. “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” (BHÇ) içinde ‘big bang’ ortamı oluşturuluyor ve bu ‘parçacık’ gözlemlenmeye çalışılıyordu. Prof. Ünel, BHÇ’de “Güneş merkezindeki enerjiden yaklaşık 100 bin kat daha fazla” enerji yoğunlaşması sağlanarak bu deneylerin yapıldığını söyledi.

PARÇACIK BULUNDU MU?

Prof. Ünel, iki büyük deneyde de “yeni bir parçacık” görüldüğünü belirterek şunları söyledi: “Bu yeni parçacık aradığımız parçacık mıydı? Yoksa bir algıç hatası ya da üst üste 10 defa tura gelmesi gibi tabiatın bize yaptığı bir istatistik şakası mıydı? Böyle olması ihtimalinin 3 milyonda bir olduğu hesaplandı! Yani kesinlikle yeni bir parçacık bulduk, ama bu nedir henüz tam bilmiyoruz. Higgs parçacığı olabilir...” Bulunan parçacık Higss parçacığının teorik özelliklerine uygun gözüküyor... “Ancak elimizdeki veri ile olası her özelliğe bakamadık. Yapılacak ilk iş daha çok veri toplayıp bu görülen parçacığın gerçekten Higgs olduğundan emin olmak... Higgs parçacığı ise, artık protonu oluşturan temel parçacıklara (kuarklar, elektronlar vb.) kütle kazandıran mekanizmayı anlıyor olacağız...” Anlıyor olacağız da ne olacak?..

BULUŞ NEYE YARAYACAK?

Günlük hayatımızda ne gibi gelişmeler olacak? İşte cevabı: “Pratikte bu ne işe yarar sorusu için çok erken. Biz bugün bir çocuğun doğumunu müjdeledik, ileride hangi mesleği yapacağını şimdiden bilemeyiz! Tersini söyleyen ‘benim torunum ileride başkemancı olacak’ diyen bir dede gibi komik duruma düşer!” Peki bu bulgu temel fizik teorileriyle uyumlu mu, yepyeni bir teori mi doğuyor? “Eğer bulunan parçacık gerçekten Higgs Bozonu ise, bizi buraya kadar getiren kuram olan Standart Model’i doğrular nitelikte olacaktır. Yani temel fizik kuramları, kuantum ve görelilik gibi bilgiler ile uyumlu. Zaten bunlara tamamen zıt bir şey bulmamız mümkün değil. Biz Vatikan değiliz ki önce ‘dünya tepsidir’ veya ‘duruyor’ deyip sonra ‘yok yuvarlakmış, dönüyormuş’ diye devamlı kendimizle çelişelim. Bilimde ilerlemeler adım adım ve her adımdan emin olarak yapılır. Bu yüzden Higgs’i bulduk’ demiyoruz. Aman bizim magazin düşkünü insanımıza gereksiz malzeme vermeyelim.”

EVRENİN TARİHİ

Gökhan Ünel’in gönderdiği “Evrenin tarihi” şemasını biraz sadeleştirerek size de sunuyorum:
- 0 saniye: Büyük Patlama, enerji yoğunluğu sonsuz, çünkü evren nokta kadar.
- 0,-25 tane sıfır
-1 saniye, yani saniyenin trilyonda birinin trilyonda biri: BHÇ’nin ulaşabileceği en yüksek yoğunluk, nokta halindeki evren yaklaşık 300 milyon km’ye genişlemiş.
- 0,00001 saniye: Proton ve nötronlar oluşuyor.
- 3 dakika = 180 saniye: Hidrojen ve helyum gibi hafif çekirdekler oluşuyor.
- 380 000 yıl: Elektronlarla birleşen hafif çekirdekler hidrojen ve helyum atomlarını oluşturuyor.
- 200 milyon yıl: Yıldızlar ve gökadalar oluşuyor.
- 9.2 milyar yıl: Güneş sistemi oluşuyor.
- 10 milyar yıl: Dünya’da hayat başlıyor.
- 13.7 milyar yıl: Bugün...

TEMEL BİLİMLER UYARISI


Prof. Ünel’in Türkiye’de uygulamalı bilimlere büyük önem verilirken temel bilimlerin ihmal edilmesini eleştiren şu uyarısını, YÖK’e ve bilim camiamıza sunuyorum: “Türkiye’de anne-babaların, hatta öğretmenlerin bile ‘oğlum, kızım fizikçi olacak da ne olacak’ demesi, fizik bölümlerinin kapanıp hocaların işten çıkarılması içimi acıtıyor. Mühendislik, ancak biri bin yapabilir; sıfırı bir yapmak ise temel bilimlerin, özellikle de fizikçilerin işidir. Eğer bunu unutursak ülkemiz geri gider.”

TAHA AKYOL

PİRİ REİS VE HARİTA




PİRİ REYİSİN HARİTASINI NASIL AÇIKLAMAMIZ GEREK ?
 


Genel Görünüm
Harita ceylan derisi üzerine çizilmiş, 90 x 60 cm boyutlarındadır. Ortaçağ haritalarından sıkça rastlanan portolan tarzında yapılmıştır, yani enlem ve boylam çizgileri yerine anahtar noktalarda yönleri gösteren pusula gülleri ve bunlardan ışınsal olarak yayılan yön çizgileri vardır. 

Kenarlarda açıklayıcı nitelikte çeşitli notlar vardır. Notların bır kısmı tutsak edilmiş Portekiz ve İspanyol denizcilerin ifadelerine dayalıdır. Notlarda Yeni Dünya'nın yerlileri, hayvanları, bitkileri, madenî zenginlikleri ve diğer ilginç özelliklerine değinilir. Ayrıca, gösterilen yerlerde bulunduğu rivayet edilmiş hayvan veya hayalî yaratıkların resimlerini de gösteren harita, toplam dokuz renkle çizilmiştir. 

Kenar notlarından birinde bu haritanın batıda Kristof Kolomb'un keşfettiği yöreler, doğuda da "Çin, Hint ve Sint" bölgelerini gösterdiğini yazar. Sağ kenardaki notlarının bazıların yarım cümlelerden oluşması bu haritanın daha büyük bir dünya haritasının sol yarısı olduğunu gösterir; öbür yarısı kayıptır. 

Notlardan bir diğerinde "İşbu haritayı Kemal Reisin biraderzadesi unvanile müştehir Pii 9 Mart ile 7 Nisan arasında Geliboluda tahrir eylemiştir''" yazar. Kenar notlardaki bilgilerin bir kısmı Piri Reis'in daha sonra yazdığı Kitab-ı Bahriye'sinde de aynen yer alır.seran



Haritanın kaynakları
Kenar notları bu haritanın, bir kısmı Akdeniz'de ele geçirilmiş İspanyol ve Portekiz gemilerinde bulunmuş olan, yaklaşık 20 haritanın bir birleşimi olduğunu belirtmektedir. Bunların arasında sekiz 'Caferiye' haritası, dört Portekiz haritası, güney Asya'ya ait bir Arap haritası ve Kristof Kolomb'a ait bir Amerika haritası vardır. Caferiye haritaları, çok eskiye dayanan, Abbasi halifelerinden Al-Me'mun Al-Ca'far zamanında kopyalanmış olan, Büyük İskender zamanına ait haritalardır. 

Piri Reis, haritasının Orta Amerika kısmının kaynağının Kristof Kolomb olduguna bu satırlarla belirtir: "Bu isimler ki mezbur cezairde ve kenarlarda kim vardır, Kolonbo komuştur ki anınla malûm oluna. Ve hem Kolonbo ulu müneccim imiş. Mezbur hartide olan bu kenarlar ve cezireler kim vardır, Kolonbonun hartisinden yazılmıştır."

Piri Reis haritasının Kristof Kolomb haritasından kaynaklandığının önemli bir delili, Küba'nın yokluğudur. Kristof Kolomb seyahatnamelerinde Küba'nın bir ada değil, kıtanın uzantısı oldugunu yazmıştır ve Piri Reis haritasında da Küba bu şekilde gösterilir.

Notlarda "Antilya" olarak değinilen Karayipler hakkında çeşitli bilgiler verilir. Bir kenar notunda adı geçen "Izle de Spanya", (günümüzde Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'nin bulunduğu) Hispanyola adasına karşılık geldiği anlaşılabilse de, bu kenar notunun yanındaki adanın şekli Japonya'ya benzemektedir. Macellan'ın seyahatlerinden önceki dönemde Atlas Okyanusu'nun batı kıyısında Asya olduğu kanısı yaygındı. Çin'e varmak amacıyla yola çıkan Kristof Kolomb'un yanına Uzak Doğu Asya haritaları almış oldugu bilinir, bu Kolomb'un Doğu Asya kıyılarını gösteren haritalara kendi keşfettiği yerleri eklemiş olması muhtemeldir. Haritanın bu bölgesindeki pek çok kıyı şekli Asya'nın doğu kıyılarına karşılık gelmektedir. 

Karayipler'in çiziminde Piri Reisin iki haritadan yararlandığı anlaşılabilir. Sancuvano Batisdo adı iki farklı ada için (biri günümüz Porto Riko'sunda bulunan San Juan Bautista, öbürü Küçük Antiller'de yer alan Santa Maria de Guadalupe) kullanılmıştır, ayrıca Virgin Adaları iki kere çizilmiştir. 

Güney Amerika'nın içerlerinde görülen dağlar Caneiro haritasında da görüldüğünden dolayı, Piri Reis'in kaynaklarından biri muhtemelen onun türevlerindendir.

Brezilya kıyıları konusundaki kenar notunda bu kıyıları kazara keşfetmiş Portekiz kaşiflerin ayrıntılı anlatılarından yararlandığını belirtir. Söz konusu kaşif şüphesiz 1500'de Hindistan'a giderken Brezilya'yı keşfeden Pedro Alvares Cabral'dir.

Haritadaki bazı yörelerin kaşiflerin Ceneviz'li olduğuna dair övücü ifadeler bulunması, ayrıca Kristof Kolomb'dan onun İtalyanca'da kullanılan adı olan 'Kolombo' olarak bahsetmesi Piri Reis'in Cenevizli kaynaklardan da yararlandığına işaret eder.



Haritanın kaynakları hakkında diğer teoriler
Piri Reis haritası 1960'lı yıllarda bazı bilim ötesi teorilere ilham kaynağı olmuştur. Charles Hapgood, haritada Güney Amerika'nın güney ucundan doğuya doğru olan uzantıyı, 16. yüzyılda henüz varlığı bilinmeyen Antarktika olarak yorumlamıştır. Bu kara parçasının haritada buzlu görünmemesi, Sahra çölünde ise göllerin görünmesi yüzünden Hapgood, Piri Reis'in kullandığı kaynaklar arasındaki bir haritanın, dünyanın onbin yıl önceki, ikliminin günümüzden çok farklı olduğu, bir dönemine ait olduğunu öne sürmüştür. Bu iddiaya göre Piri Reis, tarih öncesi çağlarda yaşamış bir medeniyetten kalma bir haritadan yararlanmıştır. Erich von Daniken ise Tanrıların Arabaları adlı kitabında, Piri Reis haritasındaki bazı şekil bozukluklarını açıklamak için, uzaylı bir medeniyetin uzaydan çektiği dünya fotoğraflarından yararlanılmış olduğunu iddia etmiştir.

Ancak, bu görüşler bilimsel çevrelerderde destek bulmamışlardır. Örneğin, haritada gösterildiği biçimiyle Nijer nehrinin yatağı, Sahra'da olmuş olabilecek göllerden beslenemeyecek kadar yüksek bir irtifadadır. Haritanın pek çok ayrıntısı dünyanın uzaydan görünümüne uymacak derecede hatalıdır. Üstelik, Antarktika teorisiyle çelişkili olarak, Piri Reis'in kendisi, bir notunda haritanın alt kısmındaki kara parçası hakkındaki bilgileri rotalarından çıkıp kaybolmuş Portekizli denizcilerden aldığını, onların dediğine göre o yörenin çok sıcak olduğunu yazar.

Haritada Güney Amerika kıyılarının doğuya doğru dönmesinin bir açıklaması, Güney Amerika'nın doğru çizilmesi halinde haritanın üzerine çizildiği kıymetli ceylan derisinde ona yer kalmayacağıdır. Bu görüşe göre Piri Reis, haritaya bir ekleme yapıp onun güzelliğini bozmaktansa Güney Amerika kıyılarını haritasının alt kısmına kaydırmıştır.


BİLİM DÜNYASI

BU SORUYU BİLENE?



BU SORUYU BİLENE 3 BİN LİRA!





İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödeyeceğini açıkladı. Soru ise, “Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”...

İngiltere’deki Kraliyet Kimya Birliği, ‘Mpemba Etkisi’ adı verilen şu soruya ikna edici cevap verebilen kişiye, 1000 sterlin (yaklaşık 2 bin 800 TL) ödemeyi vaat etti:

“Neden sıcak su, soğuk sudan hızlı donar?”

Bugüne kadar, buharlaşma, ısı yayılımı, aşırı soğutma gibi teoriler öne sürülse de bu konuyla ilgili ikna edici bir kanıt bulunamadı. Kraliyet Kimya Birliği, yaratıcı ve göz alıcı cevapları 30 Temmuz’a kadar “www.hermes2012.org/ice” web sitesine beklediklerini açıkladı.

Aristoteles ve Descartes bile cevaplayamadı

Aristoteles ve Descartes gibi ünlü filozofların bile cevabını bulamadığı problem, 1968 yılında Tanzanyalı üniversite öğrencisi Erato Mpemba’nın, hocası Dennis Osborne’a bu soruyu sormasıyla ünlendi.

‘Mpemba Etkisi’

Osborne, soruya cevap veremedi ve bununla ilgili daha sonra çok ünlü olacak bir makale yayınladı. Bu soru, o zamandan beri ‘Mpemba Etkisi’ olarak adlandırılıyor.

(Vatan)

CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


CERN’den yeni keşif: ‘Higgs Çağı’ başlıyor


Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) 4 Temmuz’da tarihî bir gün yaşadı.
 40 yıldır aranan parçacığa dair önemli bir keşif gerçekleşti. Fakat o parçacığın
 Higgs olduğunu söylemek için biraz daha
 zaman gerekiyor. Bilim dünyasının gözü geçen hafta bir kez 
daha Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’deydi. ‘Bir kez daha’ diyoruz
 çünkü Aralık 2011’de de dikkatler aynı yere 
odaklanmıştı. O zaman gelmeyen müjdeli haber bu kez geldi ve fizik dünyası yen
olduğu kadar heyecanlı bir döneme girdi. Belki de önümüzdeki çağın adı 
Higgs olacak.Açık konuşmak gerekirse; 40 yıldır aranan ve teoride maddeye
 kütle kazandırdığı kabul edilen Higgs parçacığı 
deneysel olarak da yüzde 100 olmamakla birlikte tespit edildi.
 CERN’deki bilim insanları, 4 Temmuz’da Higgs olma ihtimali çok
 yüksek yeni bir atomaltı parçacık bulduklarını açıkladı. 126 giga
 elektronvolt (GeV/c2) kütle bölgesinde keşfedilen parçacığın Higgs
 olduğunu kesin olarak söylemek içinse araştırmalar devam edecek.
 Yeni keşfin ne anlama geldiğini CERN’deki ALICE deneyinde çalışan
 bilim adamlarından Dr. Sedat Altınpınar’a sorduk.
-Geçen yılki sonuç biraz endişe içinde açıklanmıştı ve yüzler
 gergindi. Bu kez hem coşku vardı hem de yüzler gülüyordu, 

bunun sebebi ne?

İlginç, yüz ifadelerindeki değişikliği fark etmemiştim; daha coşkulu bir 

ortam olduğu kesin. Geçen sene yeni bir parçacığın kuvvetli işaretleri 
duyurulmuştu; ama bir keşiften bahsetmek için erkendi. Şimdi yeni bir
 parçacığın varlığından bahsetmek için bilimsel yeterlilik sağlandı. Şöyle
 bir benzetmeyle anlatayım: Okyanusta dalga yüksekliğini ölçtüğünüzü
düşünün. Yüzeyde sürekli dalgalanmalar oluyor; ama siz sıradan
 olmayan bir dalganın peşindesiniz. Koca okyanus didik didik edildi 
ve kasım ayında epey büyük bir dalga gözlemlendi. O dalga şimdi
 tsunami oldu ve artık onun sıradan bir dalga olmadığından eminiz. 
Fizikçiler seçilen bir dalganın sıradan dalgalara göre farklılığını sigmalarla 
ölçüyor. Şu anda 5 sigma seviyesine erişildi ve dalganın farklılığı 
kesinleşmiş oldu. Geçen sene 2 küsür sigma vardı. Tekrar sorunuza 

dönecek olursak sigmalar arttıkça, fizikçilerin yüzündeki tebessüm artar.

-O zaman ‘Higgs yılanının’ kuyruğunu yakaladık diyebilir miyiz?


 Yoksa karşımıza başka bir sürüngenin çıkma ihtimali var mı?

Eger bir Higgs parçacığı varsa kuyruğunu yakalamış olabiliriz. 

Süpersimetrik teorilere inanırsak Higgs parçacığı tahtını bir ikizle paylaşmak
 durumunda. İkizlerden birini veya egzotik bir bozon parçacığı da 
görmüş olabiliriz. Bu durumda Standart Model dediğimiz, şu ana kadar
 tabiatı ve temel parcacıklarını çok başarılı şekilde tarif eden teorik
 yapının ötesinde bir fiziğe de kapı açılmış olur. Ancak söylediklerim Higgs’in
 keşfiyle ilgili temkinli bir yaklaşım. Ben CERN direktörü Rolf Heuer’in 
sözlerine katılıyorum: “Bu işten anlamayan biri olarak, bulduğumuzu
 sanıyorum.” Kristof Kolomb gibi, bir kıtanın karşısındayız.
 Amerika mı Asya mı zamanla anlayacağız. Yeni bir kıta gördüğümüz
 kesin. Veya okyanus örneğini kullanırsak tsunamiyi gördük, şimdi

 onu tetikleyen deprem miydi fırtına mıydı, bulmak gerekiyor.

-Bazı gazeteler Higgs parçacığının kesin bulunduğunu, 

bazıları ise yüzde 99,9 oranında yaklaşıldığını yazdı. Doğr

u olan hangisi?

Bu daha önce açıkladığım sigmalarla ilgili bir konu. Takriben söylemek

 gerekirse, 1 sigma yüzde 68’e, 3 sigma yüzde 99’a ve 5 sigma 
yüzde 99,9999’a tekabül ediyor. Matematiği biraz iyi olanlar bunun 
Gauss dağılımıyla ilgili olduğunu anlamıştır. Sözü geçen kesinlik, bir
 parçacığın varlığıyla ilgili, yani yeni bir parçacık gözlemlendiği kesin;
 fakat bunun Higgs olup olmadığı kesinleşmedi. Standart Model, Higgs 
parçacığıyla ilgili kütlesi hariç tüm özellikleriyle ilgili öngörülerde bulunuyor
. Şimdi bu kriterlerin test edilmesi gerekiyor. Eğer bu fiziksel nitelikler

 sağlanırsa, ölçülen parçacığın gerçekten Higgs olduğunu anlayacağız.

-Yüzde yüz kesinlikte bulunması için araştırmaların ne kadar


 süreceğine ilişkin öngörü var mı?

Yüzde yüz hiçbir zaman olmayacaktır. Çünkü okyanus sakin bir su 

değildir, tabiatında hep dalgalı olmak vardır. Higgs parçacığının 
ölçümünde de benzer durum söz konusu. 5 sigmalık güvenirlik fizikçilerin

 üzerinde uzlaştığı bir kabul aslında.

-Higgs parçacığı kütlesiz olduğu için görülmez deniyor, o zaman


 tespit edilen şey ne?

Evet aslında Higgs parçacığı, Higgs mekanizması dediğimiz bir 

konseptin sonucu. Bir anlamda bu mekanizmayla, Antik Yunanlıların
 ortaya attığı esir maddesi konsepti gibi bir şeye dönmüş oluyoruz.
 Bu teoriye göre vakum aslında mutlak bir boşluk değil, bilakis belli
 mekanizmalarla donatılmış bir medyum. Bugün de şunu söylüyoruz:
 Bütün vakum Higgs alanıyla dolu ve tüm parçacıklar niteliklerine göre
 bu medyuma az veya cok yapışıyor. Az etkileşenler küçük, çok etkileşenler
 büyük kütleli oluyor. Medyuma Higgs denizi dersek, bu denizle
 parçacıkların etkileşimi Higgs parçacığı vasıtasıyla oluyor. İlginç
 olan Higgs parçacığının kendisinin de bu denizle etkileşmesi ve 
dolayısıyla kütleli olması. Higgs’in kütlesi olmadığı tezi tam doğru değil.
 Üstelik son ölçülen şey buydu: 126 küsur GeV/c2’lik bir kütle.

 (Bir GeV/c2, hemen hemen bir protonun kütlesine tekabül ediyor.) 

-Bu keşfin ardından fizik biliminin yeni bir çağa gireceğini


 söyleyebilir miyiz?

Evet, hâlâ çözülmesi gereken sorular olmakla beraber bunun bir

 milat olduğunu söyleyebiliriz. Şu anda Standart Model’in içindeki
 temel parçacıkları düşündüğümüzde (Higgs’i bulduğumuzu varsayarsak) 
yapbozun son halkası da yerleşmiş oldu. Standart Model’in yine de
 açıklanması gereken tarafları var. Mesela modelin üretemediği,
 hariçten alması gereken parametreleri var; bunların anlaşılması lazım.
 Higgs parçacığı anlaşıldıkça insanoğlunun hayatına ve uygulamaya

 yönelik yansımaları olacaktır.

-Higgs’in bulunması, evrenin yaratılışı hakkında ne tür


 bilgiler verecek?

Bu önemli bir soru, çünkü bu konuda çıkan haberlere baktığımda 

sapla samanın birbirine karıştığını görüyorum. (İsmet Berkan’ı bu
 açıdan takdir ederim. Fizikçi olmayan birine göre konuya hâkimiyeti var.)
 Higgs mekanizması bugün etrafımızda gördüğümüz kütlenin bir
 kısmını açıklıyor. Yani doğrudan evrenin oluşumuna yönelik bir araştırma
 olmasa da illaki birçok fizik konusu gibi alakası var. Sözlerim yanlış 
anlaşılmasın; elbette Higgs parçacığının kütlesinin kozmolojik sonuçları 
da var. CERN deyince çalışılan tüm konular cağrışım yaptığı için yazılan
 makale ve haberlerde Higgs, evrenin başlangıcı gibi konular birbirine
 giriyor. CERN’deki büyük deneylerden ATLAS ve CMS öncelikli 
olarak kendilerini Higgs konusuna vakfetmiş. LHCb deneyi madde
 antimadde arasındaki asimetriyi araştırıyor. Benim de mensubu
 oldugum ALICE deneyi ise evrenin başlangıç şartlarını inceliyor 

ve Higgs gibi bir önceliği yok.

-40 yıldır aranan parçacığın henüz tam olarak bulunamadığını


 söylüyorsunuz. Araştırma neden bu kadar uzun sürüyor?

Bir önceki sorudan devam etmek gerekirse, zaman zaman Higgs’in

 evrenin başlangıcındaki hususiyetlerini konu ederek
, ‘hızlandırıcıda evrenin başlangıç şartlarındaki enerjiyi üretebilmesi
 gerekir’ diye yazılar okuyorum. Eğer Higgs parçacığının kütlesi
 daha küçük olsaydı belki de çok önceden daha düşük enerjilerde 
çalışan hızlandırıcılarda keşfedilecekti. Buradan soruyla devam edebiliriz.
 Hızlandırıcıların en azından Higgs’in kütlesini oluşturacak kadar bir
 enerji sağlaması gerekiyor. Bunun haricinde bir iki mesele daha var;
 yine okyanus metaforunu kullanırsak çok dalgalı bir ortamda
 tsunamiyi seçmek daha zor. Ayrıca deneylerin kalitesi, hassasiyeti gibi
 konular var. Mevcut deneylerin ilk fikirlerinin 20 küsur sene 
öncesine dayandığı, bunların ciddi fizibilite, detektör, AR-GE’si vs.

 düşünüldüğünde 40 yıl yadırganacak bir zaman değil.


AKSİYON DERGİSİ

Fizikle İlgili İlginç Bilgiler Öğrenmek İster Misiniz?




BİLİYOR MUYDUNUZ? (AKADEMİK FİZİK)


Einstein’ in 3 yaşında konuşmaya başladığını... 
9 yaşındayken henüz istediği her şeyi tam olarak söyleyemediğini... 
Hocasının anne ve babasına “oğlunuz ne olursa olsun hiçbir zaman başarılı olamayacak” dediğini... 
Bir diğer hocasının da “öğrencilere kötü örnek oluyorsun” diyerek okulu bırakmasını istediğini... 

Matematik hocasının “tembel köpek” taktığını... 

Newton’ un çekingenliği yüzünden diferansiyel ve entegral hesabını 38 yıl sonra yayınladığını... 

Geçimsiz ve kuşkulu kişiliği yüzünden okul arkadaşları tarafından hırpalandığını ve hor görüldüğünü... 

Higgs Bozonu'nu kime, nasıl anlatmalı?


Bilim dünyasında büyük heyecan yaratan Higgs Bozonu'nun önemini anlamak kolay olmayabilir.


Higgs Bozonu

Önceki gün yüzde 99 ihtimalle bulunduğu açıklanan Higgs Bozonu’nun önemini anlamak kolay olmayabilir. Bulunmasıyla, evrenin nasıl oluştuğuna dair bilim dünyasının şimdiye kadarki tezlerini (Standart Model) doğrulayan Higgs Bozonu’nu basitçe kavrayabilmek ve anlatabilmek için The Guardian ’ın hazırladığı rehberden aktarıyoruz. 
Herhangİ bİrİne anlatırken: Birine, fizikten çok iyi anlıyormuşçasına Higgs Bozonu’nu açıklamak istiyorsanız, bozonun bulunmasının, evrenin oluşumu üzerine geliştirilmiş en önemli teori olan Standart Model’in eksik kısmını tamamladığını söyleyebilirsiniz. Standart Model’de enerjinin maddeye nasıl dönüştüğü büyük bir boşluktu. Higgs Bozonu ile bu açıklanmış oldu. Bu özet ile fizikten anlayan insan imajı verebilirsiniz! 
Edebİyat öğrencİlerİne: Bir cümlede virgül ya da nokta olmazsa o cümle nasıl da anlamsızdır değil mi? Higgs Bozonu bulunamasaydı evren de noktasız cümle gibi anlamsız olurdu. 
fİzİk öğrencİlerİne: Bunun bir atom değil atomaltı parçacığı olduğunu anlamalısınız. Fizikçi olmayı düşünüyorsanız önünüzdeki 50 yıl Standart Model’i geliştirme çalışmalarıyla geçebilir. O yüzden bu rehberi okumayı bırakıp gerçek fizik kitaplarına dönseniz iyi olur! 
Çocuklara: “Gördüğümüz her şeyin nasıl var olduğunu bilmiyorduk. Bilim insanları uzun zamandır aradıkları parçacığı buldu. Şimdi dünyanın nasıl oluştuğunu daha iyi anlayabiliyoruz” demeniz yeterli. Hâlâ “Nasıl?” diyorsa, hemen susmazsa çikolata yiyemeyeceğini söyleyin! 
Dİndar arkadaşa: “Higgs Bozonu’nu da Tanrı yarattı” deyin en iyisi... 

‘Tüm parçacıklar Allah’ın’ 
Higgs Bozonu’nun varlığının ispatlanması, evrenin nasıl oluştuğunun açıklanması açısından din ve bilim arasındaki ilişkiye yeni bir boyut katmış oldu. Yorumu felsefe ve din üzerine çalışan araştırmacılara bıraktık... 
Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Caner Taslaman: Higgs Bozonu fizikteki teoride var olan bir parçacıktı. Bu parçacığın bulunması veya bulunmaması Allah’ın varlığıyla ilgili bir kanı yaratmaz. Tanrı Parçacığı ifadesi bir şaka sonucu ortaya çıkmıştı. Dikkat çeksin diye bu isim konuldu. Hatta Peter Higgs parçacıktaki kendi isminin gölgede kalmasından dolayı rahatsız oldu. Bu kelime insanlarda yanlış bir izlenim oluşturuyor. Bilmeyenler CERN’de dinle ilgili köklü bir çalışma yapılıyor sanıyor ancak bu bir bilim çalışması. İslami olarak bakarsak bütün parçacıklar Allah’ın parçacığı. Biz bugün evrenin varoluşunu anladık diyemeyiz. Çünkü felsefenin ve teolojinin sorduğu bir soruya bilim cevap veremez. Neden doğa yasaları mevcut şekildedir sorusunun cevabı felsefe ve teoloji alanıdır. Bilim ‘neden’ sorusuna, felsefe ‘niçin’ sorusuna cevap verir. 
Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş: Hiçbir şey kendi kendine olmaz. Kâinatın bir yaratıcısı vardır. İnanç insanın doğasında vardır ve bu bilimin değil dinin konusudur. Bilim insanları parçacığa ister rastlasın, ister rastlamasın, Tanrı inancını insanın ruhundan yüzlerce yıldır atamamışlar, atamazlar. Onlar her şeyi ateizme göre yorumluyorlar. Bilim insanları, bilimin varlığı gereği bu konuda kesin bir şey söyleyemez. Bu konunun bir maddenin bulunup bulunmamasıyla ilgisi yoktur, aslolan inançtır. Aklı, mantığı olan zaten evrendeki bu müthiş düzeni görür. Âlemde müthiş bir kanun var, işleyiş var, biz bu işleyişe Tanrı diyoruz. Bu şelaleler, ağaçlar ve bu düzenin kendi kendine olma ihtimali yoktur. 


RADİKAL

Fareyi Bulan Adamın Hazin Öyküsü

İşte size ilk farenin fotoğrafı

Son yüzyılda yapılan ve günlük hayatımızda yer eden icatları düşünün, 

bunlardan en etkileyici olanlarından biri şüphesiz ki fareydi. İşaretleyerek ve 

tıklayarak bilgisayar üzerinde kontrol sağlayan bu cihazın olmadığını düşünün.


Yerine neyi, nasıl kullanırdık?




İlk fare tahtadan yapılmıştı ve tekerlekleri vardı. İmleci ekran üzerinde X-Y 



pozisyonlama yöntemiyle hareket ettirilen fare bugün 40 küsür yaşında.

Douglad Engelbart tarafından icat edilen farenin mucidini trilyoner ettiğini 

düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. 1963’te fareyi icat eden Engelbart, 1967’de 

icadının patentini almış. Stanford Araştırma Enstitüsü’nde ilk prototipi 

üretildiği halde neredeyse yirmi yıl boyunca yaygınlaşmadı. Fakat daha sonra 

Apple’ın Mac bilgisayarının tanıtıldığı basın toplantısında, fareleri tüm dünya 

tanımış oldu.

TheNextWeb‘in yer verdiği Engelbart zamanının çok ötesinde bir mucit olarak 

tarihe geçti. Ancak malesef icat ettiği cihazın, PC’lerde kullanılmaya 

başlamasından çok önce patent süresi bitmişti.

Hoparlörler hakkında yapılan bir konferans sırasında çok sıkılınca hayalini 

kurduğu fareyi icat eden ve bunu geliştiren Engelbart’ın aklındaki soru hep 

aynıydı:

“Bu aleti nasıl insan zekasına destek verecek, zeka yükseltecek hale 

getirebilir, kullanımını yaygınlaştırabilirim?”

Yine de Engelbart, patent süresi dolduktan sonra 40 bin dolara Apple 

tarafından lisanslanan farenin ekmeğini yiyemedi.


Fizikçi Kimdir?


fizik bir yaşamdır...

   Fizikçiler olup olmadık yerde olup olmadık zamanlarda bir gerçeğin nedenini, nasılını,oluşum sürecini,şartlarını düşünüp onu çözmeye çalışırlar . Kafaları daima problemlerle meşguldür. Onlar için somut gerçekleri incelemek daha eğlencelidir.Çünkü onları bir şekilde kanunlarla ifade edebilirler, formülize edebilirler, matematiğe dökmek isterler. Bir formülü görüp onun ne demek istediğini anlamaya çalışmayan bir fizikçi yoktur. Gördükleri bir formül onlar için adeta dile gelmiş bir çocuk gibidir. Öte yandan sevgi gibi, mutluluk gibi soyut kavramları bu şekilde anlatmaya çalışmak nafiledir. Zaten başarısız olunacağı kesindir. Onun için, akışına bırakıp, sadece hissetmeyi tercih ederler. Örneğin, Newton elmanın ağaçtan düştüğünü görmüş ve merak etmiş. Şimdilerde bu kavramı bir kanun olarak bildiğimizden, bize komik gelmesi kesin bir soruyu yöneltmiş kendisine. Elma niye yere doğru düşüyor, niye yukarı gitmiyor. Oturmuş ve bunun üstüne kafa yormuş. Elde ettiği bulguları ifade edebilmek için diferensiyel denklemleri ilk olarak o kullanmış. Oysak idi elmanın düştüğünü görüp, alsa, onu bir güzel mideye indirse, tadından aldığı keyifle mutlu olsa da kafasını bu kadar yormasa ne kadar basit olurdu değil mi? Bir diğer örnek Arşimed. Bu zatı muhterem rivayet odur ki hamamda taslarla oynarken suyun kaldırma kuvvetini bulmuştur. Bre adam ne kafayı yoruyorsun bunlara. Ne güzel sıcağı görmüşün ,suyun içindesin, gevşe rahatla kirinden pasından bir arın, kendine gel, gevşe rahatla. Ama yok illa bişiler düşünecek işte. Üstelik rivayet odur ki bulduğu bu gerçeğin heyecanıyla dışarıya anadan üryan çıkmıştır. Düşünün artık kendisini  mevzuya ne kadar kaptırmış. Gene tekrarlıyorum fizikçiler çok sıkıcı insanlardır ve partilere çağrılmamalarının sebebi budur. Bu yüzden davetli listelerinin başlarında yer bulmazlar. Eğer bir fizikçi bir davetiyete listesinin en başındaysa muhtemelen bu bir parti değil konferansdır. Hiç bir partiye çağırılmadıkları için kendilerine gelen bu davetleri asla geri çevirmez, gerekirse katılamak için dünyanın öbür ucuna kadar giderler. Bu bir 

CV NEDİR? NASIL HAZIRLANIR?-(hz:UĞUR KORKMAZ)

CV NEDİR, NASIL HAZIRLANIR




Gazetelerin insan kaynakları eklerinde ve şirketlerin eleman arama ilanlarında sık sık rastladığımız iki kelime var.
CV (Curriculum Vitae)

Resumé


Curriculum, Latince koşu, yarış anlamına gelir. Curriculum Vitae ise "hayat yarışı" olarak çevrilebilir dilimize.
Resumé ise Fransızca'dan gelir. "Özet" anlamına gelir.
Türkçe'de her ikisine karşılık "özgeçmiş" sözcüğü kullanılmaktadır.
Kısacası CV, niteliklerinizin, becerilerinizin, deneyimlerinizin ve başvurduğunuz konu ile ilgili diğer özelliklerinizin yer aldığı, açık ifadeli ve kolay anlaşılan, okuyan kişiyi etkilemeye yönelik bir özettir.

Bunları Biliyor muydunuz?


Dünya'ya en yakın yıldız güneş'tir.
 
Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.
 
Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir Güncel Teknoloji Haberlerisaatten uzun sürer.
 
Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika'dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.
 
Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya'nın ishigaki Adası'nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.
 
Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.
 
Sahra çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.
 
Başkan John F. Kennedy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi.
 
Mumyaların Güncel Teknoloji Haberleriayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.
 
Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında Connecticut New Haven'da yayımlanmıştı.
 
Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.
 
Ünlü çizgi film kahramanı Temel Reis, 1919 yılında Elzie Crisler Segar tarafından yaratıldı.
 
İlk çamaşır makinesi 1907 yılında Hurley Machine Co. tarafından pazarlandı.
 
 
Kağıt ne zaman ve nerde icat edildi?
 
Lidyalılar zamanında icat edilen para, ister madeni İster banknot olsun, İnsan hayatına damgasını vuran en önemli sembollerden biri olmuştur.Para kağıt icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetlii metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanıldı.
 
Tarihteki ilk madeni para basımı I.Ö. VII. yy' da Anadolu' da Lidyalılar tarafından gerçekleştirildi. Dünyanın ilk büyük darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane' de kuruldu. M.Ö. 118 yılında deri para kullanan Çinliler, M.S. 806 yılında da ilk kağıt icat parayı yaptılar. Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17. yy sonlarına rastlıyor. İlk kağıt icat para'nın 1690' lı yıllarda ABD ve İngiltere hükümetleri tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı biliniyor.
 
Osmanlı İmparatorluğunda ilk kağıt paralar idari, sosyal ve yasal reformların gündeme geldiği Tanzimat Döneminde tedavüle çıkarıldı. İlk Osmanlı Banknotları Abdülmecit tarafından 1840 yılında "Kaime-i Nakdıye-i Mutebere" adıyla, bugünkü dille "Para Yerine Geçen Kağıt", bir anlamda para olmaktan çok faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu niteliğinde düzenlendi. Matbaada basılmayan ve elle yapılan bu paraların her birine resmi mühür vurulurdu Osmanlı Yönetimi, 1842 yılından itibaren de matbaada para basmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da 1915 yılından itibaren altın ve Alman hazine bonolarını karşılık göstererek dört yıl boyunca, yedi tertipte toplam 160 milyon liranın üzerinde banknot çıkarttı. Bu banknotlar "evrak-Güncel Teknoloji Haberleriı nakdiye" adı altında Türkiye Cumhuriyeti' ne intikal etti ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kağıt para bastırılmadığından 1927 yılının sonuna kadar tedavülde kaldı.
 
 
Okyanusun en derin noktası neresidir?
 
Bir kilogram ağırlığındaki bir cismin okyanusun en derin noktası olan Mariana Çukuru'na ulaşması tam bir saat alıyor.
 
 
 
İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'liler, yarasaları bomba ikmali için kullanmayı denemişler.
 
 
Tavuk ne renk yumurtladığı nerden anlaşılır?
 
Tavuğun ne renk yumurtlayacağını kulak memelerinin rengine bakarak anlamak mümkün. Eğer kulak memeleri beyazsa yumurtası beyaz, kırmızıysa yumurtası kahverengi oluyor.
 
10'uncu yüzyılda İran'ın veziriazamı olan Abdul Kasım İsmail, kitaplarına çok düşkün bir adammış. Bu sıradan bir düşkünlük değil. 117000 cilt kitaptan oluşan kütüphanesini nereye giderse yanında götürüyormuş.Bu iş için develeri kullanıyormuş. Özel eğitimli 400 deve, alfabetik olarak sıralanarak vezirin kitaplarını taşıyorlarmış.
 
 
 
Aya ayak basan ikinci insan kimdir?
 
Ay ikinci insan, Ay'a ayak basan ikinci insan Edwin "Buzz" Aldrin. Apollo 11 uzay aracı ile 20 Temmuz 1969 tarihinde Ay'a ayak basan ilk insan ise Neil Armstrong'dur. Neil Armstrong'un Ay'a ayak basmak ile ilgili olarak söylediği "Benim için ufak bir adım, fakat insanlık için büyük bir" sözü, 20. yüzyılın en önemli sözleri arasındadır.
 
 
 
 
Pusula ve Telgraf'ı kim icat etti?
 
Pusulayı MS 100 yılında Çinliler icat etti. Manyetik bir ortamda serbest bırakılan bir objenin kuzeye yöneleceği prensibinden hareketle pusulanın keşfi gerçekleşti.
 
Telgraf: William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz1837 yılında , teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesı ortaya çıktı. Elektrik akımı, alıcı cihazın kadranındaki bir dizi iğneyi hareket ettirerek ulaştırılacak mesajın ekranda belirmesine yardımcı oluyordu.
 
Mors Alfabesi: 1843' te Samuel Morse, telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi' ni geliştirdi. Morse, Baltimore' den Washington' a uzanan 60 km' lik bir telgraf hattı kurarak, hattı başkanlık seçimleriyle ilgili haberleri iletmek için kullandı.
 
En hızlı koşan kuş hangisidir?
 
Devekuşları dünyadaki en büyük kuşlardır. Boyları bizim boyumuzdan daha uzundur. Bir devekuşu yaklaşık 2,5 metre uzunluğunda ve ortalama 120 kilo ağırlığındadır.Orta Afrika'da gruplar halinde yaşayan bu kuşlar uçma kabiliyetine sahip değildirler. Uzun bacaklarıyla çok hızlı koşarlar, o kadar hızlıdırlar ki, hiçbir insan koşarak onlara yetişemez. Devekuşu hayvanlar alemindeki en hızlı koşan kuş ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir. Devekuşunun her bir ayağında sadece iki parmağı vardır. Üstelik bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Ve devekuşları yalnızca bu büyük parmaklarının üzerinde koşarlar.
 
Ayrıca, en hızlı koşan kuş devekuşları hızlı koşmalarını sağlayan uzun bacakları sayesinde usta bir dövüşçüdürler. Ayaklarıyla tekme atarlar ve pençeleriyle düşmanlarına karşı rahatça kendilerini savunurlar.
Dünyanın bu en büyük kuşunun yumurtası da kuş yumurtalarının en büyük olanıdır. Bu dev yumurtalar için kumda geniş bir çukur kazar ve buraya tüm yumurtaları yerleştirirler. Fakat 10-12 tane yumurtladıklarında çukurun büyüklüğünü de ona göre ayarlamaları gerekir. Eğer devekuşu, çukuru, kumda değil de toprakta açsaydı, bu çok zaman alırdı ve kuşun çok fazla enerji harcamasına sebep olurdu. Gerçekten de kumun taşınması, toprağa göre daha kolaydır. Kumu elinizle bile eşeleyebilirsiniz, fakat toprak için en azından bir kürek gereklidir.
 
Yumurtadan çıkan yavrular savunmasızdır. Her an yırtıcı bir kuşa yem olabilirler. Ancak, yavrular bir tehlike ile karşılaştıklarında kendilerini korumak için yere yamyassı serilerek ölü taklidi yaparlar. Bu şekilde, düşmanları onların ölü olduğunu düşünerek onlara saldırmaz. Bu taklidi bütün yavrular aynı şekilde uygular.
 
 
Dünyanın en büyük elması hangisidir?
 
Topkapı Müzesi'ndeki ünlü "Kaşıkçı Elması" adını nasıl almış? Bu elmas Osmanlı Hazinesi'ne nasıl girmiş? Elmas kaç karattır? Dünyanın tanınmış elmasları arasında yeri nedir?
 
Topkapı müzesindeki ünlü elmasa neden "kaşıkçı elması" denildiği hakkında muhtelif hikayeler varsa da, bunların doğru olanı, elmasın kesiminin oval olması ve dolayısıyla da kaşığa benzemesindendir. Elmasın Osmanlı Sarayı'na nasıl girdiği hakkındaki bilgi de, rivayetten öte değildir. Son yıllarda yeni tartışılmaya başlanan ve doğru olması en muhtemel rivayet şöyledir: 1774 yılında Pigot adında bir Fransız subayı, bu elması Hindistan'ın Madaras Mihracesi'nden satın alıp Fransa'ya götürür. Bir zaman sonra tekrar satılığa çıkartılan elması Napolyon'un annesi satın alır ve uzun süre göğsünde taşır. Ne var ki, Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarabilmek için, annesi de elması mecburen satılığa çıkartır. İşte o sırada, Fransa'da bulunan Tepedelenli Ali Paşa'nın bir adamı, paşa adına 150 bin altın ödeyerek elması satın alır ve paşaya getirir.
 
Sultan 2'nci Mahmud zamanında, Tepedelenli Ali paşa, devlete karşı ayaklandığı gerekçesiyle öldürülür, paşanın varlıklarına el konulur ve nesi var nesi yoksa Osmanlı Hazinesi'ne gönderilir. Böylelikle, Napolyon'un annesinden satın alınan "Kaşıkçı Elması" hazineye girmiş olur.
 
Kaşıkçı elması'nın çevresini iki sıra 49 adet pırlanta kuşatmaktadır. Bu haliyle elmas, yıldızların ortasında pırıl pırıl parlayıp gökyüzünü aydınlatan bir dolunayı andırır. Pırlantaların, elmasa ışık ve güzellik vermesi için sonradan, 2'nci Mahmud tarafından dizdirildiği sanılmaktadır.
 
Kaşıkçı elması 86 karattır ve dünya'nın tanınmış 22 elması arasındadır. Dünyanın en büyük elması olarak bilinen 191 karatlık Işık Dağı ya da Kuh-i Nur adıyla tanınan elmas Hindistan'da bulunmuştur ve bugün, İngiltere Krallık Hazinesi'ndedir. Adı Farsçada Işık Denizi anlamında olan, uçuk pembe renkli, yassı bir taş olan Derya-i Nur elması ise, yaklaşık 185 kırat ağırlığındadır ve bugün İran Milli Bankası'nda saklanmaktadır. Bunlara ilaveten, 1853 yılında Brezilya'da bulunan ve Güney Yıldızı adıyla tanınan 128 karatlık elmasla, Büyük Moğol Elması ve bizdeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması, dünyanın en büyük elması ve en değerli 22 elmasın arasında bulunmaktadır.
 
 
 
Gökyüzünün mavi görünmesinin (olmasının değil görünmesinin! çünkü normalde atmosferimiz daha doğrusu hava renksiz bir gazdır!) tek sebebi kırılma olayıdır.
 
Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacılar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmız
ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır.
 
Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur.
 
Gün batımında veya doğumunda ise güneş ışınları atmosfere eğik girdikleri için daha fazla yol katetmek zorunda kalırlar. Bu yüzden daha çok ışın ve renk saçılır ve o posterlere konu olan, şahane gün doğumu ve batımını gözlemleyebiliriz. Çok az saçılmış olan kırmızı ışık ise güneşe ve ufuğa kızıl veya portakal görüntü verir.
 
 
Güneş'in sıcaklığı kaç derecedir?
 
Güneş, Güneş Sistemi'ndeki en büyük gök cismidir. Çok sıcak ve yanmakta olan bazı gazlardan oluşur. Bu nedenle, yüzeyinde her saniyede milyonlarca atom bombası patlamasına eşit güçte patlamalar olur. Bu patlamalarda boyu Dünyamız'ın büyüklüğünün 40-50 katı olan alevler fışkırır.
Ateşten bir topa benzeyen Güneş, yüzeyinden çok büyük bir ısı ve ışık yayar. Eğer, Güneş olmasaydı, her zaman gece olurdu ve her yer buzla kaplı olurdu. En önemlisi daha önce söylemiştik ya! Dünya'da yaşam yani biz olamazdık.
Güneş'in sıcaklığı derece 6000 dış yüzeyinde, içindeki sıcaklık ise 12 milyon derecedir.
Çünkü, uzay (uzay filmlerinden de hatırlarsınız) karanlık bir yerdir. Dünyamız da bu karanlık yerdeki bir gök cismidir. Bu karanlık yerin içinde Dünyamız'ı Güneş'ten başka aydınlatabilecek ve ısıtabilecek bir gök cismi yoktur. 
 
Ancak, Güneş'ten yayılan ışık çok parlaktır. Havanın açık olduğu bir günde Güneş'e bakmayı denemişsinizdir. Hatırlayın bakalım. Birkaç saniye bakınca gözleriniz kamaşmıştı, değil mi? AslındaGüncel Teknoloji Haberleri, Güneş'e bu parlak ışık nedeniyle doğrudan bakmak çok tehlikelidir. Gözlerimize bu parlak ışık zarar verebilir. Ayrıca, yazın uzun süre Güneş'te kalmak da tehlikelidir. Hatta, cildimizde uzun bir tedaviyi gerektirecek çok ciddi yanıklar oluşabilir. Çünkü, Güneş'ten yayılan ısı özellikle yazın çok yüksek olur. Oysa Güneş, Dünya'ya milyonlarca kilometre uzaktadır ve uzaya yaydığı ısının sadece binde ikisi Dünyamız'a ulaşır.
 
Peki Güneş'ten çok uzakta olmasına rağmen, Dünyamız'da sıcaklık bu kadar yükselebiliyorsa, acaba Güneş'in üzerindeki sıcaklık ne kadardır?
 
Bilim adamları, bu konuda yaklaşık sayılar verebilirler. Ama bu sıcaklığı, bildiğimiz herhangi bir şeyin sıcaklığıyla karşılaştırarak anlamak mümkün değildir. Bir düşünün! Güneş'in sıcaklığı derece 6 bin yüzeyinde olduğunu, içinde ise sıcaklığın 12 milyon dereceye kadar yükseldiğini... Bunu bildiğimiz neyle karşılaştırabiliriz ki? Elimizle sıcak suya temas ettiğimizde 50 dereceden fazlasına dayanamayız. En sıcak yaz günlerinde bile hava en fazla 40-50 derece civarındadır. Güneş bize biraz daha yakın olsaydı, Dünya üzerindeki herşey sıcaktan kavrulur kül olurdu. Ancak, biraz daha uzakta olsaydı, bu sefer de herşey buz tutardı. Tabi ki her iki şekilde de yaşam mümkün olmazdı.
 
 
 
- Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu,
- Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını,
- Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arızaların %23 ünün, makinenin üstüne oturup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiğini :)
- Yaşamın boyunca uyku sırasında yaklaşık 70 böcek ve 10 örümcek yiyeceğini 
- İdrarın zifiri karanlıkta parladığını,
- Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından birini kırabileceğini. Hapşırmayı engellemeye calışırsan, başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini. Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini,
- Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını,
- Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuşmadığını,
- Farelerin ve atların kusamadıklarını,
1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını,
- Çakmağın kibritten önce bulunduğunu,
- Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu,
 
biliyor muydunuz?